29.05.2007

Elimde olanlar ve olmayanlar..


Hafta sonu eşimle çocukluk fotoğraflarıma baktık. Benim ömrüme yeni bir gün eklendikçe ve ben hep bir önceki günün resimlerine baktıkça eski zamanları daha çok özler oluyorum. Bu yüzden de hep özlediğim şeyleri, yaşadığım ya da yaşamayı umduğum şeyleri yazmak istiyorum. Teknolojinin ve gelişmişliğin hayatımdaki bir sürü şeyi geliştirip değiştirdiğini ve bana kolaylık sağladığını biliyorum ama insan hayatındaki her şeyin teraziye konduğu ve bir iyi bir kötü tarafını ayrı ayrı tartıldığı zamanlar olmaz mı? Ben de her şeyi tarttım o resimlerle. Elimdekiler ile değiştireceğim şeylerin artılarının eksilerle kıyaslamasının yapılmadığını ve muhasebesel deyimle hiçbir hesabın açık vermediği bir durumda al oyuncaklarını ver bebeklerimi misali her şeyi değiş tokuş etmek istedim hayatla. O bana ne verdi ise iade edip vermediklerini zorla almak istedim.

Okuduk, kendimizi geliştirdik, para kazanmak istedik, ha şunu da yapayım ha bunu da yapayım derken 30 yaşına geldik ve hala anne olamadık. Ben elimdeki diplomanın, kariyerin, gelişmişliğin elimden alınıp anneliğin bana verilmesini istiyorum. Belimden kapkalın bir kemerle iyice sıktırılmış puantiyeli bir elbise ile küt kesilmiş saçlarıma upuzun bir bant takıp bir elimde bir de kucağımda iki çocuğumla henüz gencecikken resimlerim olsun istiyorum. Haydi gardırobumdaki spor ayakkabıları, bol pantolonları, yakası paçası ayrı yerdeki bütün kıyafetleri atıyorum. Ben incecik topuklu ayakkabılar, rugan küçücük bir çanta bir de yakası kocaman ama yere kadar kabarık bir manto istiyorum. Evet evet ben ayağımdaki spor ayakkabının rahatlığını, bana aynaya baktığımda huzur verecek iğne topuk ayakkabının fiyakası ile değiştiriyorum var mı itirazı olan?

Kapağında o restaurant, bu balıkçı, şu gazinonun amblemi olan bir çerçevede kıpkırmızı rujum ve buğulu makyajımla kol düğmesi takmış eşime bakan fotoğraflarım olsun. Evet dijital çekilmiş on bin tane fotoğrafımı geri verip karşılığında en doğan halim ile çıktığım buğulu fotoğraflarım olsun istiyorum.

Ben bütün o rahat eşofmanlarımı pijamalarımı geri verip gerisin geriye süslü ev kıyafetleri istiyorum. Cumartesi sabahı yataktan kalktığım pijamalarım ile öğleden sonraya kadar kaşınarak gazete okumak ve kahve içme lüksümden vazgeçtim, ben erkenden kalkıp kahvaltımı yapmak çayımı ise süslü ev kıyafetlerimi makyajımla tamamlayıp camımın önündeki tek kişilik berjer koltuğumda porselen çay takımımla içmek istiyorum.

Cep telefonum, bilgisayarım, elektrikli ev aletlerim mi? Hepsini verdim hayata iade olarak, karşılığında tavandan yere kadar koyu kahverengi gül ağacından bir kitaplık yaptırdım oturma odama, bu kitaplığa da sığmayan kitaplarım için evimin başka neresine kitaplık yaptırdım diye düşünüyorum şu aralar.

Oh ne güzel televizyondaki aptal dizileri zaplamaktan da kurtuldum artık, akşamları küçük radyomda Müzeyyen Senar eşliğinde dinlenmiş ruhum ile keyifli sohbetler yapıyor, uzun yemek sofralarının tadını çıkarıyorum. Cep telefonu olmadığı için haber veremeyen çat kapı gelen sevdiklerimin kapı ziller bende merakla karışık sürpriz heyecanlar yaratıyor, ben de duygularımla tekrar tekrar tanışıyorum.

Arabamı da veriyorum geriye, tenha kimsesiz İstanbul sokaklarında rahat rahat yürürüm ben. Hava güneşli ise beyaz bir şapka takar, bunaldığın an bir bankta tek başıma oturabilir, dönüş yolunda da sadece limonata ve kurabiye satan bir pastanede demir bir tabak ve kalın camlı bir bardak limonata ile fıstıklı kurabiye yiyebilirim.

Malzemeler;

120 gr tereyağı
1 yumurta
3 çorba kaşığı pudra şekeri
1 tutam deniz tuzu
1 paket kabartma tozu
1 + ¼ bardak un
2 yemek kaşığı toz Antep fıstığı

Hazırlanışı;

1- Tereyağı ve yumurtayı dolaptan çıkarıp, yarım saat kadar oda ısısına gelmesini bekleyin.
2- Un, Pudra şekeri, kabartma tozu ve deniz tuzunu bir kaba eleyin.
3- Una tereyağı, yumurta ve Antep fıstığını ekleyip iyice yoğurun.
4- Hamuru 15–20 dakika dolapta dinlenmeye bırakın.
5- Hamuru dolaptan çıkardığınız zaman fırın ısısını 180 dereceye getirin.
6- Hamuru 2 eşit parçaya ayırıp ince açın.
7- Her iki parçadan kalk kurabiye kalıbı ile hamurları çıkarıp ikisini üst üste koyun ve kenarını bir tutam fıstık ile süsleyin.
8- Yalpı kağıt serili fırın tepsisine kurabiyeleri dizin
9- 180 derece ısıtılmış fırında tam 15 dakika pişirin ve soğuması için fırın telinde dinlendirin.

NOT:
1-Bu kurabiye tarifini sevgililer günü kurabiyesi olarak bir gazeteden defterime yazmışım. Kurabiyenin tamamı kakaolu ve kalp kalıpla kesilerek yapılıyor. Ama ben evdeki toz antepfıstığı değerlendirmek için değiştirdim.
2-Tarif sevgililer günü tarifi olduğu için kurabiye sayısı az çıkıyor, tarif 1 ölçü arttırılabilir. Ama bu ölçü ile de 20–22 tane kurabiye çıktı.
Devamı için tıklayın..

25.05.2007

Güneyde akşam hayalleri


Geçen hafta sevgili Gezicini'nin Sicilya ile ilgili yazısını okuyunca bir Akdeniz kasabasında olmayı ne kadar da istediğimi fark ettim. Güney Avrupa’yı gezmedim ama okuduğum ve izlediklerimle, hayalimde hep beyaz taş evlerin olduğu bir kasaba canlandı. Hep eskileri özlüyor, geçmiş yaşam tarzlarına özeniyor ve hayal kuruyorum ya, bu sefer tam tersi tam da günümüzün şartları ile Akdeniz’de olmak istedim. Ama ben gezmek, görmek için orada olmak istemedim, ben orada yaşamak istedim.

Beyaz tek katlı bir taş evim olsa dedim ilkten. Şehir hayatından bunalmışlıkla bu evin etrafına çitlerden bir bahçe yaratıp domates yetiştirme hayali falan kurmayacağım. Ben boynumda fotoğraf makinem ve cebimde yedek hafıza kartlarım ile her gün bilmediğim bir kasabaya vardığım, yorulduğumda bir taşa oturup çantamdan çıkardığım küçük defterime hikâyeler yazdığım bir hayal kuruyorum. En çok içine bir bisiklet sığdırabileceğim kadar vesaitsiz olan bu hayalime bir sürü etek, sandalet ve şapkalar ekliyorum 4 mevsim için. Hatta gardırobumdaki en kalın giyeceğim olan merserize kazağıma bile senede 2–3 kere ihtiyacım olacağı için onu hayalime bile katmıyorum.

Akşamları güneşin çok geç battığı bir iklimde uzun akşam yemeği sofralarında bitmeyen sohbetler yapmak istedim. Ben kocaman bir pizzanın yanında şarap falan içemem ama. Sicilya’nın bu küçük kasabasında benim için rakı olsun hayalimde.

Öğle vakti dışarılar çok sıcak olduğu için verandadaki gölgede içilen bir bardak kahveden sonra kestirmek için içeri girdiğimde ilk dakikalarda çorapsız ayaklarımın üşüyeceği serin köy evlerinden istiyorum ben. Hani öğleden sonrası uykularında battaniye ile üşünen, ama dışarıda sıcağından bunaltan köy evlerinden. Haaa bir de evime yakın bir Pazar kurulsa, ben canımın gezinmek istemediği günlerde üfür üfür havada bezelye ayıklasam, taptaze meyveleri üzerleri damla damlayken seyretsem. O pazardan tam da bu mevsimde enginar alsam, öğle uykusundan sonra serin serin yemek için ne güzel olurdu.

(NOT: Tarif Lezzet dergisi Mayıs sayısından, tarifte ıspanakları 1 çay bardağı su ile pişirmişti ama ben su eklemedim, çünkü ıspanağın saldığı suda pişmesi bana daha lezzetli geliyor.)

Malzemeler;

4 adet enginar
2 su bardağı su
Yarım limonun suyu
1 yemek kaşığı zeytinyağı
1 adet kuru soğan
1 yemek kaşığı zeytinyağı
Yarım kilo ıspanak
Deniz tuzu
Karabiber
100 gr. Lor peyniri
2 adet sahanda pişirilmiş yumurta


Hazırlanışı;

1-Enginarları geniş bir tencerede yan yana dizip, 2 su bardağı su, zeytinyağı ve limon suyu ile pişmeye bırakın
2- 1 adet soğanı 1 yemek kaşığı zeytinyağı ile pembeleşinceye kadar kavurun
3- İyice temizlediğiniz ve ince ince doğradığınız ıspanakları ekleyin.
4- Tuz ve karabiberi de ekleyip 10–15 dakika saldıkları suyu çekene kadar pişirin.
5- Ispanağı ocaktan alıp lor peynirini ekleyerek karıştırın.
6- Bu arada pişen enginarları ocaktan alıp servis tabağına dizin.
7- Enginarların çukuruna ıspanaklı harçtan doldurun ve 2 enginarı üst üste koyup, en üstüne de sahanda pişirilmiş yumurta ekleyerek servis yapın.
Devamı için tıklayın..

21.05.2007

Yaz yemekleri, yaz öyküleri



Uzun kollu giyecekler benim dolabımda da üst raflara kalktı. Yerine tiril tiril etekler, incecik gömlekler ve kapriler asıldı. Benim metabolizmam açısından ise sandaletlerin ve babetlerin çıkmasına henüz zaman var. Şu sıralar ince çoraplar ve spor ayakkabılar ile iyiyim ben. Ama biliyorum ki sandaletlere ihtiyacım olduğu gün yaz tam anlamı ile gelmiş olacak. Hatta sandaletlerin çıktığı an anlayacağım ki biz Cuma akşamlarından yazlığa gitmeye başlayacağız. İşte benim ‘’yaz’’ım o zaman gelmiş olacak.

Keyifli bir güneş banyosu, deniz kenarında yapılan doyumsuz sohbetler ve uzun yüzme seanslarından sonra akşamüzeri duş alındıktan sonra tatlı yorgunluk hissi ile duyulanlar bambaşkadır. Annemle çiçekli güllü elbiselerimizi giymiş masamıza oturmuşuzdur. Rüzgâr hafif hafif eserken bronzlaşmış yüzümüze verdiği ferahlık hissini önce şöyle bir gözlerimizi kapatıp bütünüyle hissetmek isteriz. Ben hafif bir müzik çalıyorumdur büyük ihtimalle ve ya frozen hazırlamışımdır buzz gibi ya da çilekli margharitta. Sonunun gelmesini istemediğim sohbetleri maviden laciverde dönen denizin tam da karşısında yaparken zaman çabucak bizi kovalar ve artık serin esen rüzgâr ile üzerlerimize ince bir hırka alırız. Sessizliği bir tekne sesi böldüğünde hava hafiften karmaya başlamıştır. Denizin ortasından kıyıya doğru yanaşan babam ve eşimin gelişinin yaklaştığını yükselen motor sesinden anlarız ve onları görüp hazırlıklara başlarız. Çoğunlukla denizden tutulan taptaze balık yediğimiz akşam yemeklerinde, yemeğin hazırlanması anneme, salata ve masa hazırlama görevi de bana düşer. Her sabah kapımızın önüne gelip rengârenk meyve ve sebze satar zerzevatçıdan aldığımız bahçe domatesleri, mis gibi roka, dipdiri tere artık dolabımızda ne varsa lezzeti bir salata yapar masayı kurar ve babamların yukarı çıkışını bekleriz. Eğer çok balık varsa sepetlerinde neşe içinde koşa koşa gelirler eve. Biz canlı balıkları ellerinden alır doğruca mutfağa hazırlamaya götürürüz. Annem balıkları temizleyip kızartana, ya da mangalda pişirene kadar kararmış havada buzz gibi içeceklerle yapılan sohbetler hiç bitmesin isterim. Yaz 3 ay değil 6 ay sürse, biz ömrümüzün yarısını burada bu keyifle bu sohbetle geçirsek isterim.


Tüm bunları yaşarken bizim en çok tükettiğimiz yaz sebzesi de patlıcan olur. Kızartması, yemeği, közlenmiş salatası, yoğurt soslu mezesi, her şeyiyle patlıcan beni en keyifli anlarıma, yaz akşamlarına götüren en sevdiğim sebzedir. Bu patlıcan tarifi kıymalı, yağlı ağır tariflerimizden ziyade sabah kahvaltısında bile yenebilecek kadar hafif, ama bir o kadar lezzetli ve sağlıklı bir tarif. Ben hem ısıtıp yemek şeklinde, hem yoğurt sos döküp soğuk olarak hem de domates sos hazırlayıp şakşuka niyetine yemek için dolabımda bolca muhafaza ediyorum. Hele bir karpuz çıksın o zaman patlıcan lezzeti benim damağımda tamamlanacak.

Malzemeler;

1 kaşık zeytinyağı
1 küçük soğan
2 orta boy patlıcan
2 büyük domates
4 adet sivri biber
1 bardak süzülmüş yoğurt
Deniz tuzu
1 çay kaşığı Karabiber
4 adet kızarmış tost ekmeği

Hazırlanışı;


1-Soğanı soyun, ince kıyın, yağla teflon bir tencereye alın(Ben Wok tenceresi kullandım) ve iyice öldürün.
2-Patlıcanları alacalı soyun, küp doğrayın tencereye atın, karıştırın.
3-Biberleri kıyıp ekleyin. Domatesi rendeleyin, tencereye katın.
4-Patlıcanları biraz kavurduktan sonra 1 çay bardağı kadar sıcak su ile tuz ve karabiberi de ekleyip kapağını kapatın ve 10–15 dakika pişirin.
5-Pişince kızarmış tost ekmeklerinin üstüne koyun, yoğurt ile servis yapın.
Devamı için tıklayın..

17.05.2007

Elmalı Bahanesi



Üzerinden vızır vızır arabaların geçtiği bir caddede oturduğumuz için Cuma akşamından dayımlara gidip tüm hafta sonu kalmayı pek severdim. Daha sonra aynı apartmanda ilk gençliğimizi beraber geçirip kardeş gibi olacağımız kuzenlerimle, daha o apartmanın yerinde küçük bahçeli bir ev varken paylaştıklarımız benim çocukluk anılarımın %80 ini oluşturur diyebilirim. Anlatılanlara göre ben küçük bir bebekken yengemin bana sarılıp benimle beraber uyumasından mıdır, benim her hafta sonu onlarda kalışımdan mıdır bilmem, yengemi o kadar severdim ki 2 kız 1 erkek kardeş olan annemler bana hep 3 kız kardeşler dayım da benim eniştemmiş gibi gelirdi. Annemin beni dayımlardan alışı olan Pazar günlerinde genelde teyzem de orada olur, annemler çay keyfi ile sohbet ederken biz çocuklar da ayrı ayrı oyunlar oynardık. Bu toplanmaların en güzel yanı yengemin yaptığı birbirinden güzel börekler çöreklerdi tabiî ki. Kimi yengemin kıymalı böreğini bayıla bayılar yerdi kimisi nefis çorbalarını. Ama ben en çok elmalı kurabiyesine bayılırdım. Ama yoğrulan, dinlendirilen, açılan ,sarılan ve pişirilen bu hamur bu kadar zahmetli olmasından ötürü her zaman yapılmaz, ancak doğum günleri kutlamalar gibi özel günlerde yapılırdı. Ama ben bu özel günler dışında da doya doya elmalı kurabiye yemek istiyordum, kendim kaç kere denediysem de yengem kadar leziz elmalı yapamıyordum ve buna bir çözüm bulmak gerekiyordu. İlk olarak annemin ameliyat olduğu gün kendime bir yol bulmuştum. Annem hastaneden eve gelecekti ve teyzemler de evde annem için hazırlık yapıyorlardı. Ben yengeme gidip akşam annemi ziyaret ettiğimi ve annemin canının çok elmalı kurabiye çektiğini yengeme iletmemi istediğini söyledim. Akşamüzerine kocaman 1 tepsi elmalı kurabiye bizim evdeydi ve kimseyle de paylaşmam gerekmiyordu! Yengemin bu yaptığını anlamadığını zannederek gireceğim bir yazılı sınavı öncesi yine yengeme gidip canımın çok elmalı istediğini söyleyip kendimi acındırmıştım. Abimin askerden gelirken yoldan telefon açıp elmalı istediğini söylemesi de yalanı en çok belli olan bahaneydi. Kuzenimin evde yapılan nişanı, kolu kırılan insanlar, önemli toplantılar gibi her şeyde yengem senelerce elmalı yapıp durdu. Benimkisi hani şu reklamlardaki Albeni bahanesi gibi bir şeydi.

Şu sıralar yurtdışında yaşayan kuzenim her Türkiye’ye gelişinde bütün aile yengemde toplanıyoruz ve yengem elmalı kurabiye yapıyor. Kuzenim geçenlerde bu yaz kesin dönüş yapmayı düşündüğünü söylediğinden beri bir elmalı kurabiye bahanesi arayıp durdum bahane bulamayınca da kalktım elmalı kurabiyenin ta kendisini yaptım!

Ta ta ta taam! Karşınızda meşhur yenge elmalısı!


Herksin bir elmalı kurabiye tarifi ve öyküsü muhakkak vardır. Ben de kendiminkini bu etkinlik adına sizlerle paylaşmak istedim.

(NOT: 1-Tarifte aldığı kadar un yazıyordu ama ben tarif belli olsun diye ölçerek koydum. Unun markası, oda sıcaklığı, yoğurma şekline göre herkesin un ölçüsü değişecektir, fakat sapılan rakam aşağı yukarı yarım su bardağından fazla olmayacaktır.
2-İçi için tarifte 1,5 su bardağı şeker vardı, ben 1 s bardağı kullandım keşke daha da az kullansaydım, sanırım bu da damak zevkine göre değişecektir.)

Malzemeler,

Hamur için;

1 paket margarin
1 çay bardağı yoğurt
1 yumurta
1.5 çay bardağı toz şeker
1 tutam deniz tuzu
1 paket kabartma tozu
3.5 su bardağı un

İç malzemesi;

3 adet kırmızı elma
1 su bardağı toz şeker
3 tatlı kaşığı tarçın

Üzerine;

Pudra şekeri

Hazırlanışı;

1-Hamur için tüm malzemeleri oda sıcaklığına getirmek için dolaptan çıkarın.
2-Yoğurma kabına tüm hamur malzemelerini alıp yumuşak bir hamur elde edene kadar iyice yoğurun.
3-Hamur dinlendirmek için buzdolabına koyun.
4-İç malzemesi için elmaları rendeleyip orta ateşte şeker ve tarçın ile şeker eriyene kadar pişirin.
5-Fırın ısısını 175 dereceye getirin
6-Hamuru 3 parçaya ayırıp her bir parçayı 0,5 cm kalınlığında açın.
7-Her bir daireyi 8 eşit parçaya bölüp ortalarına harçtan koyup sigara böreği sarar gibi sarın.
8-Kurabiyeleri yağlı kağıt serili tepsiye çok da yan yana olmamak kaydı ile dizin.
9–175 derecede 25-30 dakika kenarları kızarmaya başlayana kadar pişirin.
10-Sıcakken üzerine pudra şekeri serpin.
Devamı için tıklayın..

14.05.2007

Horiatiki Salatası



İstanbul’da geçen hafta Perşembe gününden beri devam eden ağır lodos beni kefal balıklarından da kötü duruma düşürdü. Zaten ufacık lodosta bazen yataklara düşecek kadar ağrıyan başım bu sefer baş dönmesi ile birleşip bütün hafta sonumu ve yeni hafta başımı esir aldı. Bedenimde kalan son enerjiyi de geçen hafta cumartesi gecesi Ahırkapı’daki Hıdrellez Şenlikleri’nde geçirdiğim eğlenceli saatlerde tükettim. 10 yıldır araba kullanan, İstanbul’un hemen her yerindeki ara sokakları bile ezbere bilen ben, dün hayatımda ilk defa ofise dönüş yolumda tam 3 kez kayboldum. İlk ikisinde kendimi alakasız yerlerde buldum, üçüncüsünde ise hani rüyalarımızda bir yerlere yetişmeye çalışırız ama sürekli bir şey çıkar ve gidemeyiz ya, aynen onun gibi sokaklarda dolanıp dolanıp aynı Cafe’nin önüne çıktım. Akşam eve dönmek için ofisten çıktığımda ise sadece kendimi eve götürebilecek kadar enerjim vardı, onu da yolda harcadım ve tükendim. Bu sabah kalktığımda ise hava düzelmiş, ben dün akşam kendimi bir şarj aleti ile enerji kaynağına bağlanıp depomu doldurmuşum gibi hızla kalktım. Biliyorum dedim evden çıkarken hava düzelmiş! Yolda gelirken denizin rengi olması gerektiği gibi mavi, ben 3 metreden sonrasını buğulu değil net görebiliyorum, ellerimdeki ve alnımdaki nem kabarcıkları kaybolmuş, omuzlarımdaki o garip ağırlık kalkmış ve ben bomba gibiyim. Yolda eşim bu durumu mutluluk ve beklenti çıtalarımı daraltıp, ufak şeylerde enerji yaratmaya çalıştığım şeklinde yorumladı.

Ben de ofise geldiğimden beri ‘’Karşı Kıyı’’dan içimi hoplatan ezgiler dinleyip öğlen çıkacağım yürüyüş için sabırsızlanıyorum. Hava böyle güzel olunca benim de aklıma hep olumlu şeyler geliyor. Sigarayı bıraktıktan aldığım kiloları verebilmek adına 2 aydır doktor kontrolünde yaptığım diyetin olumlu sonuçları, sabah giydiğim ve bol gelen pantolonum, 1 ay sonra diyetim bittikten sonra deneyeceğim tariflerin listesi gibi şeyler sürekli aklımda. Bu sürede de denediğim ya da uydurduğum kalorisi düşük tariflerle besleniyorum. İşte aşağıda tarifini vereceğim salata da bunlardan bir tanesi. Hem tarif karşı kıyıdan yani Yunanistan’dan hem de benim şu sıralar uyguladığım beslenme programına birebir uyduğu için tam da ruh halimi anlatan bir tarif. Kendisini daha önce hiç yemedim bu yüzden evet tam da Yunan salatası gibi olmuş diyemem, ama şimdiye kadar yediğim salataların en güzellerinden diyebilirim. Açıkçası sarımsağın salataya bu kadar yakışacağını tahmin edememiştim, ben bu Yunan mutfağını seviyorum yaaa.. Sevgili Papatyacığım senden uzun uzun yorum bekliyorum bu salataya elbet şunu ekleyelim bunu çıkaralım diye bir fikrin vardır oralardan.

(Not: Tarif Dimet yayınlarından Dünya Mutfakları isimli kitaptan)

Malzemeler,

Salata için ;

1 adet marul
1 adet Şerit doğranmış kırmızıbiber
1 adet Şerit doğranmış yeşil biber
2 Küp doğranmış domates
2 Küp doğranmış salatalık
1 Piyazlık doğranmış kırmızı soğan

Sosu için;

Yarım demet ince kıyılmış maydanoz
Yarım demet ince kıyılmış taze nane
4 yemek kaşığı zeytinyağı
Yarım limon suyu
2 diş rendelenmiş sarımsak

Süslemek için,

Beyaz peynir
Dilim zeytin
Kıtır ekmek

Hazırlanışı;

1-Salata için marul, kırmızıbiber, yeşilbiber, domates salatalık ve soğanı doğrayıp karıştırın.
2- Sos için maydanoz, taze nane, zeytinyağı limon suyu ve sarımsağı iyice karıştırın ve salataya dökün
3-Süslemek için küp kesilmiş beyaz peynir, dilim zeytin ve kıtır ekmek ekleyip afiyetle yiyin.
Devamı için tıklayın..

13.05.2007

Kitaplar ve Bisküvi


Tam 5 yaşında iken annem ve babam yapacakları bir seyahat dolayısı ile beni teyzeme bırakmışlardı. Ben evlerimizin yakınlığı sebebi ile zaten her gün teyzemi gördüğüm için öyle mızıklandığım annemi aradığım bir zaman aralığından çok annemi özlemeyeyim diye sürekli etrafımda dolanan insanların olduğu bir evde olmak doğan olarak 5 yaşında olan ben’i bayağı bir memnun etmişti. Hem bizim evimiz cadde üzerinde olduğu için ara sokakta olan ve çocukların sürekli kapı önünde lastik atlayıp oyun oynadıkları teyzemin evinde kalmak hiç de fena sayılmazdı. Günlerim çok güzel geçse de tek huzursuz olduğum zamanlar geceleriydi. Evimizdeyken yanında parmaklıkları olan bir yatakta yatmaya alışmış olan ben, teyzemlerde ise düz bir karyolada uyurken kendimi sürekli yerde buluyordum. Hatta bir keresinde yere düşmekten uyanmış, hava aydınlandığı için sabah oldu zannetmiş masaya oturup teyzemin bana kahvaltı getirmesini beklemiştim. Fakat herhalde sabah çok erken olduğu için herkes uyuyordu ve ben oturup uyandığım ve acıktığım için teyzeme şiir bile yazmıştım. Uyandığında beni kahvaltı masasında şiir okurken bulan teyzem önce korkmuş sonra gülmeye başlamıştı.

Gündüzleri teyzemin, ailesi tatile gittiği için teyzesinin evinde kalan bir karakterin oynadığı çizgi filmi videoya koyması ile başlardı. Teyzem her halde ev işleri yapardı ki bu arada ben oyalanayım diye bana çizgi film açıyordu. Öğleden sonra evin önüne seyyar salıncakçı gelirdi. Günlerce defalarca binsem de bıkmadığım bu salıncağa yoğurtçunun çıngırağı eşliğinde biner dakikalarca dönerim. Günün en zevkli dakikaları eniştemin beni evin yakınlarında bir parka götürüp hoppidi zıppıdi oynatması ile devam ederdi. Ama en güzel vakit kuzenlerimin okuldan gelmesi ile başlardı. Benden 6 yaş büyük olan teyzemin kızı her akşam bana alfabeden başka bir harf öğretirdi. Annemlerin tatili 15 gün sürmesine rağmen ben alfabedeki bütün harfleri öğrenmiş heceleri bile okumaya başlamıştım. İki heceyi birleştiremediğim için henüz hiçbir cümleyi okuyamıyordum ama o zamanların en moda kitabı Ayşegül’ün bana okunan kitaplarını o kadar çok incelemiştim ki, resimlere bakıp hafızamda kalanlarla okuyormuş gibi yapabiliyordum.

Annemler geldiği zaman benim bu öğrendiklerimi gördükleri zaman elbette ki çok şaşırmışlardı. Ben tabi okuduğumu düşünerek annemin bana seyahatinden getirdiği bütün oyuncakları, hediyeleri bir kenara itip annemden bana kitap almasını istemiştim. Annem de bana Ayşegül Piknikte, Ayşegül tatilde gibi bir sürü Ayşegül kitabı almıştı.

Geçen hafta sonu bir süpermarkette indirimli sepetlerin birine çocuk kitaplar klasiklerini koymuşlar. Biz dayanamayıp bir sürü çocuk kitabı aldık. Bu kitaplar da bana işte teyzemde geçen ve alfabeyi öğrendiğim o günlere götürdü.


O günleri düşündüğümde hep aklıma portakal aromalı tatlar geliyor. O muydu bu muydu diye düşünürken yepyeni bir tarif denemek istedim ve Lezzet Dergisi’nden’’ Portakal Aromalı Yıldız Bisküvi’’yi denedim. Bu bisküvi tam da kitap okurken kahve ile birlikte atıştırmalık bir tat. Ben Monte Kristo Kontu ile birlikte atıştırdım, siz hangi çocuk kitabını karıştırırken atıştırmak istersiniz?

Not: 1-175 gr un ilk başta bile bana çok az geldi, kıvamı tutturana kadar 1.5-2 bardak daha un ekledim.
2-Pişerken zamanlamaya çok dikkat ettim, çünkü zaten sert olan bisküvi kızarınca kuruyabiliyor.
3-Ben çikolata parçası kullanmadım.

Malzemeler;

175 gr un
75 gr nişasta
125 gr margarin
1 su bardağı toz şeker
1 tatlı kaşığı kabartma tozu
1 çorba kaşığı kakao
100 gr rendelenmiş çikolata
1 rendelenmiş postakal kabuğu
1 tutam tuz

Hazırlanışı;

1-Margarini dolaptan çıkarın ve oda ısısında yumuşatın
2-Unu karıştırma kabına eleyip, şeker, kakao, nişasta, kabartma tozu ve tuz ile birlikte iyice harmanlayın.
3-Bir diğer kapta da yumurta, margarin ve rendelenmiş çikolata ile portakal kabuğunu karıştırın.
4- Unlu karışı ile diğerini karıştırıp iyice yoğurun ve elde ettiğiniz kurabiye hamurunu, streç folyoya sarıp buzdolabında yarım saat dinlendirin.
5- Fırını 170 dereceye ayarlayın.
6-Hamuru unlanmış tezgahta 1 cm kalınlığında açıp yıldız şekilli kalıpla kesin ve yağlı kağıt serili fırın tepsisine dizin.
7- 170 derecede 20 dakika pişirin.
Devamı için tıklayın..

11.05.2007

Rakı şişesinde balık olsam...



Bugün benim doğum günüm.

1. yaşımı bitirip 2. yaşıma girdiğim ilk doğum günümde muhtemelen pasta kesip bana hediyeler veren bir sürü insandan bugün yanımda sadece abim ve annem var. Ve ben bu doğum günümü o 1. doğum günümde hayatımda olmayan ama sonraki doğum günlerimde hayatıma giren insanlarla geçireceğim. Sevmiyorum sevemiyorum değişiklikleri, herkes her şey aynı kalsa olmuyor mu hayatta? Ben bu doğum günümü de annemin yaptığı peynirli poğaçanın eşlik ettiği Gamze Pastanesi’nden alınma çikolatalı pasta keserek kutlasam ne olurdu? Hayat çok şiddetli bir rüzgârken, savrulan insanlar daha sıkı tutunamazlar mı birbirlerine?

Sabahın köründe ilk uçağa atlayıp Ege’nin herhangi bir dağının tepesinden ‘’Karşı Kıyı’’ya bakıp, ardından çikolatalı bir puro tüttürüp geri kalan günümü de fotoğraf çekerek geçirmek isterken, ne yazık ki İstanbul’da kalıp bu geceyi kalabalık bir akşam yemeği ile geçireceğim. Bildiğim ya da bilmediğim anlarda bilinçaltıma yazılan müzikleri dinleyerek, rakı kadehimi kaldırıp ‘’Nice Yıllara’’ diyeceğim.. Beni ‘’ben’’ yapan her şey bir bir tükenmişken, kendi ruhumda geldiğim yerle kavga ederken, beni ancak senede bir kere doğum günümde çalan ‘’Türk Musikisi’’ kendime getirebilir, hatırlatabilir diye fasıl müziği dinleyeceğim.. Bir Müzeyyen Senar yorumu ve isyankâr tınısı, içimde ölmüş tüm hücrelerimi canlandırır ve yine kendime, özüme dönerim diye Nihavent Makamındaki ‘’Yine bu yıl ada sensiz’’e eşlik edeceğim. Hani Nihavent hüzün ve coşkuyu aynı notada barındıran, dinleyeni ağlatırken rakı kadehini fırlatıp göbek attırmaya kaldıran bir makamdır ya, ben de önce ağlayıp sonra kalkıp hüzünlü göbekler atacağım. Hatta gece bitse herkes evine dönse de ben tek başıma kalıp keman çalan adamı dinlesem diye sessiz sessiz umut edeceğim. Hatta bir de gür sesli bir solist Orhan Veli’den ‘’Rakı şişesinde balık olsam’’ şiirini okusaydı ya diye hayaller kuracağım.

Bir anne yeni doğan bebeğinin ömrü hayatı için ne dilerse ben de geri kalan ömrüm için onları diliyorum bu sene doğum günümde. Ve geri kalan bilmem kaç senede fonda hep bir Müzeyyen Senar çalsın, Orhan Veli okunsun bir de rakı şişesinde balık olsun istiyorum…….

Makam: Nihâvend
Usûl : Curcuna
Beste: Osman Nihad Akın
Güfte: Osman Nihad Akın

Yine bu yıl Ada sensiz içime hiç sinmedi
Dil'de yalnız dolaştım hep, gözyaşlarım dinmedi
Ben de şaştım nasıl oldu, yüreğime inmedi
Dil'de yalnız dolaştım hep, gözyaşlarım dinmedi
----------------------------------------------------------

Eskiler Alıyorum
Eskiler alıyorum
Alıp yıldız yapıyorum
Musiki ruhun gıdasıdır
Musikiye bayılıyorum

Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip Musikiler alıyorum

Bir de rakı şişesinde balık olsam.
Orhan Veli Kanık
(1914 - 1950)



NOT: Resmi çizen arkadaşım Göksel’e, ardından renklendiren kuzenim Turgut’a çok teşekkür ederim.
Devamı için tıklayın..

7.05.2007

Terapi Ekmeği...



Bundan 4-5 yıl evvel, aynı ofiste çalıştığımız bir arkadaşım ile Pazartesi geceleri ‘’Terapi’’ ismini verdiğimiz sohbet gecesi düzenlemiştik. İkimiz iş çıkışı Beyoğlu’na gider önce bir yemek yer, ardından ikimizin de çokça sevdiği bir cafede bazen meyve çaylarımız bazen kahvelerimizle haftanın gündemini belirler ve onun üzerinde terapiler yapardık. Konularımız çoğunlukla eş, erkek arkadaş gibi klasik konular olsa da bu terapiler ikimize de gerçekten çok iyi gelir, her terapiden toparlanmış bir şekilde ayrılır gecenin geri kalanını da birbirimize SMS göndererek evlerimizden devam ederdik.

Yine bir terapi gecesi için Beyoğlu’na gitmek için buluşma yeri olarak ofisin hemen karşısındaki pastane olarak kararlaştırmış kahvelerimizi içiyorduk. Yaz gelmişti ve ikimiz de şu Hint kınası ile yapılan dövmelerden yaptırmak istiyorduk. Tam bunu konuştuğumuz sıralarda yanımıza bir Milli Piyango satıcısı yanaştı. Biz cebimizdeki bozuk paralar ile birkaç tane kazı kazan aldık. Birden ikimizin de hiç başına gelmemiş bir şey oldu ve arkadaşımın kazı kazanına ikramiye çıktı. Çıkan ikramiye o kadar büyük bir rakam değildi ama kahvelerimizi içerken, o akşam adına kurduğumuz bütün hayalleri gerçekleştirebilecek bir rakamdı. O kadar şaşırmıştık ki, ne yapacağımızı bilemediğimizden doğruca Beyoğlu’na gittik. Aslında o an bir ev hayali kursak ve o evin karşılığı kadar para çıksa da o kadar sevinecektik.

İlk önce dövmeciye gidip Hint kınları ile dövmelerimizi yaptırdık. Yaklaşık 1 saat süren bu dövme seansında ikimizde hep birbirimize bakıp gülüyorduk. Sonra kendimize birer tane küpe aldık ve terapi yaptığımız cafeye gittik. O gece yediğimiz yemek, yaptığımız terapi bize o kadar iyi geldi ki uzun bir süre yine para çıksın diye kazı kazan oynadık durduk.

O arkadaşım yaklaşık 2 ay önce uzun bir süreliğine eğitim için İngiltere’ye gitti. Gitmeden önce pazar günleri bizim evde çay demler annesinin gönderdiği süper Laz yemeklerinden yerdik. İşte bu mısır ekmeği tarifi de kazı kazandan çıkar gibi taa İngiltere’den posta kutuma düşüverdi.

(Not: 1-Ben arkadaşımın gönderdiği tarifteki malzemeyi yarı yarıya azaltarak 22 cm’lik yuvarlak kalıp ile yaptım, tam ölçüden büyük boy yuvarlak fırın tepsisi çıkabilir.
2-Balıkçılarda yediğimiz mısır ekmeği biraz sert ve kuru geliyor bana, bundaki beyaz un o kabalığı alıp mısır ekmeğini iyice yumuşatıyor.
3-Laz olan tarifin sahibi buna tam olarak ‘’mısır ekmeği’’ demediklerini, ‘’dereotlu’’ ya da ‘’peynirli’’ dediklerini eklememi istedi.Eğer kendisinden tam olarak ‘’mısır ekmeği’’ tarifi gelirse onu da sizinle paylaşırım.)

Malzemeler

2 su bardağı mısır unu
1 su bardağı beyaz un
Yarım su bardağı zeytinyağı
Yarım demet dereotu
1,5 su bardağı süt
1 paket kabartma tozu
1 tatlı kaşığı deniz tuzu
100 gr beyaz peynir

Hazırlanışı;

1-Fırın ısısını 180 dereceye getirin.
2-Mısır unu, beyaz un, kabarta tozu ve deniz tuzunu derin bir kapta harmanlayın.
3-Zeytinyağı ve sütü ekleyerek bir kaşık yardımı ile kek hamuru kıvamında bir hamur hazırlayın.
4-En son dereotunu ve peyniri de ekleyip yağlanmış ve unlanmış yuvarlak kalıba hamuru iyice yayın.
5–180 derece fırında aynen kek pişirir gibi yaklaşık 40–45 dakika pişirin. Üzeri kızarıp, batırdığınız kürdan temiz çıkınca fırından alabilirsiniz.
6-Biraz ılındıktan sonra baklava şeklinde kesin ve soğuyunca kalıptan çıkarın.
Devamı için tıklayın..

2.05.2007

Sağlık, Huzur ve Bereket...


Bir koca kış daha geride kaldı. Güneşsiz günlerin, soğuk akşamların, meyvesiz sofraların yavaş yavaş bizleri terk etmeye başladığı şu günlerde baharın gelişi, bütün dinlerin ortak inandıkları ve uyanma adına kutladıkları mucizelerden biri olan Hıdrellez’de ile kutlanacak. Sayısız hikâyeden biri olan inanışa göre hayat suyu içerek ölümsüzlüğe kavuşan Hızır, bahar aylarında insanların arasında dolaşıp, yardıma ihtiyacı olanlara yardım edip onlara bereket sağlar, aynı zamanda da insanın ve tabiatın uyanışının simgesi olarak da 6 Mayıs günü Hıdrellez Şenlikleri ile kutlanır. Çok eski uygarlıklardan bu yana kutlanan baharın gelişi, bizim kültürümüzde de uzun yıllardır neşe içinde kutlanmaktadır. Özellikle Anadolu’da Hıdrellez için aynı bayram günleri gibi temizlikler, yemekler tatlılar şeklinde hazırlıklar yapılmaktadır.

Bizim evde de Hıdrellez her sene ayrı bir coşku ile kutlanırdı. Biz çocukların teyzemin başında toplanması ile dileklerimiz özenle bir kâğıda tek tek yazılırdı. İlk önce geçen sene gerçekleştirilen dileklerimiz için teşekkür ile başlar, sonra yeni senenin isteklerine geçerdik. Kimimiz ev, araba gibi maddi şeyler isterken, kimimiz sağlık huzur gibi manevi ihtiyaçlarının garantisi içinde uzuuun uzun sayfalar yazardık. Sonra bunlar kurdeleler ile süsler ve renkli mandallar ile gül ağacına asardık. Hızır’ın gelip mektuplarımızı okuyup dileklerimizi gerçekleştireceğine inandığımız o günlerde çoğu akşam uyanıp Hızır gelip mektubumu açmış mı diye kontrol etmekten uykusuz kaldığımı hatırlarım. 5 Mayıs akşamı mektupları gül ağacından indirmemize kadar geçen süre sabırsızlanarak devam ederdi çünkü asıl eğlence o akşam başlardı. Önce hepimiz güzelce yıkanır temiz kıyafetler giyer dinimizce ve elimizden geldiğince kişisel ibadetlerimizi yapar dua ederdik. Sonra hepimiz arka bahçeye iner kocaman iner çalışmalara başlardık. Büyükler ateş yakarken biz gül ağaçlarının altına yapacağımız maketler için taş, kiremit gibi şeyler toplamaya başlardık. Ateş yandıktan sonra şarkılar eşliğinde ağacın altına taştan evler, arabalar insanlar yapar Hızır’ın bizi ve huzurumuzu ayırmaması için dualar ederdik. Ateş yüksekken büyükler atlar, küçüldüğü zamanda biz küçükler sırayla atlardık. En son da eve çıkar, bozuk paraları kocaman kırmızı kurdeleler ile bağlar, bolluk ve bereket getirmesi için çantalarımıza koyardık. Ertesi günde sabah erkenden yola çıkar dilek kâğıtlarımızı dua ederek denize bırakırdık.

Zaman geçip herkes hayatın kendince gerekliliklerine yoğunlaştıkça, her şey gibi bizim Hıdrellez partilerimiz de küçüldü küçüldü ve sonunda bitti. İlk önce vakitsizlikten dolayı yıkanmalar giyinmeler sonlandı ve her şey çabuk çabuk yapılır oldu. Sonra ibadetler, dualar hızlandı. Şimdi teyzemler aynı hazırlıkları yapıyorlar mı bilmiyorum ama ben evlendiğimden sonra Hıdrellez neşesini kendi evime de dağıtmaya çalışıyorum. Umutlarım ve hayatım açısından iyi gitmeyen ve benim için önemi çok büyük olan Hıdrellez zamanı da tartarak bitmesini umut ettiğim geçtiğimiz yıl için, aklımdaki ve ruhumdaki sayfaları kapatıp yepyeni tertemiz sayfalar açabilmek adına bu sene daha bir özenle hazırlanmak geldi içimden Hıdrelleze.

Ben ruhumdan geçen her şeyi bir kâğıda döktüm, eşim ile abimin mektupları ile birlikte gül ağacına astım. Hızır’ın benim küçük evime uğrayıp dileklerimi okuması ve bereket vermesi için her gece dua edeceğim. Cumartesi sabahı erkenden kalkıp en güzel kıyafetlerimi giyip anneannemin dediği gibi Hızır’ın duyabilmesi için bacamı kokutup ona kek yapacağım. Akşam da Ahır kapı’daki Hıdrellez Şenliklerine katılıp gönlümce baharın gelişini kutlayacağım.

Dilerim bu bahar Hızır hepimizin kapısına uğrayıp bereketinden bolluğundan birer fiske bırakır, dileklerimizi gerçekleştirir ve bu bahar hepimiz için bir öncekinden çok çok daha iyi olur.
Devamı için tıklayın..