23.11.2008

Eski Dost

Annemde kaldığım gecelerin birinde eski eşyalarımı karıştırırken buldum mektubunu. Sarı küçük bir zarfın içine ayrı ayrı katanmış 3 tane sarı kağıt, 3 ayrı mektup. Üzerlerinde sarı lekeler oluşmuş zarfa postane 11.06.1998 tarihini ve 490 LİRA diye mührünü vurmuş, demekki 10 yıldan da uzun olmuş... Halbuki görünce farkettim ki dün gibi aklımda mektubu aldığım okuduğum an. Elinden kalemi ve kağıdı düşmeyen arkadaşımın 3 aydır yazmadığı şiirlerine bir müjde gelmiş mektupla diyor ki ‘’yeniden yazmaya başladım’’. Elime aldığım an diyorum ki hiç ara verme sen ne olur, hafta 7 gun sen 6 gun yaz kağıtlara ,duvarlara, ellerine... Ben hepsini temize geçirir saklarım senin için seve seve...

Zaman olarak üniversite 2. sınıftayım ama dostlugumuz bir 10 sene daha gerilere 90-92 senesine kadar gidiyor onunla. Bütün gençler için o kadar tehlikeli ki o yaşlar, evdekiler, okuldakiler kimse sizi anlamaz ya o yaşlarda beni de bir tek o anlıyor sanki. Ben ağlıyorum dinliyor beni, üstelik yarın kimseye anlatmayacak biliyom. Yazıyorum, postalıyorum alıp okuyor cevap yazıyor bana hem de her satırını anlayıp sindirdikten sonra. Bazen birbirimizde kalıp sabahlara kadar sigara ve içki içip kız sohbetleri yapıyoruz ama çoğunlukla yanyana okuyor yazıyor ve yine okuyoruz. Her sayfasına bir şiir bir de resim yapıştırdığımız bordo kaplı şiir defterlerimiz var defterler 93 senesinin ajandası üstelik.


Devamı için tıklayın..

16.11.2008

Issız Adam

Yine kafamızda birsürü soru işaretleri ile kendimizi sorgulattırdı Çağan Irmak bize. Bu sefer kendimiz olmadığımızda yaratamadığımız, ama yaşadığımız zaman da kendimizi kaybettğimiz aşkı anlattı bize usul usul. Herkes kendi olduğunda ne kadar aşkı yaşadığını, ya da kendi uğruna nasil da aşkı yaraladığını düşündü filmden sonra. Kızlar kıpkırmızı gözlerinde yaşlar ile çıktı sinemanın çıkış basamaklarını, erkekler ise dalgın bakışlar ile, ama yine de aşkları ile elele.

Çağan Irmak ile tanışmam çok eskilere Şaşıfelek Çıkmazı’na kadar gidiyor. Üniversiteye hazırlık kursuna hafta içi devam ettiğim yıllarda Cuma akşamı Süper Baba’dan hemen sonra Fikret Kuşkan ile Derya Alabora’nın içimi ısıttığı bir diziydi. Sonrasında yine televizyonda rastgele karşılaştığım yüzüme uzun süren o tebessümlerden bırakan Günaydın İstanbul Kardeş. Tıplı Kızarımş Yeşil Domatesler gibi TV de kaç kere izledim sayısını bile hatırlamıyorum. Bunların DVD’ler olsa ya...


Ardından tabiki herkesle beraber Asmalı Konak geldi televizyonlara. Seymen ile Bahar’ın tutkusuna nasil da kaptırdık kendimizi kızsak da barışsınlar istedik hep. Mustafa Hakkında Herşey ise Fikret Kuşkan ile Nejat İşler’in bana göre en iyi performanslarından biriydi.


Devamı için tıklayın..

10.11.2008

Benim Dünyam

Sınırlarını çok keskin bir şekilde çizdiğim dünyam, bu dünyamın da şartları vardır elbet herkes gibi. Ne yaşarsam yaşayım, mesela günüm ne kadar kötü geçerse geçsin arşivimden bir şarkı canlandırıverir beni. Kendimce nerelere gider gelir rahatlarım o şarkıyla. Bazen canım insan ister kalabalık alışveriş merkezleri, bazense o vazgeçemediğim denizim. Bazen de kapağındaki yazı fontundan içindeki edebiyata kadar bana ait olan bir kitap. Rengi bana ait mutfağım, mutfağımda bana ait tart kalıbım, kalıbımın dinlendiren gri rengine bile bakıp dinlenebilir rahatlayabilirim yeter ki bana ait olsun.

Mesela çalışırken bile çok sıkıldım, sinirlendim ya da bunaldım diyelim, bazen Goran Bregoviç, bazen Morrissey dinlerim ruh halime gore. La vie en rose’u bazen de o ruhumun yarısından çalıverilen Edith Piaf dan bazen daha uzaklardan Louis Amstrong’dan. Üç dakika beş dakika kendimle başbaşa kaldığımda bütüm gücümü toparlayabilirim hayata karşı. Sabah bile kalktığımda yüzümü yıkamaya giderken önce radyoyu açarım. Şansıma çıkan Joy şarkısında akşamdan doldurduğum su ısıtıcımın düğmesine basarken dalar giderim kendime, dünyama. Çayım öyle sıradan bir kavanozda duramaz benim, bir yanıyla beni anlatması gerekir.


Devamı için tıklayın..

3.11.2008

İnat

Bütün hafta Cuma gelsin diye bekledikten sonra Cumartesi ve Pazar nasıl bu kadar çabuk geçiyor nasil Pazar akşamı oluyor hiç anlamıyorum. Hele bu hafta ekstra hızlı geçti sanki zaman. Yine Pazar gecesi, yine ertesi gün iş var. Tamam işimi seviyorum çalışmayı seviyorum ama evime de doyamıyorum ki! İnanın bazı sabahlar sabahın taa köründe evden çıkarken derli toplu mis kokulu evime çıkmadan son kez şöyle bir bakıp iç geçiriyorum evde kalsam neler yapardım diye.. Birçok yazımda yazmışımdır tam 11 yıldır aralıksız çalışıyorum. Hele 5 yıllık okulla beraber yürüyen kısmı varki ne siz sorun ne ben anlatayım. Hani bazı insanlar istifa ederler durup dururken, ya da bazıları herhangi bir sebepten işten çıkarılırlar, böylece yeni iş arayıp bulana kadar üç hafta beş hatfa iki ay dört ay falan evde kalmışlıkları vardır. Ben en son işimden istifa ettiğimde günlerde Çarşamba, yeni işime başladığımda da günlerden hemen o çarşambadan sonraki perşembeydi! Artık İstanbul’da hangi semtte hangi Pazar kuruluyor onu bile unuttum inanın. Eskiden çarşambaları Yeşilköy pazarına giderdim hala kurulu mu o Pazar?

Hal böyle olunca evde kaldığım zamanlar bana altın niteliğinde sanki. Arkadaşlar abartmıyorum bazen bir Cumartesi öğleden sonrası salonumda oturup halılarımı DVD’lerimi falan seyretmek istiyorum. Vitrinimde yaşı benden büyük sütlükleri indirip özenle yıkamak yerine koymak, ne bileyim masa örtülerinin bulunduğu çekmeceyi çatal bıçakların bulunduğu çekmece ile değiştirmek, balkonda oturup kahve içmek istiyorum.


Devamı için tıklayın..

Arkadaşlık

Sevgili Nihan bizlere ödülünü verirken ondaki önemimizi o kadar ince bir şekilde anlatmış ki, karşılığında düşünmeden edemiyor insan. Hayatta yanımızda olan, yanımızda olduğunu iddia eden ve yanımızda olamadan sevgisi hissettiren insanlar arasındaki farkı o kadar güzel ortaya koyuyor ki

Benim bu güne kadar ki hayatım dostluk ve sevgi açısından değerlendirildiğinde hep ‘’demekki beni gerçekten sevmiyormuş’’ cümlesi ile biten, kimisi iki aylık kimisi otuz yıllık ilişkilerden oluştu hep. Bazen sevdim sevilmedim, bazen sevdiğimi anlatamadım, bazen de vermeyi kesince ilişkilerimin nelerden oluştuğunu öğrendim. Geçen gün kahva falıma bakan bir abla bana ‘‘insanlar senin hakkında Zeynep ne kadar sabırlı ve verici bir insandı, artık çok değişti’’ diye konuşuyorlar dedi.

Susmuyorum artık, susamıyorum. Sustukça içim atıp kendimi kırdığım yılların intikamını almak istercesine içimdekileri bir bir bağırıyorum herkesin suratına.


Devamı için tıklayın..