25.04.2011

Philips Airfryer

Fritöz desem değil, mini fırın desem hiç değil, mikrodalga desem ı-ıhh o da değil.

Philips Airfryer başka birşey. Koca yaz bir parça tadına bakıp doya doya yiyemediğimiz şakşukayı koca bir dilim ekmekle bandıra bandıra yyiyebilmemizi sağlayacak. Hani hep uzak durduğumuz ama üzerine ketçap bulayıp afiyetle mideye indirmek istediğimiz patatesi yeniden soframıza getirecek. Kızartma olduğu için pek tercih etmediğimiz hamsiyi yeniden bizimle bulusturacak.



Şaka yapmıyorum.Philips Airfryer yağsız bir kızartma teknolojisi. Nasıl olur demeyin, oluyor. Rapid Air Hızlı Hava Teknolojisi sayesinde koca bir sepet patatese tek gram yağ eklemeden kızarttık afiyetle yedik. Köfteler yoğurup top top yaptık ve pişirdik. House Cafe'nin kibar ikramları sayesinde çok keyifli bi gece geçirdik.

Philips Airfryer'in en sevdiğim özelliği yağsız pişirmesi elbette, ama bir diğer sevdiğim 2 özelliği var ki, insanın ağzını açıkta bırakıyor şaşkınlıkta. Akşam eve yorgun argın geldiniz mesela, köfteleri patatesleri Philips Airfryer'a attınız, dakikayı ayarlayıp duşa girebilirsiniz mesela. Siz evi toparlarken, ya da teefonla konuşurken, salata yaparken yemeğiniz bir anda hazır olabiliyor. Ve en en en önemlisi de bir gram koku, buhar, duman çıkarmıyor.


Bu benim katildiğim ilk etkinlikti.Hem çok güzel bir ürünle tanıştım, hem uzun yıllardır takip ettiğim ve tanışmak istediğim bir çok blogcu ile tanıstım, hem de çok keyifli leziz ve sağlıklı bir gece geçirdim.











Ertesi sabah uyanır uyanmaz annemi ve en yakın arkadaslarımı aradım, ürünü anlattım. Herkes çok şaşaırdı ve almak için sıraya grdi. Sizlere de bu ürünü büyük bir iştah ile öneriyorum.
Devamı için tıklayın..

20.04.2011

Sonunda tomurcuk veren orkidem!

Önce o döktü çiçeklerini sonra ben. İkimizde bir kuru dal olarak kaldık koca kış boyunca. İkimizi de tek koruyan şey koca yeşil yapraklarımız ve beslendiğimiz toprağımızdı.

Önce onu budadım üçüncü boğumundan, sonra kendimi. Kuruyan, bize hastalık veren tüm yapraklarımızı söktüm attım bir çırpıda.

Yapraklarımız kalınlaşıp koyulaştıkça suyunu arttırdım, yeşillenip yumuşadıkça azalttım.

İkimize de haftada bir kez su verdim en dinlenmiş, PH oranı en az olan markadan. Her su verme seansından önce saksıyı su dolu bir kaba oturtum 10 dakika bekledim ve nemlendirdim ruhunu beslediği toprağı.

İkimizi de koca kış çok ender kendini gösterse de muhakkak bizi ziyaret ettiği en güneşli köşesine koydum salonun. Üşüdükçe kaloriferi arrtırdım, sıcakladıkça kıstım ama ikimizi de yerimizden hiç kımıldatmadım.



Hiçbir ek besin vermedim ikimize de, nasıl alıştıysak, nasıl doğup da çiçeklerimizi açtıysak öye besledim.

Ve en önemlisi ikimizin de kırılan yerine bir damla mum döktüm, bundan sonraki çiçeklerimiz kırıldığımız yerden değil, başka güzel taraflardan açalım diye.

9 koca ay geçti, annelerin yüreklerine bebekler düştü, düşen bebekler dünyamızda nefes almaya başladı. Kar yağdı, yağmur yağdı, müzik sustu, kelimeler bazen yetersiz kaldı. Bazen hiç olmayacakmış gibi geldi ama ikimizi de çöpe atmaya gönlüm el vermedi.

Sonunda geçen hafta minicik bir filiz çıktı ikimizin de yüreğinden.Yeniden büyümek, yeniden yeşermek, bembeyaz çiçekler vermek için ikimiz de uyanıp merhaba dedik güneşe.

Bu kış havasında mutsuz da olsak baharı bekleyip büyüyoruz şu an. Çok mutluyuz, çok umutluyuz.

Gönlüzdeki tomurcuklar, içiizdeki çiçekler hiç solmasın.


Devamı için tıklayın..