19.04.2009

Erguvan Gezintisi Birinci Bölüm

Mayısın 12 sinde doğmamdandır baharı bu kadar sevmem. Ve kızım olmasını adını da Bahar koymayı çok istememin tek sebebidir. Çünkü bahar bir uyanıştır tükenmiş herşeyden. Yeniden doğmak, sebepsiz umut etmektir. Kışın yokluğuna acısına dayabilmenin tek yolu baharın umudu, yeniden geleciğini bilmenin rahatlığıdır aslında. Soğuğun ve yokoluşu ‘’geçici’’ olduğunun kanıtıdır bahar. En güzel, en mavi mevsimdi...
Bu hafta perşembeden itibaren hava ‘’bahar kokuyor’’ diyordum zaten. En nihayet kısa kollularımız ile dolaşıp sımsıcacık güneşi içimizde hissettiğimiz güzel ama bir o kadar da kısa sürecek olan bahar geldi. Tadını çıkarmak için çok acele etmemiz gerekiyor zira geldi mi gelecek mi derken bir bakmışız yazın yapış yapış sıcağı başlamış, koca kış kendimizi hapsettiğimiz kaloriferli evlerimizin bu sefer klimalı bölümlerine hapseder oluvermişiz kendimizi.
İşte tam da bu baharın tadını çıkarmak için daha evvel bahsettiğim erguvan gezintisini yapmak üzere Pazar sabahı için benim adıma erken sayılabilecek bir saatte buluştuk arkadaşımla Boğaziçi Ünversitesi’nin kapısının önünde. Kendim ve etrafımdakilerin ruh sağlıpı, can güvenliği için uyanır uyanmaz kahvaltı edip çay içme gerekliliğim en çok dışarıda kahvaltı edeceğim sabahlar rahatsız ediyor beni. Çünkü ben ne yazıkki çay içmeden, kahvaltı etmeden sinir küpü gibi gezinenlerdenim. Daha yüzümü yıkamadan çay suyu koyar, kızartma makinesine ekmek koyarım sabaharları.Kahvatı yapmadan evvel konuşamadığım, göremediğim, hissedemediğim için okula girer girmez hemen ilerideki enfes manzaranın tadını malesef çıkaramadım.

Şimdi düşünüyorum da normal bir durumda benim orada on onbeş fotoğraf çekmem, muhakkak birşeyler içip sessizce oturmam gerekirdi. Malesef şöyle bir bakıp meydana yürümeye devam ettim. Bana küçüklüğümün Bebek Koru’sunu andıran bu okulda kendimce öyle eskilere öyle eskilere gittim ki bir an nerede olduğumu bile unuttum. Geçen sene Çatalca da yuvarlanmak için saatlerce aradığım papatya tarlalarından tutun da mis kokulu ıhlamur ağaçlarına kadar envayi çeşit ağacı, bitkiyi bir arada bulunduran bu koru Pazar sabahıma keyif üzerine keyif kattı. Bütün köşelerinin şişman ve bakımlı onlarca kedi tarafından esir alındığı bu şirin okulda sessizce ve geçen vapurların düdükleri ile lezzetli bir sandviç ile ettiğimiz kahvaltının keyfine diyecek yoktu. Arkadaşımın okul anılarını dinlerken tam da boğazın karşı kıyısında duran kendi okuluma bakıyor, kendi anılarımda gidip geliyordum. Öğlen 13:00 de olacak sınavım için sabahın 07:00 sinde okula gelip tenis kortunun yanındaki çimenlikte bir paket sigara ve birsürü kahve ile ders çalıştığım günler gözümün önüne geldi bir bir. Okulun ilk günü kimseyi tanımamanın verdiği rahatsızlığın, üniversiteli olmanın gururuna karıştığı duygularım ile nasil mücadele etmeye çalıştığımı, kah korku kah keyif ile bazen isyan ettiğim, yorulduğum o kadar çok gün oldu ki. Bazense tam tersi yüksek lisans yapıp okulda kalmayı istedğim anlar bile oldu. Şimdi düşünüyorum da okuldan mezun olalı bile 7 koca yıl olmuş, zaman ne çabuk geçiyor hayret...
Fen Edebiyat fakültesinin dersliğindeki ‘’sınıf kokusunu’’ ne çok özlemişim... 7 sene önceki gibi tebeşir bir tahta, ve küçük bir tepegöz, bir de sınıfın arsız beleş öğrencisi gri bir kedicik... Yok yok bu kediler kesin buraların sahibi, kapıları açık bıraktığımızda arkamızdan kızıyorlar yahu!
Uzunca bir dolaşmanın sonunda öğlen olmuş bile, içeceklerimizi aldık, gazetelerimizi serip doğruca çimlerin üzerine uzandık arkadaşım ile.Güneş içimizi ısıtırken iyice kalabalıklaşmaya başlayan etrafdaki çocukların sesleri insana huzur veriyor. Ben dayanamayıp ayakkabılarını çıkardım bile, senenin ilk çimlerine de böylece basmış, kışın üzerimde biriken bütün elektriği de kendimce topraklara akıtmış bulunmaktayım.Şimdi düşünüyorum da daha 2 saati anlatabilmişim size, oysa o kadar fazla detay var ki anlatmak istediğim, diğerlerini de başka yazılara saklamalıyım.
Erguvanlara gelince, biraz erken gitmişiz ki hayat ettiğimiz erguvanları bulamadık ne yazıkki, henüz yeni yeni pembeleşmeye başlayan erguvanların kokusu etrafa yayılmamıştı bile. Fakat tam 2 hafta sonra aynı gün ve satte tekrar buluşmak için sözleştik arkadaşımla, bu sefer eşler ile, kahvaltımızı da yaptıktan sonra!
Fotoğraftaki mercimek salatasını çok uzun zamandır denemek istiyordum, böyle şeyler Pazar gününe yakışıyor benim zihnimde, peynirli börek, sıcacık bir akşamüstü çayı ve mercimek salatası olduğu zaman günlerden Pazar demektir! Tarif çok kolay ve benim gibi mercimek severler için bulunmaz bir nimet.

Mercimek Salatası
1 su bardağı mercimek
1 su bardağı köftelik bulgur
1 yemek kaşığı zeytinyağ
1 adet yemeklik doğranmış kuru soğan
1 limon
1 yemek kaşığı sumak
pulbiber
Tuz
Karabiber
Hazırlanışı
1) Mercimeği 1 litre su içerisinde 15 dakika kadar haşlayın.
2) Bulguru tel süzgecin üzerine koyup üzerinden 4-5 kez kaynamış su geçirin. Sonra kapağı kapalı bir saklama kabına alıp 10-15 dakika kabarmaya bırakın.
3) Bu arada soğanı yemeklik doğrayıp tuz ile ovun.
4) Haşlanmış mercimek, bulgur ve soğanı karıştırın.
5) Üzerine zytinyağ, limon suyu, sumak, tuz, karabiber ve pulbiber ekleyin ve karıştırın.

Devamı için tıklayın..

8.04.2009

Unutkanlık

Uzunca bir zamandir üstüste hani ‘’birşey unutmuşluk hissi’’ vardır ya onunla yaşadım durdum. Kapıdan çıkmadan evvel telefonumu aldım mı diye üçüncü bir kontrol gibi, çaydanlığın altını kapattım mı ya da bilmemne faturasını ödemişmiydim gibi. Ne eksikti ya da neden eksiktim bilmiyorum ama ruhum tam da böyleydi işte. Evde yıkanmasını planladığım bir makine çamaşır varsa, ya da kafama bir yemek yapmayı koyduysam zamanı durdurup TV’nin karşısında kahve içemeyenlerdenim ben. İlle aklımda olanları tümüyle gerçekleştireceğim ondan sonra gelecek keyif vakti. Aklımda olanı yapmasam da kime hesap veriyorum diye düşünüyorum da bazen, en zoru insanın kendine hesap vermesi değil mi? Birini istemeden kırdığımda gider bin kez özür dilerim de bunu nasil yaptım diye kendimle yüzleşemem bir türlü, kızarım utanırım kendimden. Oysaki birinden özür dilemek ne de kolaydır...
Unutmuşluk hissi diyordum konu nerelere geldi. Cumartesi sabahı uyandığımda bu unutmuşluk hissi tamamen geçivermişti. Belki bir rüya gördüm, ya da sarışınım ya neyi unuttuğumu da unuttum diye güldüm kendi kendime. Sahi bir ara bana unutkanlık ile ilgili bir tanı konulmuştu. Onu, bunu, şunu herşeyi unutuyordum. Mesela yolda birini görüyorum, canım arkadaşım diye sarılıyor bana, ama ben onun kim olduğunu bir türlü bilemiyorum ne zor şey. Hala hatırlarım bir arkadaşım bana bir hafta önce Beyoğlu’nda nasil da eğlendğimizi anlatırken ben arkadaşımın ismini bile hatırlayamamıştım. Doktora gittiğimde tabi bin türlü şeyden şüphelendi de durumu hiçbirşey bulamayında ‘’psikolojik’’ bulup bana bitkisel bir takım takviyelerden ve zihni canlandıran enzimleri barındıran bir hap verdi her sabah aç karnına içmem için. Tamam da başım ağrımıyor ki ilaç içeyim unutkanım ben nasil hatırlayacağım o ilacı içmeyi?

Pek tabi ilacı unuttuğumu bazen hiç farketmiyor, daha da kötüsü ilacı içmeyi unutuyor, sonra bu durumu da unutuyor ve ilaçları saydığım zaman eksikleri görünce farkediyordum aslında içmeyi kimi zaman unuttuğumu . Tamam dedim çaresi var bunun da, kahvaltı masasının hemen yanındaki buzdolabının üzerine ‘’UNUTMA’’ yazan bir magnet alıp astım. Sabahları kahvaltı yapmak için masaya oturduğum zaman magneti görecek ve kahvaltımı yapmadan evvel ilacımı içecektim. Bir süre herşey güzel gitti. Sonra bir sabah o magneti neden oraya astığımı düşündüğüm an farkettim ki ‘’psikolojik’’ olan durumlar takıntı, baskı ve stres sonucu feci boyutlara ulaşabiliyor. İlacı kaldırdım, unutmak da o sıralar yaptığım en kolay şey olduğu için durumu da unuttum, sonra herşey bir süre sonra düzelmeye başladı. Yavaş yavaş unuttuğum herşeyi hatırladım bir bir. Şimdi de zihnimin çok zinde ve çevik olduğunu söyleyemem pek kolay unutuveririm herşeyi, ama o zamanlardaki gibi olmadı hiç çok şükür. Ama unutmamın bana yüzde yüz fayda sağlayacağı şeyleri neden unutmam da her gün kavga ederim, güzel şeyleri de nasil çabucak unutup tüketitim bilemem... Neyse barışığım kendimle bu sıralar, bahar güneş spor derken seviyorum kendimi Allahtan.
Birşey anlatacağım ama toparlayamadım nedense. Çok çalışıyorum bu hafta herşey dağınık hayatımda, kategorize edemediğim bir sürü proje varken giriş gelişme sonuç durumlarını hiç toparlayamayacak kadar dağınığım. Yine de kenarda pek süslü bir kurabiyem var onu paylaşmadan edemedim. Özlediğim bir arkadaşımın Facebook’da kurabiyelerimi özlediğini yazmasından sonra dayanamadım iki tepsi kurabiye yapıp, şık da bir kutuya koyup, bir de güzel not yazıp gönderdim arkadaşıma. Diyorum ki ben de Facebook’a özlediklerimi yazsam , dileklerimi şıp diye gerçekleştirecek dostlarım var mı acaba?
Eskiden günlük yazarken hep ruh halimi anlatan şarkıların sözlerini de iliştirirdim sonlarına. Herşey teknolojikleşti, kolaylaştı pek tabi, artık sözlerini yazmaktansa günlüklerimize şarkıları ekleyip anlatabiliyoruz adlandıramadıklarımızı. Bu sene mayıs ayında 30 olacağım ben. Daha önce olanlarınız pek güzel anlar beni, geçmiş gelecek bugun zihnimde gelip gelip gidiyor şu aralar. Ve hep bu şarkı... Ayten Alpman ne de güzel söylemiş...Yıllar yıllar sonra bu sözleri işitecek kadar şanslı mıyım acaba diye düşünmeden edemiyorum.



Her Yasin Ayri Bir Guzelligi Var - Ayten Alpman

Portakallı kurabiye

Malzemeler


1 orta boy portakal
150 gr. Tereyağı
2.5 su bardağı un
1 su bardağı tozşeker
1 paket kabartma tozu
1 paket(80 gr.) bitter çikolata

Hazırlanışı

1)Fırın ısısını 180 deteceye getirin.
2)Portakalın kabuğunu rendeleyip içini püre haline getirin.
3)Üzerine eritilip ılıtılmış tereyağı, un, kabartma tozu ve şekeri ilave edip yoğurun.
4) İstediğiniz şeklli verip fırın tepsisine dizin.
5)180 derece ısıtılmış fırında 20 dakika pişirin.
6)Üzeri için 1 paket bitter çikolatayı benmari usulü eritin. Fırın tepsisinin yanlarına gazete kağıtları serin.
7)Eritilmiş çikolataya bir çayalı batırıp, çatalı kurabiyelerin üzerine hızlıca bir ileri bir geri sallayarak ince dekoratif çizgiler oluşturun

Devamı için tıklayın..