29.03.2007

Sesame Mucizesi...



Düğüne az kala başlayan ve bence hala süren, annemin verdiği yemek derslerinden ilki günlük olarak hangi malzemelere ihtiyaç duyabileceğim ve bunları nasıl saklayacağımdı. Annem kasaptan aldığı 2 kilo kıymanın yarısını köfte, geri kalan yarısını da yemeklik olarak nasıl saklayacağımı ve kullanacağımı anlatırken yemeklik kısmını dolmalar ve yemekler olarak ikiye ayırmıştı. Benim öğrenmek istediğim tek yemek aslında en sevdiğim yemek olan ekşili köfteydi, bu yüzden o derski menümüzü eşimin en sevdiği yemek olan kabak dolması, benim favorim olan ekşili köfte ve hayatımın olmazsa olmazı yoğurtlu çorba oluşturuyordu. O gün ilk kez yemek yapacak olmamın tecrübesizliği ile dolma içindeki kıyma ile ekşili köftenin köfte malzemelerini birbirine karıştırmış, evlendikten sonra da bir müddet yalan yanlış şeyler yapmıştım Ama o gün annem için en büyük sorun benim kafamın karışıklığı değil düdüklü tencereye karşı olan korkumdu. Düdüklü kullanan tüm tanıdıklarımın başından bir düdüklü patlama olayı geçtiği için bırakın kullanmayı yanına bile yaklaşamıyorum. Annemin yapma etme alışırsın demelerini dinlemeyip daha çok pişiririm, kapağını kapatırım,önceden haşlarım dedim ve inat edip düdüklü tencere almadım. Nohut fasulye gibi bakliyatları 1 gece önceden suda bekletmem, mercimek yemeğimiz olan Kara Şimşek’i uzun süre pişirmem, tas kebabı yapmak için kuşbaşı etleri önce kavurup sonra pişirmem hiçbir sonuç vermedi ve birgün eşimin annemde yediği nohut üzerine anneme şöyle söylediğini duydum; ‘’Annecigim, sizin nohutunuz çok güzel oluyor ama eşim yaptığında nohut ayrı yerde suyu ayrı bir yerde oluyor’’. Bunun üzerine annem üzüntümü telafi etmek adına bir müddet fasulye ve nohutları düdüklü tencereden geçirip, gazını da alıp porsiyon porsiyon poşetleyip buzluğuma koymaya başladı. Fakat bundan da yorulmuş olacak ki geçen gün bana Tefal’in Sesame tenceresini hediye etti Tabi eşim ve ben buna çok gülsek de annem artık benden kurtulmuş olmanın verdiği rahatlık ile evine döndü.



Basınçlı değil mi bu da patlar, ölürüz, evimiz yanar gibi korkularım üzerine eşim içine su koyup tencerenin de altını yakarak bana nasıl çalıştığını ve korkmamam gerektiğini kullanma klavuzunu adım adım okuyarak anlattı. İlk olarak barbunya pişirdim. Bilmiş bilmiş kapağını açıp tadına baktıktan sonra ‘’Annemin Barbunyasııııı’’ diye büyük bir sevinç ile annemi arayıp, bir kez daha teşekkür edip marifetin pişirmede olduğunu kabul ettiğimi söyledim. Ardından şımarıklık edip patatesi, tavuğu bile Sesame’da haşladım.

Sesame bir de yemek tarifleri klavuzu vermiş. Sesame ile yapabileceğiniz gemici pilavından ayva tatlısına kadar 50 adet yemek tarifini ve yapılma yollarını anlatıyor. İlk olarak Ekşili Köfte’yi denedim. Geçekten sadece 3+7+2 olan 12 dakikada pişti! Sonuç bence inanılmaz, herkese tavsiye ediyorum, mutfakta elim ayağım oldu resmen.

(Not: Ben ekşili köfteye annemden öğrendiğim üzere 1 tatlı kaşığı salça eklerim, köfteleri de yemeğe eklemeden önce una bularım. Fakat bu seferki tarifi Sesame’in verdiği gibi yaptım, bu da çok lezzetli oldu)

Malzemeler,

Köftesi için;

200 gr kıyma
50 gr haşlanmış pirinç (2 yemek kaşığı gibi)
1/3 demet maydonoz
Tuz
Karabiber

Yemek için;

¾ adet arpacık soğan (ben 1 orta boy kuru soğan kullandım)
3 yemek kaşığı zeytinyağ
2 adet küp doğranmış havuç
2 litre tavuk suyu (ben 2 litre suya 1tablet tavuksu 1 tablet etsu kullandım)
1 adet kuşbaşı doğranmış patates
Tuz


Terbiyesi için;

3 yumurta sarısı
1 limon suyu
2 yemek kaşığı un
1 su bardağı soğuk su

1-Köfte çin bütün malzemeleri karıştırıp misket büyüklüğünde köfteler hazırlayın
2-Sesame’da arpacık soğan ve havucu zeytinyağı ile kavurun
3-2 litre tavuk suyunu ekleyip 3 dakika pişirin
4-Köfteleri ve patatesi ekleyip 7 dakika pişirin
5-Terbiye için bir kapta yumurta sarısı, limon suyu ve 2 kaşık unu iyice karıştırıp bu karışıma 1 bardak su ekleyin.
6-Terbiyeyi yemeğe ekleyip 2 dakika daha pişirin.
7-Tuzunu ekleyip servis edin.

Ben kuru fesleğen ile tatlandırdım, çok yakıştı.
Devamı için tıklayın..

26.03.2007

Un Ölçüsü Olan Kurabiye


Sonunda ben de kurabiye yapabildim! İçinde 40 çeşit ürün bulunduran bilmemneli yöresel pilavları bile denemekten korkmayan, deneyince başarabilen, hatta onu ona ekleyerek çeşitli spesyaliteler uydurabilen ben, evet itiraf ediyorum hayatimda hiç hamurişi yapamadım. Mini mini bir kiz çocuğuyken çoğunuz kurabiye, açma, poğaça gibi şeyler denerken ben denemelerimden sadece keklerimden sonuç alabiliyordum. Çünkü binbir özenle yoğurup şekil verdiğim kurabiyelerim fırına girikten sonraki 5. dakikasında yayılır ve tepsi ile bütün dikdörtgen pasta keki görünümünde bir şey olurdu. Hatta çok sevdiğim sekerpareyi, hurma tatlısını ne kadar farklı kişinin tarifinden de denesem hep aynı sonucu elde etmekten o kadar sıkıldım ki, ben de çözümü ortaya çıkan tarifin görünümü ne olursa olsun üzerine şerbetini döküp revani gibi dilim dilim keserek yemekte buldum. Hele hele tariflerdeki ‘’aldığı kadar un’’ kavramını kimlere sorduysam da bir türlü kavrayamamış olacağım ki bana göre alacağı kadarını almış bir hamur ya hala elime yapışır ya da Kalamiti Ceyn’in kurabiyeleri gibi kafamı delecek kadar sert olurdu. Hani herkesin hayatta beceremediği, üzerine gitse de çözemediği şeyler vardır ya, hamur işleri de benim için bu kategorinin dışına çıkamadılar maalesef. Ama yine de inatla mayalanması için dinlendirdiğim ama mayadan eser olmayan hamuru pişirmeye, bana göre incecik olan börek hamurlarının üst üste koyup pişirdiğimde ortaya çıkan çok ama çok kötü tarifleri de yapmaya devam ettim. Taa ki bu kurabiyeye kadar. Bu tarif işyerinden arkadaşım Duygu’nun benimle paylaştığı yapımı da pişirmesi de sonu ne olursa olsun deneyeceğim diyeceğim kadar da kolay bir tarif.

Hafta sonu bu tarifi denedim ve gözlerime inanamadım! Kurabiyeleri fırından verdiğim şeklin pişmiş hali olarak geri döndüler. Bu benim için ne kadar gurur verici sanırım alayabilmişsinizdir. Çünkü hayatımda ilk defa yaptığım bir hamurişini yiyebiliyordum.

Bu kurabiyelerin tadı un kurabiyesi gibi. Ben nasılsa kurabiyeler yayılıp tepsi ile bütün olacaklar diye cookie kadar büyük şekil verdim, fakat belki ümidi ile küçük şekil verdiklerim bile bozulmadı ve kahve fincanının yanına pek yakıştı doğrusu. Bence çay ya da kahve ile ikram etmek üzere küçük küçük şekil verilip pişirilse çok hoş olurlar.

Tarif sadece poşet puding ile yapılıyor. Ben kakaolusu ile yaptım, fakat Duygu’nun dediğine göre muzlu ya da çileklisi ile yapılanlar da çok lezzetli oluyormuş. Bence vanilyalı puding ile yapılıp içine tarçın ya da ortasına bonibon ya da fındık bile konabilir. Artık herkesin damak tadına kalmış.



Malzemeler;

1 paket kakaolu puding
1 paket oda sıcaklığında margarin
15 yemek kaşığı un

Hazırlanışı.

1-Fırın ısısını 175 dereceye getirin.
2-Margarin oda sıcaklığında ise küçük küçük parçalara bölün. Eğer dolaptan yeni çıkardıysanız da rendeleyin.
3-Margarinin üzerine kakaolu pudingi ekleyip iyice karışana kadar yoğurun.
4- En son aşama olan un ekleme kısmını da 3 er kaşık 3 er kaşık ekleyerek yapın. Yani 3 kaşık un ekleyip hamuru yoğurun, sonra 3 kaşık daha ekleyin ve 15 kaşık un bitene kadar 5 partide bu şekilde yoğurun
5-Yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine kurabiyeleri dilediğiniz şekilde dizin
6-175 derece ısıtılmış fırında tam 30 dakika pişirin.
Devamı için tıklayın..

Enerjisi ile coşturan Poyraz!




Cumartesi sabahı sahilde yürürken hava yine benim başımı ağrıtan uykumu getiren, gözlerimi kapatan lodostu malesef. Parkurun sonuna gelmiştim ve artık başladığım yere yani bir o kadar da geri yürümem gerekiyordu. Lodos enerjimi o kadar almıştı ki nasıl geri döneceğim diye dalgın dalgın bakınırken, benim ruh halimi tamamıyle değiştirdiği için kişisel mucizelerimden biri olarak adlandırdığım bir şey oldu, hava bir anda poyraza döndü. Denizin rengi yeşilden laciverte döndükçe baş ağrım hafiflemeye, bulutlar açılıp beyazlaşıp güneşe izin verdikçe adımlarım sıklaşmaya başlamıştı. O kadar enerji birikti ki birden üzerimde geri kalan yolu yürümek yerine koştum. Koşarken aklıma hep serin ama güneşli poyraz günleri geldi. Bu serin ama güneşli poyraz günerinin de en güzeli tabiî ki cuma günü son ders zili çaldıktan sonra, eve dönerken hissettiğimiz poyraz günleriydi tabiî ki. Hani hepimiz hafta tatilinin başı olan cuma günlerini çok severiz ya, işte bizim evin orda cuma günleri pazar kurulduğu için benim için hafta tatilinin başı demek cuma pazarı demek oluyordu. Okuldan geldiğim gibi annemle cuma pazarına gider, ilk önce yiyecek kısmından ihtiyacımız olanları alır, sonra onları eve bırakıp pazarın geri kalan kısımlarını gezmeye giderdik. Bu yemek alışverişi kısmındaki tezgahlar en çok ilgimi çeken kısımdı benim. Hatta resim dersinde öğretmenlerin konuyu serbest bıraktıkları yani her öğrencinin dilediği temadaki resmi kendi defterine çizeceği haftalarda benim sürekli çizdiğim 2 resim vardı; biri yuvarlak tezgahında boy boy ve ıslak balıkların bulunduğu balıkçı, diğeri de özenle dizilmiş ve parlatılmış meyve ve sebzelerin bulunduğu manav resmi. İşte bu manav ve balıkçının resmini daha detaylı ve güzel çizebilmek için tezgahları inceler dururdum hep. Özellikle bu mevsimlerde yani yazın gelmeye başladığı zamanlarda tezgahtaki amcalar daha bir enerji ile bağırırlar, meyve ve sebzeleri daha bir özenle dizerlerdi. Hani çağla çıktığında yaşasın yaz geliyor diyoruz ya, işte enginar da manavlardaki yerini aldığında kiraz gibi karpuz gibi enginarı da tüketebilmem için kısıtlı olan zamanımın başladığı hissine kapılırdım. Yine böyle telaşa kapıldığım an aldığım enginarları, üzerindeki garnitürü hazırlamayı bekleyemeyecek kadar sabırsızlıkla konserve garnitürden yapıp bir anda tüketiverdim. Cuma pazarından annemin alıp yaptığı enginarlar kadar güzel oldu mu bilemem, ama poyrazın ve hergün yeni çıkan bir meyvenin neşesi ruhumu o günlerin huzuna dönecek kadar arındırdı.

Malzemeler;

3 adet ayıklanmış enginar
1 adet limon suyu
1 adet konserve garnitür
1 adet orta boy soğan
1 çay bardağı zeytinyağ
2 bardak sıcak su
Taze dereotu
Tuz

Hazırlanması;

1-Soğanları zeytinyağında pembeleşinceye kadar kavurun.
2-Garnitürü ekleyip 3 dakika daha kavurup altını kapatın.
3-Enginarları 1 limonu suyu ile ovalayıp tancereye dizin ve üzerine tuz serpiştirin
4-Hazırladığınız garnitürü enginarların üzerine koyun.
5-2 bardak sıcak suyu enginarların dibine ekleyip enginarlar yumuşayıncaya kadar yaklaşık 20-25 dakika pişirin.
6-Dereotu ile servis edin.
Devamı için tıklayın..

22.03.2007

Bu sabah yağmur var İstanbul'da



Uzun ama kurak geçen bir kış, ardından Mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır’a inat bahardan öte yaz gibi bir 5 günden sonra yaklaşık 3 saattir kesilmeden yağan yağmur için heyecandan ne yazacağımı şaşırdım. Bolluk bereketten huzur veren sesine kadar birçok şeyin arasında yine aklıma ilk gelen eski zaman günleri oldu. (Sarınım ben bu blogun adını Bir Porsiyon Öykü değil Bir Porsiyon Nostalji falan koymalıymışım) Ofisimde masam hemen kocaman bir camın önünde ve şanslıyım ki camdan görünen boğazın Marmara Denizi’ne açılan ucu..Camdaki iri iri damlaları geçip de denizi gördüğümde canım terasa çıkıp ıslanmak istiyor. Ama arkadaki görüntüyü boşverip damlalara baktığımda sanki ilkokul öğretmenimin sesini duyar gibi oluyorum. Biz çocukken ne çok yağur yağardı değil mi? Yumurta kokan ve çocuklar ıslan ayakkabıları ile kaymasınlar diye sarı sarı talaşlar ile bulanmış koridor camlarında hep bu görüntü olurdu. 5. sınıfların numara sırası ile nöbetçi öğrenci olduğu günler ise hayal dünyam ve yağmur ile baş başa kalabildiğim için en sevdiğim anlar olurdu. Elektrik kesilince de Hababam Sınıfı’ndaki Hafize Teyze gibi kocaman bir çanı sallaya sallaya katlarda dolaşırdık. Tabi yağmur yağdığı için bahçeye çıkmak yasak olur, sınıflardan fırlayan bütün öğrenciler koridrları tıkış tıkış doldurup koşmaya çalışırlardı.Ben tenefüslerde spor salonuna inmeyi severdim. Minik bir hanımefendi gibi balerin olacağım diye tutturup annemin beni bale bölümüne yazdırmıştı. Sağ ayağımın parmak ucunda dururken sol ayağımı en tepelere kaldırmak benim için çocuk oyuncağı idi ama gel gör ki sol elim o havadaki ayağımın topuğuna yetişemiyordu ki tutayım. Bu yüzden balerin olma hayalim diğer kızların boyunun 3 katı olduğum için sene sonu AKM’de en arkalarda kendi kendine çiçek toplayan çiçekçi kızı oynamamla sadece bir sene sürebilmişti. Üçüncü tenefüs ise beslenme tenefüsüydü. Artık 5. sınıfa gelmiş çocuklar büyüdükleri için beslenme çantası getirmeye utanır, annelerinden sadece üçüncü tenefüs kantinde verilen sıcak simit ile gazoz olabilmek için harçlık alırlardı. Ben hala o simitlrin tadını Eminönü fırınlarından çıkan simitler dahil hiçbir simitten alamadım.



İşte bu sabah evden çıkmadan tv’de Şirinler’i seyretmemden midir nedir yağmur yağında, koklamaktan kokusunun biteceğini sandığım arı maya silgilerim, Milliyet gazetesinden her Cuma alıp kesip yapıştırıp mahalleler kurduğumuz karton evlerim, okuldan eve yürüyerek gidişerimdeki sokak kokusu, evde öğleden sonrası şekerlemeleri ve daha birsürü şey geldi. Yağmur birkaçgün hiç dinmese keşke, en azından hafta sonu uzun yürüyüşler ile tadını çıkarabiliriz.
Devamı için tıklayın..

21.03.2007

Bahçelerde Börülceee!


Mevsimleri yemeklerle özdeşleştirmek ne güzel değil mi? Havalar ısınıp üst kata çıktığımızda, ya da daha da ısınıp yazlığa gittiğimizde yediğimiz balığın yanındaki salatalarımız da evrim geçirir. Herhalde baharın verdiği enerji ile bütün bir kış fırında hamsi yanında kıvırcığın içine doğradığımız domatesin yerini nefis yeşillikler alır. Gözümüz gönlümüz açılsın diye sofralar daha bir özenle süslenir. Sevgili annemin, bütün aile eşrafının balık sevenleri ve kendi arkadaş gurubunca çok sevilen, adı ve tadı annem ile özdeşleşmiş yemekleri arasında börülce bunlardan biridir. Nisan ayında terastaki güller yaprak açar ve rüzgar açılmış kırmızı, pembe ve beyaz gül yapraklarının hepsini halı gibi yere serer. İşte annem bu yaprakların döküldüğü günlerde onları süpürmez, üzerindeki masada çeşit çeşit yemekler hazırlar. Benim her gördüğümde ‘’Bahçelerde börülceeee, oynar gelin görümceee’’ diye içimden göbek atasım geldiği bu salata da içimdeki enerjinin ifadelerinden biri oldu. Fener’de bir balıkçıda içine sarımsak da konulduğunu fark ettiğimiz börülce de gün batımında barbeküdeki balıkların pişmesini beklerken burnumuza gelen dereotu kokusunun hatırlatıcısı sanki. Bu aralar havalar güzel gidiyor, ama hava henuz akşam vakitleri rahat rahat açıkhavada yemek yiyecek kadar ılınmadı, ben de havaların ılınıp balık ve börülce kokmasını sabırsızlıkla bekliyorum.

Annem bu börülceleri haşlayıp ve porsiyonluk paketleyip buzluğuma koyuyor. (Onun buzluğuma koydukları olmasa ben ne yapardım bilmiyorum). Ben de buzluktan çıkardıktan sonra karnar sudan geçirip salatayı hazırlıyorum.

Notlar;
1-Eğer börülceleri akşamdan kaynar sudan geçirip zeytinyağ, limonsarımdak ve tuza yatırır, taze otları ertesi gün servis ederken doğrarsanız tadı daha bir güzel oluyor.
2-Malzemedeki maysonoz ve dereotunun çokluğu sizi korkutmasın, taze otların bolluğu bu salataya lezzet katıyor.

Malzemeler;

Yarım kilo haşlanmış taze börülce
1 demet maydonoz
1 demet dereotu
5-6 sap taze soğan
½ su bardağı zeytinyağ
1 adet limon suyu
2 diş sarımsak
Tuz

Hazırlanışı;

1-Börülceleri kaynar suya atıp çok bekletmeden 2-3 dakika sonra suyunu iyice süzdürün.
2.Limon, zeytinyağ, tuz ve sarımsak ekleyip iyice karıştırın.
3- Maydonoz, dereoto ve taze soğanı ine ince doğrayıp ekleyin.
Devamı için tıklayın..

Duygu'nun Profiterolü


Ben ortaokuldayken her hafta sonu sinemaya gitmemi isteyen annem, benimle gelmeye vakit ayıramadığı zamanlarda kuzenimle gitmemi isterdi. O zamanlar Atlas sinemasına gittiğimiz kuzenimle birlikte en sevdiğimiz şey sinemadan çıkınca Mc Donald’s dan Big Mac Menü yemek ve artan paramızla annelerimizden gizli atari salonunda tilt oynamaktı.Bu yüzden evden sinema ve yemek için harçlık isterken hep sinema biletlerinin zamlandığından bahsederdik. Annelerimiz de paramızı doğru yerlere kullanmamızı bize öğretmek için hep sadece sinema, yemek ve yol parasına denk gelecek kadar harçlık verirlerdi bize. Atari salonları zamlanıp paramız yetmemeye başladığında eve başka şeyler uydurmanın zamanının geldiğini düşünüp, sinemanın karşısında İnci pastanesi olduğunu ve çıkınca canımızın hep profiterol istediğini ama paramız artmadığı için yiyemediğimizi söyledik. Yaşamdaki en büyük fizyolojik ihtiyacın açlık olduğuna inanan annelerimiz de pastanenin camındaki kediler gibi boynumuz bükülmesin diye harçlığımıza profiterol kadar zam yaptı. Biz bu para ile atari salonunda tilt oynarken eve yalan söylemenin verdiği vicdan azabı ile bir cumartesi gerçekten profiterol yemeye karar verdik. Ve o profiterolu yedikten sonra aslında annelerimizin 1 dakika bile düşünmeden harçlığımıza neden zam yaptığını da öğrenmiş olduk. Biz kuzenim ile yılarca devam eden bu sinema haftasonlarını hep İnci pastanesi’nde sonlandırdık. Aradan yıllar geçti ve ben taa ki geçen haftalardaki İnci’ye ziyaretime kadar kadar profiterol yemediğimi fark ettim. Yedikten sonra annemin yanına dönmeyi, ya da cebimdeki son para olduğu için dönüşte çifte kavrulmuş lokum istemeyi ama alamamayı o kadar istedim ki… Neden bir kere yiyip de keyif aldığımız şeylerden hayat boyu aynı keyifi alamayız ki?.

Profiterolu o kadar da sevmediğim için hiç evde denemeyi düşünmemiştim. Geçen hafta ofisten arkadaşım Duygu’nun yapmamı ısrar ettiği profiterolü sonunda denedim. Bu tarifi Duygu daha önce pastanede çalışmış bir arkadaşından almış. Bu yüzen güvenilirliği %100. Ben bu tarfi yapana kadar profiterolün bu kadar kolay yapıldığını bilmezdim. Fakat yine de beni en çok cezbeden yanı kendinden çok çikolata sosu oldu.

Malzemeler:

Hamuru için;


2 su bardağı su
2 su bardağı un
1 adet kesme şeker
1 fiske tuz
100 gram tereyağ
4 adet yumurta

Kreması için;

2.5 bardak süt
7 yemek kaşığı toz şeker
50 gr tereyağ
1 paket vanilya
3 yemek kaşığı un

Çikolata sosu için;

2 paket Dr.Oetker çikolata sosu

1-Fırını 180 dereceye ayarlayın.
2-Hamuru yapmak için bir tencerenin içine 2 bardak su, 1 kesme şeker, 1 fiske tuz ile 100 gr. Tereyağını ekleyip kaynayana kadar karıştırın.
3- Kaynayan karışımın altını kısıp 2 bardak un ekleyin ve un karışıma yedirilene kadar karıştırıp altnı kapatın ve malzemenin soğuması için bırakın.
4- Soğuyan hamur malzemesine 4 adet yumurtayı sıra ile kırıp karıştırın. Yumurtadan önce bir kek karışımını andıran hamur, yumurtada sonra bozuluyor gibi görünüyor ama sakın yılmayın. Mikserin en yüksek hızında hamur toparlanana kadar karıştırın. (Yaklaşık 5-7 dk)
5-Yağlı kağıt serdiğiniz fırın tepsisine isterseniz tatlı kaşığı ile, isterseniz hafifçe nemlendirdiğiniz elinizle hamurlar alıp yuvarak şekilde dizin. Hamurun içinde kabartma tozu olmamasına rağmen hamur pişerken kabarıyor, bu yüzden gerçekten tatlı kaşığından büyük parçalar koparmamaya dikkat edin.
6- Tepsiyi fırına verin ve yaklaşık 20 dakika kadar hafifçe pembeleşip puf puf olana kadar pişirin. Pişirme işlemi bitince hemen frından almayın ve yavaş yavaş ılınmasını bekleyin.
7-Bu arada krema malzemeleri için 2.5 bardak süt, 7 kaşık şeker, 50 gr tereyağ, 1 paket vanilya ve 3 kaşık unu ocakta pişirin.Un topak topak olmasın diye arada mikser ile karıştırın.
8-Fırından çıkan hamurların içini elinizle açıp kaşık ile krema doldurun. Bu aşamada korkmanıza hiç gerek yok çünkü açmak için elinize aldığınız hamur mısır ekmeği gibi kendiliğinden açılıveriyor.
9-Bu profiterol toplarını bir servis tabağına piramit şeklinde dizin. (Bunları üzerini kapatarak 1 gece buzdolabında bekletebiliyorsunuz)
10- Üzerine çikolata sosunu paketteki tarife göre pişirip sıcakken döküp servis edin.

(Bu arada Dr.Oetkerin çikolata sosunu çok sevmeme rağmen bir dahaki sefere mozaik pasta için yaptığımız sostan içine bitter çikolata katarak daha keskin bir sos yapmayı planlıyorum.)
Devamı için tıklayın..

20.03.2007

Tavuklu ''Jamil'' salatası














Dün radyoda bir psikolog depresyon konusunu incelerken ‘’Eğer İstanbul’da yaşıyor ve hergün işe gidiyor iseniz, iş hayatınızın, özel hayatınızın ya da evliliğinizin kötü gitmesi gerekmiyor, günlük trafik zaten sizi depresyona sokuyor’’ dedi. Benim gibi depresyonuna sebep arayan ama bulamayan insanlar için gayet tatmin edici bir açıklama oldu bence Eğer İstanbul’da yaşıyorsanız güne 1-0 yenik başlıyorsunuz zaten, işe henüz varamadan gülük enrjinizin 1/3 ünü kaybediyor, sabır düzeyinizin yarılarına kadar geliyor, ve endişe sınırınızın sabah sabah farkına varaviliyorsunuz. Dönüş trafiğini de ele alırsanız 8 saatlik çalışma temposu için 24 saatlik yaşam diliminizden ve ömrünüzden neler verdiğinizi görmek yedeklediğiniz sabrınızı da bitiriyor. Tüm bunlara karşın trafiği olmayan ülkelerde yaşayan insanların ne kadar şanslı olduğunu düşünüp hayallenebilirsiniz. Aynen tarif ettiğim gibi trafik olmayan, korna sesi duyamadığım bir ülkede yaşayan kuzenim bugünlerde hepimizin sahip olsa havalara uçacağı şartları dahi göremeyecek kadar mutsuz ve gergin. Kuzenim tezini teslim etmesi için gereken krediyi tamamlattıracak dersten geçen dönem bir talihsizlik sonucu kaldı. Bu ona bir dahaki sinav dönemine kadar olan 6 ayık dönemi tekrar çalışmak için ne yazıkki kaybettirdi. Ne yazıkki diyorum çünkü sevgilisini İstanbul’da bırakan kuzenim içim geçmek bilmeyen günler ardı ardına eklenmeye başladı. İlişkilerde gidişhatın belirsizliğinin ne kadar zor olduğunu anlayan biri olarak bu dönemde yanında olmaya çalışıyorum elbette. Fakat yarın gireceği sınav için günlerdir çalışan, ve bugün de tüm gerginliği ile zaman geçiren kuzenimi motive etmek bugün mümkün olmuyor ne yazıkki. Birlikte bilmediğimiz bir ülkenin bilmediğimiz bir şehrinin bilmediğimiz sokaklarında fotoğraf çekerken aldığımız keyfi hatırlatmak adına önümüzdeki hafta burada olduğunda hafta içi bir gün fotoğraf makinemiz ile İstanbul’u fotoğraflamayı teklif ettim. Fakat bununla bile kendine gelmeyen kuzenimin genetik şifresi gereği motive edecek şeyi sanırım buldum.Hafta sonu kuzenimin annemde yediği ve çok sevdiği için Türkiye’ye gelişinde onun için yaptığım bir salatayı yaptım. Bu salataya yazacak bir şeyler ararken bu satırlar aklıma geldi. Ben bu salataya ‘’Jamil Salata’’ ismini taktım. Yarın saat 11:00 de sınava girecek kuzenime edeceğimiz duaların yanında geçen sene eşim ile seyredip çok etkilendiğimiz bir belgesel olan ‘’Ne biliyoruz ki’’ ‘den öğrendiklerimi de tekrar edeceğim. Fizik kurallarına göre benzer şeyler benzer şeyleri çeker. Pozitif şeylerin olmasını istiyor isek pozitif düşünmeliyiz. Ben kuzenimin sınavının yarın çok iyi geçeceğine inanıyor, kendisine buradan bildiğim bütün duaları, çakraları, reikileri, pozitif düşünceleri bu salata ile gönderiyorum.


Malzemeler;

300 gr tavuk göğüs
1 adet kıvırcık salata
1 avuç iri kıyılmış ceviz
3 yemek kaşığı yoğurt
2 yemek kaşığı mayonez
1 diş sarımdak
Tuz
Karabiber

Tavukları sıcak suda iyice haşlayıp etleri ince ince didikleyelim. Kıvıcık salatayı çok ince şeritler halinde doğrayıp didilmiş tavuk ile karıştıralım. Bu karışıma tuz, sarımdak, karabiber ve ceviz ekleyelim. 3 yemek kaşığı yoğurdu karışıma ekleyip karışım toparlanana kadar karıştıralım. En son mayonezi ekleyelim.(Mayonezi ben de sevmiyorum ama bazı yoğurtlu salatalara çok lezet veriyor. Yine de siz mayonez eklemek istemez iseniz 1 yemek kaşığı yoğurt daha ekleyebilirsiniz). Üzerini taze otlarla süsleyebilirsiniz.
Devamı için tıklayın..

16.03.2007

Yaşasın Çağla çıktııııı!









Üniversite öğrenimimde Davranış Bilimleri dersi yok diye çok üzülmüştüm. Benzer bölümlerde okuyan arkadaşlarım büyük bir gururla çeşitli psikolojik teorilerden bahederken, ben bu kadar ilgim olan br konuya akademik olarak yaklaşamamanın üzüntüsünü yaşadım. Tabiî ki hiçbir konu, kendi kendimize arştırdımızda okulda değerli akademisyenlern deneyimleri ile öğrettikleri gbi güzel anlaşılamaz ama, ben yine de bu konuyu kendi çapımda bu güne kadar araştırıp durdum. Taaa ki geçen sene eşimin açıköğretim sınavları gelene kadar. Benim bitirdiğim bölüme giren eşime kendi eğitimimi tekrarlamak için seve seve yardım ettiğim geçen yılda karşıma Davranış Bilimleri dersi çıktı.Nasıl sevindim bilemezsiniz. Hayatımızda yaşadığımız etkilere karşı verdiğimiz birçok tepkinin sebeplerini ve sonuçlarını artık teorik olarak bilmek beni çok mutlu ediyor. Örneğin artık her sene belki de aynı zamanda yediğimiz bir meyvenin bzi hep aynı anıya götürmesinin sebeplerini anlayabiliyorum.

Bence çağla size de benimle aynı anıyı çağrıştırıyor; ilk okul günlerini… Çağla ardı ardına gelen yağmulardan sonraki ilk güneşli günde okul önündeki renkli macuncunun tahtını devralmıştır. Hıdırelleze kadar geçecek sürede baharın geleceğini kesinleştiren ikinci büyük kanıt 1-2 hafta önce tezgahlarda yerini alan papatyalardan sonra çıkan çağladır. Her dersten ayrı ayrı olduğumuz 3 yazılının ya ikincisini olmuşuszdur, ya da ikincsinin sonucu açıklanmıştır. Cebimizdeki günlük harçlığımız üçüncü tenefüsteki gazoz ve simit kadar olduğu için çıkışta gördüğümüz çağlayı alamamış, ertesi gün için hayal kurmaya başlamışızdır. Okul önündeki satıcılardan bir şey almak yasak olduğu için annenize bundan bahsedemez, ertesi gün simit yememeyi göze alıp çağla için aç kalmışsınızdır. Çünkü çağla (o zamanlar) 6 ay boyunca yiyip bıktığımız elma mandalina ve portakaldan sonra yeşil erik çilek kiraz karpuz kavun kayısı gibi rengarenk ve birbirinden lezzetli birsürü meyvenin de habercisidir sanki.

İşte ben de iş dönüşü aynen okul çıkışı gibi bakkalda çağlayı gördüm. Sadece süt almak için bakkala gittiğimden arabadan az para alımıştım yanıma. Sütü alıp bakkaldan çıkarken manav reyonunda çağla gördüğümde ayı 20 sene önceki gibi bir tepki vermiş olmalıyım ki manavda görevli amca yanıma gelip ‘’ben de çok sevindim abla’’ dedi Tıpkı okul günlerinde olduğu gibi yanımda para olmadığını fark ettğimde gülmem geldi. Amca bana ne kadar cereyim diye sorduğunda yanımda para olmadığını söyledim, o da bana ‘’abla o kaar sevindin ki bu bana yeter senden para alama zaten helal olsun’’ dedi O kadar sevndim ki koşa koşa eve gelip eşime anlattım, herbr çağlayı yıkadım, resimlerini çektim. Ama aynı ilkokul günlerinde olduğu gibi hepsini yemeye kıyamadım.Şimdilik her akşam 1-2 tane yiyorum.

Şimdi çağladan sonra yeşil erik ile çilek, onlardan sonra da kiraz ve karpuzun gelmesini iştahla ve sabırsızlıkla bekliyorum. Yaşasın yaz geliyooorr!:
Devamı için tıklayın..

14.03.2007

Sigarayı bıraktım ama...














Bu sene sonunda kendime bir iyilik yapıp sigarayı bıraktım.Uzmanların da söylediği gibi sigarasız bir hayat sonrasında insan yediklerinden daha fazla fayda görüyor, daha sık acıkıyor ve ilk zamanlar elini ayağını nereye koyacağını bilmediği için hep bir şeyler yemek istiyor. Buraya kadarki semptomlar çok normal. Fakat yine uzmanların en fazla üzerinde durdukları konu nikotinin fiziksel bağımlılığından kurtulduktan sonraki aşamada, sosyal hayatta sigarasızlığın boşalttığı psikolojik bağımlılık listesine başka bir bağımlılı eklenmesi: Yemek yeme bağımlılığı! Çünkü kilo alımı durmuyor ise bu sefer sigaranın yerine yemek koymuş oluyoruz ki bu da neticede bir bağımlılık. Sigarayı bırakırken ki en zorlandığım nokta olan sigara ile bağdaşık hareketlerin ertelenmesi kisminda kendimi bilgisayarım ile birlikte mutfağa oradan da yemek masasına atmış olarak bulmam oldu Çünkü uzun bir süre TV izlerken ya da kitap okurken sigara içmiş iseniz kedinizi bir müddet yine Tv izlerken ya da kitap okurken sigara arar olarak buluyorsunuz, bu yüzden de en iyisi yaparken sigara içmediğiniz aktiviteleri yapmak gerekiyor. Ben de en zevkli olanını, mutfağa girip pişirmeyi ve yemeyi seçtim.Bir arkadaşımın bana ‘’Sigarayı bıraktın da, aldığın her bir kilo helal olsun’’ demesinin beni artık tatmin etmediği noktada diyete başlamak zorunda kaldım. Her ne kadar çok kilo fazlam olmasa da durmak bilmeyen iştahımı dizginlemek, dengesizleşen yeme düzenimi dengelemek ve potansiyel kalp-damar hastalıkları riskim için erkenden önlem almak adına bir uzman yardımı ile diyet yapıyorum. Bu noktada beni tek üzen şey Portakal Ağacı sevgili Hatice’nin kokusu burnuma gelen un kurabiyelerine sadece bakmak ile sevgili Devletşah’da okuduğum mikrodalgada pişen brownie’yi deneyememek oldu.

Günde bir öğün tüketilen proteinin her çeşidinden bıkmamak için kendimce tüketim şekilleri uydurmaya başladım. Nerede okuduğumu ya da izlediğimi bilmediğim ama saınırım adının tavuk mücveri olduğunu hatırladığum bir tarif aklıma geldi ve ben diyet sınırlarım çerçevesince ve aklımda kaldığınca bir tavuk mücveri yaptım. Bu tarifi toparlayan şey aynı kabak mücverinde olduğu gibi bence yumurta ve 1 kaşık un ama ben tamamen light bir tarif olması açısından bunları eklemedim. Görüntüsü güzel olsun diye de papates yataklarına oturttumç Tavuk mücveri adına zayıf, ama diyet yemeklerine akternatif olması açısından çok güçlü bir tarf oldu. Protein öğünde ızgara köfte, ızgara et ve tavuk şiş yemekten sıkılanlar için…

Malzemeler
8 adet tavuk mücveri

200 gr tavuk göğsü
3 sap taze soğan
½ demet maydonoz
½ demet dereotu
50 gr kadar beyaz peynir
Tuz
Karabiber
4 adet küçük patates
1 tatı kaşığı salça
½ bardak ılık su

Hazırlanması

Patatesleri soyup sıcak suda haşlayın.Tavukları başka bir tencerede sıcak suda iyice haşlayın ve bu arada fırını 200 dereceye getirip kullanacağınız fırın kabının üzerine yağlı kağıt serin. Haşlanan tavuğu ve rodadan geçirin. Tavuğun içine ince doğranmış taze soğan,dereotu maydonoz ile birlikte tuz ve karabiberini ekleyip iyice yoğurun. Sonra elinizle ufaladığınız beyaz peyniri ekleyip yoğurun.(Hatırlatıyorum eğer diyette değil iseniz bu tarife 1 yumurta ile 1 yemek kaşığı un ekleyebilirsiniz.) Haşlanan patatesleri enlemesine ikiye bölüp tavuk mücverlerinin altı için yatak hazırlayın ve üzerini hafifçe tuzlayın. Her bir patatesin üzerine tavuk mücverlerinden köfte gibi şekil yapıp yerleştirin.En son ½ bardak ılık suyun içinde 1 tatlı kaşığı salça eritin ve bu karışımı tavukların üzerinde gezdirin. Isınmış fırında 25-30 dakika kızartın. Hatta benim için fırından almadan 5 dakika önce üzerine rendelenmiş kaşar peyniri serpin
Devamı için tıklayın..

12.03.2007

Ben bu sütlükleri tanıyorum!


Bu sene İstanbul’a hani şu yolları kapatan, bizi çocukluğumuza döndüren kar yağmadı Eminim hepimiz bekledik bu beyaz düşü, ha geldi ha gelecek dedik ama maalesef çok ılık bir kış geçirdik. Her ne kadar soğuk sevmiyorum desek de kışın gelecek soğuğa karşı kendi çapında gardını alan metabolizmam canı tatlı çeker gibi resmen soğuk hava çekti durdu. Hatta kış ortasındaki Almanya seyahatimde kızaran parmaklarımı görünce ‘’ohh be!’’ demiştim, atkıları berelerimi takıp hızlı hızlı yürüyebileceğim, sıcak çikolatadan zevk alabileceğim sokaklardayım.

Evlenmeden önce kar yağdığında olduğumuz yerde en az 3-4 gün mahsur olduğumuz için eşim ile görüşemezdik. Evlerimiz çok yakın olmasına rağmen oturduğumuz semtte metrekare başına kar tutma potansiyeli yüksek olduğu için bırakın görüşmeyi bakkala bile gidemezdik. Bu yüzden kar yağdığında hep evleneceğiz, kar yağacak ve biz camdan kar seyrederken sıcak süt içeceğiz diye hayal kurardık. Hatta bir keresinde kar yağışı sebebi ile evde mahsur kalmıştık. Elektrikler kesik olduğu için kalorifer yanmıyordu ve biz artık buz gibi olan evde mutfakta ocağın üzerinde tencereye su koyup, çıkan buhar ile ısınmak sureti ile vakit geçiriyorduk. Babam sömineyi yakmayı düşünmüştü ama 6. katta olan evimize asansör çalışmadığı için sadece 1 kez odun taşıyabildik, odun bitince de şömine azıcık daha yansın diye evde gazete dergi, benim eski okul defterlerim, gibi birsürü şeyi önem sırasına göre dizip yakıp annemle ısınmaya çalışmıştıkJ Ne kadar elektrik yok, soğuk gibi şeyere söylesek de TV, bilgisayar gibi çağın oyalayıcı ve beşeri ilişkiden uzaklaştırıcı icatları olmadığı için bu kar zamanları çok güzel geçerdi. Annem ile bulabildiğimiz kadar pil satın alır, yeterki radyo çalışın diyip annemin çocukluğuna doğru yolculuğa çıkardık. Böyle zamanlarda anne dizinin dibinde oturup kestane yiyerek annelerin çocukluğunu, babalarla nasıl mektuplaşıldığını, karne ile yiyecek satın aldıkları günleri ya da kendi çocukluğunuzu dinlemek ne güzeldir değil mi? Bence bizlerin bu yoğun tempodan sıyrılıp, büyüdüğümüzü ve o küçücükken sırtımızı dayayıp güç hissettiğimiz annemizin yaşına bile geldiğimizi unuttuğumuz tek an bu an olmalı.Çünkü sadece bu anlarda başka hiçbirşey düşünmeden, sadece size ait olduğunu bildiğiniz anıları tekrar tekrar dinlemek, o bitrdiğinizi hissettiğiniz andaki puzzle’ın son parçasını koymak istememeniz gibi sizi başa döndürebilir. Her hikayede yine Puzzle’i satın aldığınız günden tutun da son parçaya kadar yaşadıklarınızı yeniden yeniden yaşamak, doğru yerde doğru parçaları doğru yerlere koyamamanın pişmanlığını silmek için bozup tekrar yapmak gibi hikayeler değil midir?

’’Anneeee bakkala gidebilir miyim’’ sorusuna kızdığımız zamanlara şu günkü aklım ile gidebilseydim eğer, lambadan çıkan cine dilek olarak ömür boyu anneme danışmak ve onun verdiği kararları uygulamak dışında bir dilek dilemezdim herhalde. İşte bizler kar yağdığı zamanlar gibi hayatımızda ‘’mola’’ olan anları rutine dönüştürebilsek kendimiz ile ilgili çok yerlere varabiliriz diye düşünüyrum. Ama maalesef bu anları bilinçli olarak hayatımıza sokamiyoruz. İşte bu yüzden eşim ile ayrı olduğumuz o kar yağmalarından bunları paylaşabilmek adına hep evlenelim ve kar yağsın diye hayal kurduk. Evlendiğimiz senenin ilk kışında çok da güzel kar yağdı ama maalesef eşim bu zamanı evin dışında işyerinde geçirmek zorunda kaldı. Olsun diyip bir sonraki seneye ertelediğimizde de küresel ısınma geldi kar tanelerini aldııı götürdü.. Şimdi dünden beri bu hafta içi Tüm yurtta kar yağışı beklenildiği söylenip duruyor. İstanbulda ikimizin hayal ettiği gibi bir kar yağışı olmayacağını biliyorum. Ama belki birkaç kar tanesi bizi alır kendimize götürür ne dersiniz?

Benim küçücükken kar yağdığında kuzenimle, kimse ‘’hadi gidiyoruz’’ demeden oyun oynayabileceğim için mahsur kalmak istediğim ev hep dayımların evi olmuştur. İşte bu günlerde annelerin içtiği türk kahvesine özeniyoruz ve ağlıyoruz diye bizi kandırmanın yolunu keşfetmiş olan canım yengem, hem bizi sustursun hem de süt içirmiş olsun gibi 2 ulvi göreve imza atmanın gururuyla bize kahveli süt yapardı. Ben evlenirken yemek odamdaki büfenin içi için hatıra olmasını istediğim ,ananem, yengem ve teyzemin evinden kendi seçecekleri eşyaları bana vermelerini istemiştim. İşte yengem de farkında olmadan tam da bize kahveli süt içirdiği ve hemen hemen hepimizin annelerinin vitrinini süsleyen bu sütlükleri vermişti!
Ve şu an hepinizin ben bu sütlükleri tanıyorum deyişinizi duyar gibiyim...

Devamı için tıklayın..

Dinlenmek...


Bu aralar düşünüyorum ki insan hayatta en az iki kisi birden oluyor. Öğrenci iken çalışan biri olmak, çalışırken evli biri olmak, anneyken eş olmak gibi. Ben de farkettim ki 10 yıldır hiç tek bir kişi olamamışım. Üniversitedeyken dersten çıktığımda arkadaşlarım eve gidip anneleri ile çay içip akşamüzeri kanapede şekerleme yaparken, ben koştur koştur işe yetişmek zorunda kaliyordum. Ve kendim için seçtiğim bu tempo bu güne kadar eş olmak, kardeş olmak, evlat olmak gibi birsürü şeyle beslenince bu hafta içi herkese aynı düşümü anlatıp durdum. Kar yağıp okula gidemediğimiz o 2 gün gibi değil dedim. Hatta feda edip evde ve İstanbulda gezerek geçirdiğim yıllık izinlerimden 1 hafta bile değil. 2 ya da 3 ay istifa etsem herşeyden, bir sabah hiç uyanmasam akşama kadar.Ertesi sabah erkenden kalkıp boğaza fotoğraf çekmeye insem. Akşam üzerine doğru da bir kitap alıp küçük bir cafede eşimle buluşmayı beklesem. Bir sonraki gün birsürü kişiyi çaya çağırsam eve. Bir gün evde sabahtan akşama türk filmi izlesem, ve bir gün de Eminönü'nden incik boncuk toplasam sokak sokak. Sonra o içinde büyüdüğüm ama vakit ayıramadığım semt pazarları...Elim kolum patates ve çorap dolu gelsem eve.. Ve tüm bunları kurarken en son ne zaman tek kişi olduğum aklıma geldi. Ortaokulda iken, ders bitip eve geldiğimde camının önünde iki küçük koltuğu olan mutfağımızda annemle çay içerdik. Ve ben çok zaman kısır isterdim annemden. Çantamı yerleştirip ödevlerime bakıp TV'de Türk filmleri başladığı vakitlere denk bir öğleden sonrası uykusu çekerdim. Annem teyzem ile birlikte kısır hazırlayıp çayı demlediğinde beni uyandırırlardı.Hava kararıp da babaların eve gelme vaktindeki yemek telaşı sinyalleri gelene kadar da hiç unutamayacağım kadar huzur kokan sohbetler eşliğinde kısır yiyip çay içerdik. İşte bugün de böyle bir günün özlemi ile kısır yaptım. Tabi tek başıma yediğim için bu tadı alamadım malesef. Ama yine de o bazı yemeklerin damaklarımıza değdiği ilk andaki dejavu hissinin tarifi mümkün değildi.
Malzemeler;

2 su bardağı köftelik ince bulgur
1.5 litre kaynamış su
1 yemek kaşığı salça
1 çay bardağı zeytinyağ
Yarım limonun suyu
1 yemek kaşığı nar ekşisi
Pulbiber, tuz
Taze soğan
Maydonoz
Salatalık

Tarifi;

Bulgurları derince bir kabın üzerine oturttuğunuz tel süzgecin içine alın. Kaynayan suyu bulgurların üzerine dökün, süzülen suyu tekrar bulgurların üzerine dökün. Bu işlemi 3-4 kere tekrarladınktan sonra bulguru bir tencereye koyup kapağını kapatıp 20-25 dk.kabarmaya ve dinlenmeye bırakın.Bu arada taze soğan, salatalık ve maydonozu doğrayın. Kabaran bulgura zeytinyağı ve salçayı ekleyip rengini alana kadar iyice karıştırın. Limon suyu, nar ekşisi ve baharetları ekledikten sonra en son yeşillikleri ekleyip karıştırın ve ılıkken servis yapın. Ve o damağınızdaki ilk tadın size neler hatırlattığını bir düşünün...

Devamı için tıklayın..

Boşuna gelmişim!


Öğleden sonra sahilde yürüyüşe başlamıştım ki 8-10 yaşlarında bir çocuk benimle birlikte yanımda hızlı hızlı yürümeye başladı. omuzunda boyunun 3 katı uzunluğunda bir olta, bir elinde vücudunun bir tarafını yere çekecek kadar ağır bir takım çantası, diğer elinde de kocaman bir kova vardı. Dikkatlice bakmaya başladığımda da ağlamaya başladı! Ne oldu diye sorduğumda bana ‘’Boşuna gelmişim ya abla yaaaa!’’ dedi. Neden diye sorduğumda da bana ‘’Hiç balık yokmuş ya ablaaaa!’’ dediJ. İnsan bazen bir karikatür okurken, ya da komik komik cizgi filmler izlerken, aralarındaki bir karakteri çok yakınındaki birine benzetir ya.. Hani hepimizin hayatında bir Kalemiti Ceyn kurabiyesi, ya da Huysuz Sirin vardır ya, ben de bu ne yaptırsam sakinleştiremediğim karikatür kitabının ilk sayfasından fırlamış gibi görünen ve konuşan bu balık meraklısı kardeşimizi çok merak ettiğim eşimin çocukluğuna benzettim. Balık tutmak için verimli bir gün olup olmadığını anlayamayacak kadar küçük ama inatla ve sinirle bütün alet edavatını alıp balık bekleyen, tutamayınca da gururla yolda yürürken ancak onu fark eden birine alayabilecek kadar da güçlü gözükmeye çalışan.

Tabiî ki yürüyüşümün geri kalanını ara ara kendi kendime gülerken geçirdim. Ertesi gün de ofiste öğle yemeğinde yediğim ve tadı damağımda kalan Kağıtta Levrek’i denemek üzere Levrek aldım. Levreği fleto olarak kestirim.Önce iyice yıkayıp süzdürdüm. Bu arada 1 küçük soğanı 1 diş sarımdak ile zeytinyağında çevirip üzerine küp küp kesilmiş domates ve 1 çay bardağı su ekledim. 5-7 dakika kadar pişirdikten sonra .tuz ve karabiber ekleyip altını kapattım.Levrekleri pişirme kağıdından hazırladığım çanağa yerleştirip üzerini hazırladığım sosla kapladım. 170 derece ısıtılmış fırında 30 dakika pişirdim.

Ben balığı ızgara ve sade olarak ve nar gibi kızarmış severim. Annemin yaptığı fırında balıkları da sırf içinde soğan limon domates var diye yemezdim. Ama ofiste bu Levreği yedikte sonra Levreğin bu şekilde çok yakıştığını fark ettim. İlk defa pişirdiğim için bundan sonrasında neler yapabilirim diye düşündüm. Sosuna dilimlenmiş biber ya da balığa yakışacak başka baharatlar da eklenebilir.

Devamı için tıklayın..

7.03.2007

Hastalık Çorbası


Herkes bayramlarda ‘’Eski bayramlar kalmadı’’ der ya, durup düşündüğümde herkesin eski bayramları değil, bayram günleri yaşadıkları çocukluk günlerini özlediğini fark ettim. Yoksa şu an camdan bakarken kapının önüne gelen seyyar salıncakçı, şortumuzu giyip de dışarı fırlayıp binemedikçe bizi ne kadar mutlu edebilir ki. Değişen dünya, kaybedilen değerler, yozlaşan kültürler bizi uykusuz bıraktıkça mutsuz hale geldik. O annelerimizin pisliği ve zorluğu sebebi ile kızdığı soba, akşam olduğu zaman bizi aynı odada tutan şeymiş meğer. Bu yüzden akşamları yorgun argın eve gittiğimizde bilgisayarlara, TV’ye ya da kitaplara dalan bizler, sohbet etmenin, birlikte sofra hazırlamanın, ya da birlikte bir şeyler yemenin keyfini çıkaramadığımız için gündüzleri karşımıza çıkan ayrıntılar da bize flu gözükmeye başladı. Akşamüzeri sokaktan gelen ‘’simiiiyyyttt’’ sesi eskisi gibi baharın gelmeye başladığını fark ettirmiyor bana. Bu sene kış olmadığı için mi bozacı geçmedi acaba diye düşünürken, bir anda kaç yıldır sokakten geçen bozacıdan boza almadığımı, daha da kötüsü kaç yıldır bozacı sesi duymadığımı düşündüm. İşte o an bozacı geçse ve boza alsam beni ne kadar mutlu edebilir diye düşündüm.

Eski zamanlara dönmek, eskisi kadar sıcak olmak için hep annemin yemeklerini pişirmek geliyor içimden. Ben küçükken ne zaman hasta olsam annem bana yayla çorbası yapardı. Grip olduğumda da, midemi üşüttüğümde de, düşüp kolumu kırdığımda da nasıl beni iyileştirdiğini bir türlü anlayamadığım b çorbaya ben ‘’hastalık çorbası’’ adını koymuştum. Su bile içemeyecek kadar hasta olduğumda dahi içebildiğim hastalık çorbası hala garip bir şekilde beni iyileştiriyor iyileştirmesine de artık hastalık tedavi etmekten çok, bizim evde artık alıştığım aroması ile beni taaa eskilere götürmek amacı ile kullanılıyor. Hasta olup okula gitmediğim ve hep Şirinler izlediğim o çocukluk zamanlarında yanıbaşımdaki sehpada duran hastalık çorbasının kokusu ie daldığım uykumu ‘’simiiiyyytt’’ sesi böler, ama ben hiç kızmazdım. Bu aralar akşamüstü uykusu uyumak ve simiyytt sesi ile uyanmak istiyorum. Ama diyorum ya beni eskisi kadar mutlu edebilir mi işte onu bilmiyorum.

Malzemeler;

1 kahve fincanı arpa şehriye
1 litre + 2 su bardağı su
2 su bardağı yoğurt
1 yumurta
1 çorba kaşığı un
1 çorba kaşığı kuru nane
1 tablet et su
1 çorba kaşığı sıvıyağ
Tuz

Hazırlanması.

Tencereye 1 litre kaynamış suyu, arpa şehriyeleri ve sıvıyağ koyup altını yakın. Diğer bir kapta yoğurt, 2 su bardağı su, yumurta, nane ve unu çırpma teli ile iyice çırpın. 10-15 dakika sonra yani şehriyeler yumuşadıktan sonra yoğurtlu karışımı yavaş yavaş ve karıştırarak tencereye ekleyin. İçine etsu tabletini ve tuzunu atarak 5-10 dakika kaynatıp altını kapatın.Servis ederken üzerine pulbiber serpebilirsiniz.

(Eskiden annelerimiz tasarruflu olmak adına bu çorbayı yaparken arpa şehriye yerine akşamdan kalmış pirinç pilavını kullanırlardı. Hele bir de dolapta 2-3 gün beklemiş yoğurt ile yapılırsa tadı tam çocukluğumuzun hastalık çorbası oluyorJ)


Devamı için tıklayın..

3.03.2007

Joey'nin Madeleines'leri




Geçtiğimiz aralık ayında kuzenim ile Paris’de yaptığımız 24 saatlik gezinti sırasında ikimizin de ilgi alanına göre birbirinden farklı anıları oldu. Kuzenim Paris’in sanatsal tün yönleri ile büyük bir hayranlık ile ilgilenirken ben tabiî ki Creme Brule’yi nerde yiyebiliriz, su pastanedekiler nedir acaba, Paris’e gelmişim kahvaltımı croissant ile yaparım şeklinde gezinip duruyordum. Opera binasından Louvre Müzesi’ne kadar yürüyerek gitmeyi planlamıştık ve ben de bu arada yoldan bir croissant almak için etrafıma bakınmaya başladım. Bir tarafında atışırmalık pastane ürüneri, diğer tarafında tereyağı süt gibi taze ürünler satan, ortasında da oturup kahve içebileceğiniz minik masalarının bulunduğu bir pastaneye girdik. İngilizce olarak istediğim croissantların Fransızca telaffuzları sinirli bir şekilde bana söylenirken (bütün garsonlar böyle) birden kuzenimin çok önemli bir şey keşfetmiş de Eureka! Diye bağırıyormuş gibi sesiyle ona döndüm. Bana ‘’Kuzen bunlardan da alalım nolurr Joey (Friends) sürekli bunlardan yiyordu!. Kuzenimin daha önce yemediği, fakat Joey sürekli yediği için adını görür görmez yemek istediği Madeleines’lerden aldık ve tabiî ki bayıla bayıla yedik. Paris’den Almanya’ya döndüğümüzde bir süpermarkette kutuda satılan Madeleines’lerden görünce alıp kuzenime sürpriz yapmıştım. Ve kuzenime Madeleines yapmayı öğreneceğime, o Türkiye’ye geldiğinde de yapacağıma söz vermiştim.

İşte malzemelerini alıp haftalardır yapmaya bir türlü fırsat bulamadığım Madeleines’lerden bugun yapabildim. Yerken Paris’de geçirdiğimiz eğlenceli anları bir daha yaşadım.Bence benim yaptıklarım, Paris’d yediklerimiz kadar güzel oldu ama sanırım bunun da kararını ileride yapacağım Madeleines’lerden yiyecek olan kuzenim verecek.

Tarifi Food Network’den aldım. Türkçeye çevirirken yanlış yapmaktan çok korktuğum için yapım aşamasında sürekli tedirgin oldum. Benim12 adet Madeleines içeren tek bir kalıbım olduğu için tarifi tam 2 ye bölerek yaptım, bu halde bile hamurun tümünü 4 kerede pişirebildim. Ama esas kıvam ve lezzet 4. pişirmede tam oturdu.

Malzemeler amerikan ölçülerine göre verilmiş. Mutfağında bu ölçü kapları bulunanlar olabilir diye ben bunları türk ölçülerine çevirmeden yazıyorum. Fakat malzemesi olmayanlar için de açıklamayı ekliyorum.

1 cup: 250 ml’lik su bardağı = Yaklaşık 1+1/4 su bardağına karşılık geliyor.
1 tsp: 5 ml’lik kaşık = Yaklaşık 1 tatlı kaşığına karşılık geliyor.


Malzemeler;

1 cup un
1 tsp kabartma tozu
½ tsp tuz
2 tsp limon kabuğu rendesi
½ cup eritilmiş tereyağ
1 tsp limon suyu
1 cup şeker
3 adet yumurta

Fırını 160 dereceye ayarlayın.

Derin bir kaba unu eleyin. İçine kabartma tozu, tuz ve limon kabuğu rendesini ekleyerek iyice karıştrın. Küçük bir kapta yumurtaları cırpın.Başka bir kapta da tereyağ ile şekeri beyaz olana kadar mikser ile çırpın. Limon suyunu ekleyip çırpmaya devam edin. En son çırpılmış yumurtaları ekleyip karışım iyice harmanlanana kadar karıştırın. Bu karışıma ilk başta yaptığınız un karışımını yavaş yavaş ekleyerek bir kek hamuru elde edin. Karışım kek karışımından biraz daha koyu oluyor, bu yüzden kalıba dikkatlice dökmek gerekiyor. Kalıbı mutfak fırçası yardımı ile yağlayın. Her bir çukurun ¾ ünü doldurun. Isıtılmış fırında tam 20 dakika pişirin Fırından çıkan madeleines leri 5 dakika oda sıcaklığında beklettikten sonra kalıptan çıkarın.

Devamı için tıklayın..