28.02.2007

Uzun pazar öğledensonraları...


Bütün hafta cumartesi gecesi ve Pazar günü boyunca patlamış mısır ve birsürü aburcuburla Prison Break izlemenin hayalini kurduk. Cumartesi akşamı bir arkadaşımızın günlerdir bize tavsiye ettiği ve izlememizi merakla beklediği film olan Testere’yi izledikten sonra Prison Break’a geçtik.Pazar sabahı ise kahvaltidan sonra diziyi izlemeye geçecekken, annem ile abimin bize geleceklerini öğrendim. İlk önce hayalimizi gerçekleştiremeyeceğim diye üzülürken, sonra bunun benim için mutfakta geçirilecek tatlı saatler anlamına geldiğini fark ettim ve hemen işe koyuldum.

Çocukken bizim evde Pazar kahvaltilari çok uzun sürerdi. Yemek, masa başında sohbet, gazete keyfi ve ardından kahve muhabbetleri ile sofranın kalkması öğleni bulurdu. Bu yüzden Pazar günleri yemek 3 öğün olmaz, akşamüzerine eğer vakit varsa kekli börekli bir sofra, eğer vakit yoksa da peynir yumurta, bol yeşillik ve çayla hazırlanan ‘’geberyat’’ sofrası kurulur, ve bu yemek aynı zamanda akşam yemeği yerine geçerdi. Dayım ve teyzemlerle birlikte oturduğumuz apartmanda da bu sofra eğer birlikte yiyor isek akşama kadar ortada dururdu Bu pazar sofralarının en güzel yanı ise herkesin ayrı bir şey yapıp sofrada birleştirmeleriydi. Yengem genelde kıymalı börek ya da elmalı kurabiye, teyzem ekmek hamuruna benzer bir hamurun kızartılmasıyla hazırlanan minik börek, annem de değişik salatalar hazırlardı. Eğer ananem de enerjisi yerinde bir gününde ise (ki bu yilda 1-2 kez olurdu) katmer, kaçamak gibi yöresel yemeklerle sofraya dahil olurdu.

Ben de bu pazar geç biten kahvaltıdan sonra annemin geleceğini duyunca böyle bir pazar yaratmak istedim. Bir çok şey hazırlamak istedim ama zamanım ve mutfaktaki malzemelerim 3-4 çeşide ancak yetti. Sosisli ve kekikli börek de bunlardan biriydi. Geniş bir sofra kurup süsledim. Uzun uzun yenen yemekler, tadından doyulmayan sohbetler ve başından kalkılmayacak bir sofra beklerken, bu öğün sabah işe gidilmeden önce yapılan kahvaltıdan uzun süremedi. Annemin kendi kardeşleri ve annesi ile kurduğu pazar akşamüzeri sofrasını ben kendi evimde kuramadım. Bu öğünün eski zamanlara tek benzer yanı akşam yemeği ile karışmış olmasıydı. Yine de ben kendi başıma sofradan saatlerce kalkılmayan yemeklerin özlemi ile sosisli böreklerden afiyetle yedim.
(Bu böreği Elmax'da Emine Beder hazırlarken görmüştüm. O içinde sosis yerine sucuk kullanmıştı ve kekik eklememişti. Yufkaları yağlarken de süt de kullanmıştı ama ben bu şekilde denediğimde hem sucuk ağır gelmişti hem de süt böreği çok yumuşatıp çıtırlığını yoketmişti. Bu şekilde bir değişiklik böreği daha güzel yaptı bence. )

Malzemeler;

3 adet yufka
1 çay bardağı zeytinyağı
250 gr. ince dilimlenmiş sosis
2 adet küp küp doğranmış domates
150 gr. Rendelenmiş kaşarpeyniri
1 tatlı kaşığı kekik
1 çay kaşığı tuz
1 yumurta sarısı
Çörekotu


Fırının ısısını 180 dereceye getirin. Dilimlenmiş sosis, küp küp doğarnamış domates, rendelenmiş kaşarpeyniri, kekik ve tuzu karıştırıp böreğin içini hazırlayın. 3 yufkayı aralarını yağlayarak üst üste dizin. En üzeri de yağlanmış yufkayı önce 4 eşit parçaya sonra da çaprazlama keserek 8 eşit parçaya bölün. Her bir üçgenin en başına hazırladığınız içten koyun ve kenarlarını kıvırarak paket şeklinde katlayın. Üzerine yumurta sarısı sürüp çörekotu serpin. Börekleri fırında üzeri kızarıncaya kadar yaklaşıkık 40-45 dk. pişirin.Sıcakken servis edin.

Devamı için tıklayın..

26.02.2007

Senenin İlk Papatyası...


Hayatta bir şans daha verilmesini istediğiniz pişmanlıklarınız oldu mu hiç? Ya da bir şans daha verilseydi kurtarabilirdim dediğiniz ilişkileriniz? Söyleyemediğiniz sevgileriniz?

İnsan her sabah uyanmaya devam etse de, bazen ‘’bitti!’’ dediği şeylerde inadına bir şans daha olsaydı böyle olmazdı hissine kapılabiliyor. Umut böye bir şey işte… Gecenin br köründe arabanın içinde denizi izlerken, belki ‘’o şarkı’’ çıkar diye 2 saattir baştan aşağı aynı radyo frekanslarını gezip, şarkı çıkmadığında hala ama hala beklemek gibi….Üstüste gelen sisli lodosta her akşam yarın poyraz olacak diye yatmak, sözlerini ebere yazsan da son notasını koyamadığın şarkıda inadına durup düşünmek, alabildiğine virgül koymak hayata ama asla nokta değil…

İnsanın zihninde her duyguyu temsil eden bir nesne muhakkak vardır. Kelimeleri zorlayıp zorlayıp anlatamadığımız hislerimizi birilerinin bizim adına anlattığı şarkılar, resimler, fotoğraflar olmuyor mu? Tamam işte bu dediğimiz, ama sözü bile olmayan bir müzikte 7 farklı notanın kaçıncısı etkiliyor acaba içimizi? Huzursuz anlarda huzur veren bir sahil kenarı huzuru, mutuz anlarda kıpkırmızı saçlı br bebek de mutluluğu hatırlatmaz mı insana? İnsan bu yüzden bilmediği br ülkede, bilmediği sokaklarda yürürken güvenir kendine. Çünkü o rengini daha önce bilemediği taş evler yeni tanıştığı ve geçmişini bilmediği bir arkadaşa istediği şekilde kendini anlatabilmenin özgürlüğünü verir. Çok yoğun geçen günlerden sonra etrafına bakınan bir insanın, alışkanlıklarını gördüğü anlardaki dinlenme de bunun gibidir tıpkı. Her obje br duygu, her duygu bir objeye…

İşte papatya da bana göre duyguların en güçlüsünün, hatta en gereklisinin simgesidir. Düşünsenize üst üste yağan yağmurlar, buz gibi havalar, ve karanlık günlerden sonra bize aylarca göreceğimiz çiçeklerin ve ardından yiyeceğimiz onlarca meyve ve sebzenin habercisi papatya değil midir? Her geçen kıştan sonra baharın habercisi papatya umut gibidir bence. Kıştan yorulduğumuz anda bembeyaz bir gelin gibi gelir odamıza, taptaze bir umuttur aslında ‘’bak yaz geliyor’’ diyen.

İşte en çok umuda ihtiyacım olan bugünlerde eşim bana senenin ilk papatyasını aldı. Bu papatyalarla yetinmeyip beni papatya tarlasına götüreceğinin sözünü de aldıktan sonra ona günlerce yese bıkmayacağı en sevdiği yiyecek olan patatesden en sevdigi şeyi yaptım. O patatesini yedi, ben papatyalarıma bakıp umutlandım…

Mazemeler;

5-6 adet orta boy patates
1 demet maydonoz
Limon
Zeytinyağ
Pulbiber
Tuz


Tarifi;

Patatesleri soyup, kaynar suda haşladıktan sonra ılınınca küp küp doğrayın. Yağ limon tuz pulbiber ve maydonuz karıştırıp afiyetle yiyin.

Devamı için tıklayın..

Şeker Kardeşliği

Bir dilim kek, yıllar önce çok güzel bir havada yediğim bir akşam yemeği ya da çok keyifle pişirip yine keyifle paylaştığım bir yemek çok uzun yıllar hafızamda tazeliğini korurlar.Çoğu zaman acaba yemek yapmaktan ve yemekten keyif alan herkes benim gibi mi düşünüyor diye merak ederim. Birçok kişinin attan düşmüştüm, annem beni parka götürmüştü ya da çok kar yağmıştı diye hatırladığı ilk çocukluk anıları bende hep hazırlanmış bir sofra ve yanında buram buram muhabbetten geriye gidemez. Yine böyle çocukluk anılarımdan biri de beni annemlere karşı gondola bindirmeyeceğine söz vererek lüneparka götürmeye izin almış kuzenimle tabiîki defalarca gondola binmişken park dönüşü uğradığımız Gamze Pastanesi vitrinleridir. Muzlu rulo dilim pastası, Mabel’in şemsiye çikolatası, çilekli tartlar hep vazgeçemediklerimiz olmuştur.İkimizin arasındaki bu ‘’Şeker Kardeşliği’’ yenilenlerin aynı kalması ama okuduğumuz, çalıştığımız ya da gezdiğimiz mekanların değişmesi ile birlikte keşfedilen yeni pastaneler ile birlikte gelişti. Ve sabahları kalktığında canı tatlı isteyen kuzenimin reçel, bal ya da nutella yerine vişne reçeline batırılmış kek yemesi ile birlikte paylaştığımız tatların şeker etrafında oluşturdukları bağ sonunda vişneli mekik olarak damgasını vurdu. Ben de böylece yaptığım her tatlı tarifini ilk kuznime yedirmenin sevinci ile kendisini şekerli tariflerimin gurmesi yaptım. Bu tarif de bundan önce çalıştığımız ofisimizde cumartesi sabahları kahvaltısı olarak Panex’den aldığımız ‘’Vişneli Mekik’’’leri anmak üzere tarafımca yapılmış, ve hepsi bir anda kuzenimce tüketilmiş küçük şirin şeyler oldu.

Burada Mekik adı ile yediğimiz küçük kekleri Fransizlar küçük ama çeşitli şekillerde özellikle de kare olarak yapıp ‘’Financiers’’ adı ile kahve yanında tüketiyorlar. Bizdeki mekiğin en ünlüsü tabiî ki vişneli olanı. Ama Financiers’in orijinal tarifinde Fransiz tereyağı toz badem bulunuyor.. Ben hem daha önce yediğim Financiers’lere benetmek hem de kuzenime beğendirmek adına, bir gazetenin verdiği yemek tarifi ekindeki Portakallı Mekik tarfinde sıvı yağı tereyağına, portakalı vişneye çevirip, toz bdem ekleyerek yaptım ve kuzenimden tam puan aldım.

(Fransızlar küçük keklerinde esmer tereyağı isminde bir tereyağı kullanıyorlar. Ben Türkiye’de henüz bulamadım ama burada bunu elde etmek için tereyağını eritirken hafif kahverengileşene kadar yakmayı öneriyorlar. Ama ben ilk defa denediğim bu tarifi riske atmamak için bu yöntemi denemedim.)

Malzemeler;

4 adet yumurta akı
1 su bardağı toz şeker
1 su bardağı un
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilya
1 çay bardağı toz badem
110 gr. Eritilmiş tereyağ


Tarifi;

Fırını 160 dereceye getirin. Küçün bir tencereyi ocağın en küçük gözüne alıp altını en kısıkta yakın. Bu tencerenin içinde yumurta akı ve şekeri, elektrikli mikser ile şeker eriyene kadar çırpıp ocaktan alın. Un, kabartma tozu ve vanilyayı birlikte ekleyip karıştırın. Eritilmiş tereyağını ekleyip karıştırdıktan sonra toz bademi ekleyin ve bir kaşık yardımı ile mekik kabına dikkatlice boşaltın. Bu tarifte kabrtma tozu olduğu için kalıbın %70 inin doldurulması öneriliyor ama benim mekik kalıbım çok derin olmadığı için neredeyse tamamını doldurdum ve biraz tombik mekikler elde ettim. 10 gözlü mekik çukurların dolduktan sonra artan karışımı yağladığım küçük kalk kalıbımıma koydum. Fırında üzeri pembeleşene kadar yaklaşık 35-40 dakika pişirdim. 10-15 dakika ılındıntn sonra silikon mekik kalıbından kolayca çıkardım.
Devamı için tıklayın..

20.02.2007

Kavur balıkları




Evlendiğimiz sene, düğünün hemen arkasından yazlığa giden annemleri balayı dönüşü babalar günü sebebi ile ziyarete gitmiştik. İlk defa bir araya gelecek babam ve eşimin ne konuşacakları, ne paylaşacakları konusunda endişeler duyarken babam bu endişelerimi hissetmiş olacak ki eşime sıkılmaması için birlikte balığa çıkmayı teklif etti. Böylece hayatında sayılı kez balık yemiş, hiç balığa çıkmamış ve istavrit ile palamutu balık sevmediği için ayırt edemeyen eşim adına bu sıradan pazar gününde duyduğum endişe azalacağına daha da fazla artmış oldu. Annemle beraber uzaktan gelen her teknenin babamlar olmasını hayal ederek akşamı yaptık. Sonunda eve gelen eşimin elinde tuttuğu balıklar ile yüzündeki mutluluk ifadesi o günden bu yana her hafta sonu saatler süren balık avlanmalarıyla dolu zamanları doğurdu. Hele ki bu sene sabahın 09:00 unda elinde kocaman bir Lüfer ile balıktan dönen eşimin sevinci ve gururu görülmeye değerdi.

Balıkçıya gittiğimizde dahi balık yemeyen eşim o günlerden sonra yeni tadları denemeye açık oldu. Bu hafta sonu da ruhumuzu arındırmak ve İstanbul'da trafik ve bilgisayar ile yorulan gözlerimize bayram ettirmek için sabahın köründe kalktık Şile'ye gittik. Şubat ayının soğuğunda Karadeniz'e açılan bir dalgakıranda fotoğraf çekmemek gerektiğini öğrendiğimizde malesef baştan aşağı ıslanmıştık. Ama sakinliğin verdiği huzurla ıslaklığa falan aldırmayıp hemen limanda balıkçı teknelerinin getirdiğ balıkları anında vitrinine koyan balıkçılardan çipura alıp evimize doğru yola koyulduk. Yolda sinlediğimiz ''Aman Melikem kavur balıklarııı'' şarkısı da günün anlam ve önemini noktalayan şarkı oldu.

Yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine koyduğum çipurayı mutfak fırçası yardımı ile yağ limon ve tuzdan oluşan karışım ile iyice yağladım. 200 derece ısıstılmış fırında da üzeri iyice kızarana kadar tam 60 dakika pişirdim. Taptaze rokaların üzerine peynir dizip, masaya birkaç mum yakıp uzaklardan getirdiğimiz bu balığı afiyetle yedik.

Devamı için tıklayın..

12.02.2007

Maske





Bir arkadaşım bana günlük hayatta karşılaştığı olaylardan çıkardığı dersleri anlatıyordu. Hepimiz birçok kez binmişizdir uçağa. Hosteslerin uçuşdan önce güvenliğimiz için anlattıkları arasında oksijen maskeleri ile ilgili bir bölküm vardır. Hava basıncının düşmesi ile açılan oksijen maskeleri hakkında hep ‘’ İlk önce kedinizinkini sonra çocuğunuzun maskesini takınız’’ derler. Bunun sebebi çok açıktır: çünkü eğer kendi maskemizi takmadan çocuğumuzun maskesini takmaya çalışır isek, başımıza gelebilecek bir olumsuzluk sonucu cocuğumuzun maskesini de takamayabilir ve böylece 2 hayatı birden tehlikete atabiliriz. Halbuki ilk önce kendi maskemizi takarsak, diğer maskeyi rahatlıkla takabiliriz.

Bu sohbetten beri ‘’kendi maskemi takmayı’’ düşünüyorum. Kendi sağlığımı ve moralimi yüksek tutarak belki de kaç kişinin maskesini takma becerimi ayakta tutabiliyorum?

İnsan bazen hiç ummadığı anlarda ve tadlarda kendisini birden enerji yüklenmiş, motive bir şekilde bulabiliyor ayna karşısında ve bu şekilde yanındakinin maskesini çok rahat takabiliyor. Eskiden beri bir dilim kek ve sıcak şekerli süt eşliğinde okunan kitabın bana enerji verdiğine inanırım. Hele günlerden Pazar, hava yağmurlu ise ve kitabım da akşam beni uykusuz bırakacak kadar sürükleyici ise...

İşte ben de bu pazar eskiden ilkokuldayken dersten çıkıp eve gelirken yol üstündeki Gamze Pastanesi’nden aldığım muffin şeklinde üzerine toz şeker serpilmiş portakallı keklerin enerjisine ihtiyaç duydum. Bunu hala inanarak söylüyorum ki, en bitkin anımda bile bir pastanenin önünden geçerken vitrinde gördüğüm en süslü şeyde gözümü kapatıp onun eşliğinde demlenmiş sıcacık bir bardak çay ya da kahve hayali beni kendime getirir.

Ben muffin kalıbım olmasa da normal kek kalıbında portakallı kek yapıp, üzerine toz şeker serpip afiyetle yedim.

(Ben keklerimin pastane keki gibi yumuşacık olmasını istediğim zaman (istemeye istemeye) margarin kullanıyorum. Eğer siz kullanmak istemiyorsanız tarifteki ½ paket margarin+ ½ çay bardağı sıcıyağ yerine 1 su bardağı sıvıyağ kullanabilirsiniz. Bu şekilde de aynı tadı yakalayabilirsiniz.)


Malzemeler

3 yumurta
1,5 bardak şeker
½ paket margarin
½ çay bardağı sıvıyağ
1 su bardağı süt
3 bardak un
1 paket vanilya
1 paket kabartma tozu
1 portakal kabuğu rendesi
2 yemek kaşığı portakal suyu.

Hazırlanışı

Fırın ısısını 180 dereceye getirin. 3 yumurtayı beyazları ve sarıları iyice karışana kadar mnikserin önce düşük sonra hızlı devrinde iyice çırpın.Arsından şekerleri ekleyip yine sıkı bir karışım yakalayana kadar (yaklaşık 4-5 dk) karıştırın. Oda sıcaklığında yumuşamış margarini ve sıvıyağı ekleyip karıştırmaya devam edin. Ardından sütü ekleyin ve karıştıurmaya devam edin. Önemli olan her bir malzemeyi sıra ile ekleyip bir sonrakini eklemeden öncekilerin iyice karışmasını sağlamak. En son un kabartma tozu ve vanilyayı aynı anda ekleyin ve karışım iyice harmanlanana kadar karıştırın. Portakal suyu ve rendesini ekleyip 1-2 dakha karıştırdıktan sonra karışımı kek kalıbına alın. Ben kek kalıbım silikon olduğu için kalıbı yağlamadım ama diğper kalıplar için sıvıyağ ile yağlayıp üzerine eliniz ya da kevgir yardımı ile un gezdirirseniz kalıbınız yapışmaz. Keki fırında 180 derecede 50 dk, sonra 150 derecede 10 dk pişirin. İçini bir kürdan batırarak pişip pişmediğini kontrol edin. Eğer işçi pişmemişse 150 derecede 5-7 dakika daha pişirebilirsiniz.

Devamı için tıklayın..

Hastayım yaşıyorum...



Hayat bu aralar yoğunluktan dolayı dinlenmek için hiç mi hiç fırsat vermiyor. Hayatın durulduğu zamanlarda da kişisel görevler bitmek bilmiyor. Mesela çok yorucu geçen bir haftanın sonunda cuma akşamı ve hafta sonu için binbir türlü planlar yapmışken, bitmek için domatesin çürümesini bekleyen peynir misali bir anda bomboş olan mutfak için alışverişe gidip ve kendimi kaybedip pazar aksami kendimi hala mutfakta onu bunu pişirmeye çalışırken bulabiliyorum. Zaten mutfağın dolu ve zahmetsiz olduğu haftasonları da ya ütü birikmiş oluyor, ya da şu çekmecede ne varmış diye kendi kendime iş çıkarıyorum. Bunlara da gerek yoksa eğer zaten eve misafir çağırmışızdır aman o da olsuın bud a olsun şeklinde süregidem hafta sonu bana sataşır ben onu itelerim şeklinde devam eden bir karmaşaya dönüşüyor bazen hayatım. Bu şekilde kendi kendime verdiğim rahatsızlıktan ötürü çok zamandır elime kitabımı alayım, NipTuck yeni bölümlerini izleyeyim ya da kanallarda dolaşayım şeklinde bir gevşemeyi yaşayamaz oldum. Ta ki grip olana kadar… Sevinmeli mi üzülmeli mi bilinmez, ateşimin en yüksek olduğu 2 gün işe gelmek zorunda kalsam da, bitmek bilmeyen burun akıntım, antibiyotiğin kuruttuğu gergin cildim ve halsizliğimi saymazsam eğer, çorbamı için uzandığım ve onun bunu dağınıklığını ya da açlığını takmadığım bir 2 gün geçirdim. Öğrendim ki 2 gün once yıkadığım bir gömlek, ipten alıp ütülemezsem eline silah alıp beni kovalamıyormuş 

İşte bu gripte de geçen hafta hasta olan eşime yaptığım C vitamini deposu domates çorbasını yapıp afiyetle tükettim.

Malzemeler

1 çorba kaşığı tereyağ
4 adet domates
½ su bardağı arpa şehriye
5 bardak su
2 yemek kaşığı limon
1 tatlı kaşığı nane
1 çay kaşığı pul biber


Yapılışı

Domatesleri rendeleyerek ya da rondona kıyarak tencereye alın. İçine tereyağını da atıp domatesler yumuşayıp ezilene kadar pişirin. Bu arada 5 bardak sunu kettle’da kaynatın. Domatesler yumuşayınca blander ile iyice pure karışım haline getirin. İçine arpa şehriye ve kaunamış suyu ekleyip şehriyeler pişene kadar (yaklaşık 10-15 dk) pişirin. En son tuz, limon, nane ve pul biber ekleyip bir taşım daha kaynatıp ocaktan alın. Ben içine marketten aldığım baharatlı kıtır ekmeklerden ekleyip servis ettim.
Devamı için tıklayın..

11.02.2007

Sil Baştan...



Bu sabah işe gelirken radyoda Şebnem Ferah’ın ‘’Sil Baştan’’ şarkısını dinledim. Sil baştan başlamak gerek bazen, hayatı sıfırlamak… Düşündüm de hayatı sıfırlama şansımız olsaydı eğer, tükettiğimiz hangi şeylerin yeni baştan yaratılmasına çaba gösterirdik? Taa eskilere gidip ilkokuldan mezun olduğumuz günkü küçük ama mağrur gururu mu yeniden yaşayabilmek isterdik, yoksa çok yakınlardaki son kullanma tarihine çok az kalmış bir sevgiliye mi yeniden aşık olurduk? Bir bardak su misali tüketilen hangi sevgiyi sil baştan hatasız yaşamak isterdik?

Çocukkken verilen ödevleri yaparken, yanlış çıkan her sonuçta doğruya ulaşmak için çözümü incelemek, yanlış olduğunu düşündüğüm satırları silmek yerine tüm sayfayı büyük bir rahatlık ile yırtar ve ‘’sil baştan’’ yapardım ödevimi. Çünkü baştan sona ödevi incelemek ve yanlış yaptığım yeri bulmaya çalışmak, sanki daha sonraki denememdeki doğru yapabilme ihtimalimdeki motivasyonumu kırıcı, negatif enerji yaratan bir hareketmiş gibi gelirdi. Şimdi düşünüyorum da ‘’sil baştan’’ şansım olsa idi, verilen görevleri yerine getirmek uğruna mı kullanırdım onu, yoksa son yudumu almaya korktuğum kadar lezzetli olan ve bir yudum kahveye benzeyen tüketilmiş sevgilerin yeniden kocaman dolu bir bardak kahveye dönüşmesi için mi?

Şimdilerde sil baştan yaşama şansım olsa çocukluğumda yaşadığım büyüklerin türk kahvesi içme keyiflerine soba yanında silbaştan ödevlerimi yaparken kulak misafiri olma zamanlarımı seçerdimdiye düşünüyorum. Büyüklere kahve pişirildiğinde ortak olmak isteyip ağladığmızda daha fazla üzülmeyelim diye yengem bize sütlü kahveı pişirirdi. Biz de onların Türk kahvesi keyfine ellerimizdeki sıcak sütlerle ortak olurduk. Sonralarda büyüyüp onlara gerçek kahve ile ortak olabilsem de şimdilerde eşimin sevmemesi sebebi ile Türk Kahvesi keyfimi akşamları yalnız başıma yapıyorum ve birlikte içilen o bol sohbetli sabah kahvelerini çok özlüyorum. Şu sıralar hayat hikayemi yeniden yazıp sil baştan yaşamak gibi hayaller kursam da sanırım bu aksam sil baştan yaşama hakkımı Türk Kahvesi sohbeti için kullanacağım.

Az Şekerli Türk Kahvesi

Malzemeler

1 kahve fincanı su
1 adet kesme şeker
1 tatlı kaşığı Türk Kahvesi,

Hazırlanışı

Suyu şekeri ve kahveyi cezveye koyup ocağın altını yakıp şeker eriyene kadar karıştırın ve ocağın altını kısın. Kısık ateşte kahvenin köpüğü kabarana kadar bekleyin. Kabanaran köpüğü bir kaşık yardımı ile cezveye alın, kaynayan kahveyi de üzerine ekleyin.

Devamı için tıklayın..

10.02.2007

Mucize Bal Limon




Hastalık süreçlerinde alternatif tedavilere duyulan ilgi ile birlikte çay firmalarının birsürü bitkiyi bizim için harmanlayıp paketlemesi bu aralar işimize çok yarar oldu. Bu sene moda olan ekinezya çayı soğuk algınlığındaki en yakın kurtarıcımız oldu. Grip olduğumuzda kuşbunu, gergin olduğumuzda Melissa, sindirime yardımcı sinameki derken evlerimiz bitkilerle doldu taştı. Geçen hafta eşimin öksürükle şiddetleren gribi sebebi ile çok eskilere gidip mutfağa girdim. Küçükken grip olduğumuzda teyzem bize hep bal limon yapar içirirdi. O zamanlar tadının çok ekşi olması ile birlikte baskın gelen tatlı aroma yüzünden bu içecekten kaçardık çünkü bu mucizevi karışımın iki günde bizi ayağa kaldırması lüksünü farkedemeyecek kadar çocuktuk. Çok zaman sonra hepimizin sıkça kullandığı bir pastil markası limonlu ve portakallı pastillerinin yanına bal limonlu pastili çıkarınca teyzem tıp dünyasının sonunda onun doğal ilaçlarına değer vermeye başladığı fikrine kapılıp hipokrat yeminleri bile etmişti. Büyüyüp hastalandığımız zaman kendi başımızın çaresine bakma zamanlaımız gelince bal limonun neden gribimize bu kadar iyi geldiğini araştırarak öğrendim. Bal zaten doğal ve gerçek ise mucizevi bir tedavi deposu ki limonla birlikte sıcak suda eridiğinde içimi sırasındaki buğu ve nem solunum yollarını yumuşatan öksürüğü azaltan özelliklere sahip. Limon ise gerçek bir C vitamini deposu. Bu sebeplerden ötürü bal limon ilk defa içen ve ilk başlarda da tereddüt eden eşime çok iyi geldi ve bu doğan ilacı herkesle paylaşacak kadar çok beğendi.

Malzemeler

  • 1 limonun suyu

  • 1 bardak su

  • 2 tatlı kaşığı bal

Tarifi

Suyu bir cezveye alıp ocağın altını yakın ve içine limon suyunu ekleyin. Limonlu su kaynayınca içine 2 tatlı kaşığı balı ekleyip 1¬¬ 2 defa kaıştırdıktan sonra ocağı kapatıp bal limon karışımını bardağa alın ve sıcakkken tüketin.

Devamı için tıklayın..

5.02.2007

Karnıbahar...


3 kardeş olan annemler evlenip çoluk çocuğa karıştıktan sonra hayatın uzaklarda geçmeyeceğine karar verip doğdukları büyüdükleri eve, annelerinin yanına taşındılar. Ve biz de yaşadığımız yer bir apartman olmasına rağmen çekirdek aileden geniş aileye dönüşerek ayrı evlerde doğmuş 6 kuzen iken ayrı evlerde ama aynı apartmanda büyüyen 6 kardeş haline geldik.En büyüğümüzün ehliyeti ve arabasi olduğunda sabah 07:30 da kaldırdığı servis ile sabah sabah şarkılar söyleyerek hepimizi okullarına bırakıp öyle işe giderken, şimdi kimimizin evli ve uzaklarda, kimimizin kilometrelerce uzakta başka bir ülkede, kimimizin ise yeni dünyasının çocuğu olduğunu görmek çok garip geliyor.Cuma akşamlarından bir deste iskambil kağıdı ve birsürü cips ile toplanıp pazar aksamına kadar dağılmadığımız rutin eğlencelerimizin adı şimdilerde yılda bir iki kez zar zor yapabildiğimiz için kuzen gecelerine dönüştü..Hepimiz bekarken ve peynir ekmekten başka birşey hazırlamayı bilmezken şimdilerde tam kadro biraraya gelmenin mümkün olmadığı kuzen gecelerinde yapılan o lezzetli yemekler geçmiş hamburger menülerimizin yerini malesef tutmuyor.Yine de eşlerimiz ve çocuklarımızla bir araya geldğimizde sandalyelerimizin az geldiği gecelerimizden birinde kuzenimin eşinin yaptığı fırında karnıbahar, bir araya gelmek isteyip de gelemediğimiz kuzen gecerlerimizi yad etmek için eşimin benden sıkça istediği hatta gelen misafirlerimize neredeyse rutin olarak sunduğumuz bir tarif oldu. Ben de karnabahari falan es geçip bir tabak patates kızartması ve peynir ile sabahlara kadar iskambil oynamak istedim, ama yapabildiğim sadece karnıbahardi...

Malzemeler;



  • 1 orta boy karnıbahar
  • Pişirmek için su
  • 2 su bardağı yoğurt
  • 2 yumurta
  • 2 yemek kaşığı un
  • 1 çay bardağı zeytinyağ
  • 1 su bardağı rendelenmiş kaşar peyniri
  • Tuz




Sos için;

Sarımsaklı Yoğurt

Tarifi;

Karnıbaharları ayıklayıp çiçek çiçek ayırıp iyice yıkayın. Kaynamakta olan tuzlu suya ekleyip karnıbaharlar yumuşayana kadar pişirin. (Yaklaşık 20-25 dk).Bu arada yoğurt yumurta un ve sıvı yağı bir karıştırıcı ile iyice karıştırın. Pişen karnıbaharları bir kevgir yardımı ile fırın tepsisine alın.Üzerine hazırladığınız yoğurtlu karışımı eşit miktarda dökün. Rendelenmiş kaşar peynirini ekleyin.Üzeinin nar gibi kızarmasını istiyorsanız en son üzerine bir bıçak yardımı ile fındık büyüklüğünde 5-6 parça margarin koyun ve 180 derece önceden ısıtılmış fırında üzeri kızarıncaya kadar pişirin (Yaklaşık 30-35 dk) Fırındak çıktıktan sonra 10-15 dakika dinlendirip üzerine sarımsaklı yoğurt dökerek servis edin.


Devamı için tıklayın..

4.02.2007

Lezzetli Brokoliler...


İstanbul'a hala adamaakıllı kış gelmedi. Hala işe giderken kazağimin içine gömlek giyiyorum, çünkü öğlene doğru kazak fazla geliyor. Annemin geçen sene bana ördüğü renk renk atkıları takabilmek umudu ile her akşam yatmadan balkondan havayı kokluyorum acaba yarın soğuk olur mu diye. Penceremin önüne dizdiğim meleklerim ile birlikte içmek için aldığım sahlep, boza, hazır çorba gibi yağmur kar yağdığındaki pencere önü atıştırmalıklarım bana küsmüş bir şekilde dolabımda duruyorlar. Tüm bu şartlara rağmen havaların bu kadar iyi gitmesine aldırmayan metobolizmam ise avcı atalarımızdan öğrendiği üzere biyolojik evrim gereği kışı rahat ve sıcak geçirebilmek adına yağ depolama işlemini tamamladı. Bu da bana birkaç kilo fazlalık olarak geri döndü. Ben de haliyle hem besleme düzenimi dengelemek hem de bu fazlalıklarla savaşmak adına bu aralar sebze yemeklerine yöneldim. Geçen akşam annemde yediğim brokolinin tarifini hemen alıp kendime yaptım. Brokoli hem hazırlanmasının kolaylığı hem hazmının kolay olması hem de kanserle savaşma özelliği sebebi ile şu sıralar favori sebzem olarak dolabımda. Bu yüzden herkesin bu sebzeyi tüketme alışkanlığını kazanmasını dilerim.

Malzemeler;

  • Arzu edilen miktarda brokoli
  • Yoğurt
  • Sarımsak
  • Tuz



Tarifi.

Brokolileri çiçeklerinden teker teker ayırıp yıkadıktan sonra kaynayan tuzlu suda 10 dakika haşlayın. Bu süre sonunda brokolileri bir kevgir yardımı ile içinde buz olan suya aktarın ve buzlu suda da 10 dakika bekletin. Son olarak yine kevgir yardımı ile süzgece alıp sularını iyice süzdürün. En son tabağa aldığınız brokolinin üzerine sarımsaklı yoğurt ekleyip servis edin.


Devamı için tıklayın..

3.02.2007

Canım tatlı çektiğinde...



Atıştırmak için alelacele hazırlanan kahvalti sofrasından,özenle hazırlanmış misafir sofrasına kadar her yemeğin bir öyküsü var bence. Hatta bazen hazırlamadan direk satın alınıp tüketilen şeylerin bile fazlaca öyküleri olabiliyor. Ben de bu hafta kültürümüzün bir parçası olan kuruyemişçiye uğrayıp çocukluğumuza ait küçük tatlı şeyler aldım. Kapı önünde kavrulan leblebilerin kokusunun ilk ulaştığı yer olan bir apartmanın 1. katında doğdum ben. Bu yüzden hepimizin sokaktan ''Anneeee, para at!'' seslenişleri bana ıvır zıvıra dönüşen madeni paralaı hatırlatıyor. Hafta işi iş çıkışı Levent Çarşıda yürürken mendil almak için girdiğim kuruyemişçide gördüğüm bu erik pestili de beni direk o günlere götürdü. Şimdilerde çoğu insanın unuttuğu hatta birçok çocuğun bilmediği pestiller, bizim zamanımızda aburcubur isteklerimize karşılık annemin alıp elimize tutuşturduğu şekerli meyvelerdi ve çok hoşumuza giderdi.Aradan geçen zamanda hazır ve hızlı tüketilen yiyeceklerin hayatımıza birden bire girişi ile pestil, kuru kayısı ve kuru vişne gibi yemişler unutulsa da yeni yeni beslenme uzamanlarımızın hayatlarımıza giriş ile hatırlanır oldu.

Ben de sağlıklı beslenme adına şu günlerde canım tatlı çektiğinde, ya da midemin kazındığı ara öğünlerde bol bol vişne kurusu tüketiyorum. Metabolizmayı hızlandırması, boşaltım sistemine yararları, selülit önleyici olması ve ihtiva ettiği meyvenin yararları ile birlikte hepimizin sofrasında bulunması gerektiğine inanıyorum. Yakın zamanda da kuru meyvelerin kaynatılarak yapıldığı hoşaflardan deneyeceğim.

Devamı için tıklayın..

Dinlenmek..


Bu aralar düşünüyorum ki insan hayatta en az iki kisi birden oluyor. Öğrenci iken çalışan biri olmak, çalışırken evli biri olmak, anneyken eş olmak gibi. Ben de farkettim ki 10 yıldır hiç tek bir kişi olamamışım. Üniversitedeyken dersten çıktığımda arkadaşlarım eve gidip anneleri ile çay içip akşamüzeri kanapede şekerleme yaparken, ben koştur koştur işe yetişmek zorunda kaliyordum. Ve kendim için seçtiğim bu tempo bu güne kadar eş olmak, kardeş olmak, evlat olmak gibi birsürü şeyle beslenince bu hafta içi herkese aynı düşümü anlatıp durdum. Kar yağıp okula gidemediğimiz o 2 gün gibi değil dedim. Hatta feda edip evde ve İstanbulda gezerek geçirdiğim yıllık izinlerimden 1 hafta bile değil. 2 ya da 3 ay istifa etsem herşeyden, bir sabah hiç uyanmasam akşama kadar.Ertesi sabah erkenden kalkıp boğaza fotoğraf çekmeye insem. Akşam üzerine doğru da bir kitap alıp küçük bir cafede eşimle buluşmayı beklesem. Bir sonraki gün birsürü kişiyi çaya çağırsam eve. Bir gün evde sabahtan akşama türk filmi izlesem, ve bir gün de Eminönü'nden incik boncuk toplasam sokak sokak. Sonra o içinde büyüdüğüm ama vakit ayıramadığım semt pazarları...Elim kolum patates ve çorap dolu gelsem eve..

Ve tüm bunları kurarken en son ne zaman tek kişi olduğum aklıma geldi. Ortaokulda iken, ders bitip eve geldiğimde camının önünde iki küçük koltuğu olan mutfağımızda annemle çay içerdik. Ve ben çok zaman kısır isterdim annemden. Çantamı yerleştirip ödevlerime bakıp TV'de Türk filmleri başladığı vakitlere denk bir öğleden sonrası uykusu çekerdim. Annem teyzem ile birlikte kısır hazırlayıp çayı demlediğinde beni uyandırırlardı.Hava kararıp da babaların eve gelme vaktindeki yemek telaşı sinyalleri gelene kadar da hiç unutamayacağım kadar huzur kokan sohbetler eşliğinde kısır yiyip çay içerdik.

İşte bugün de böyle bir günün özlemi ile kısır yaptım. Tabi tek başıma yediğim için bu tadı alamadım malesef. Ama yine de o bazı yemeklerin damaklarımıza değdiği ilk andaki dejavu hissinin tarifi mümkün değildi.

Malzemeler;
  • 2 su bardağı köftelik ince bulgur
  • 1.5 litre kaynamış su
  • 1 yemek kaşığı salça
  • 1 çay bardağı zeytinyağ
  • Yarım limonun suyu
  • 1 yemek kaşığı nar ekşisi
  • Pulbiber, tuz
  • Taze soğan
  • Maydonoz
  • Salatalık


Tarifi;


Bulgurları derince bir kabın üzerine oturttuğunuz tel süzgecin içine alın. Kaynayan suyu bulgurların üzerine dökün, süzülen suyu tekrar bulgurların üzerine dökün. Bu işlemi 3-4 kere tekrarladınktan sonra bulguru bir tencereye koyup kapağını kapatıp 20-25 dk.kabarmaya ve dinlenmeye bırakın.Bu arada taze soğan, salatalık ve maydonozu doğrayın. Kabaran bulgura zeytinyağı ve salçayı ekleyip rengini alana kadar iyice karıştırın. Limon suyu, nar ekşisi ve baharetları ekledikten sonra en son yeşillikleri ekleyip karıştırın ve ılıkken servis yapın. Ve o damağınızdaki ilk tadın size neler hatırlattığını bir düşünün...


Devamı için tıklayın..