26.11.2007

Ölüm...


Yarının ne getireceğini bilmediğim bugünlerimde; kötü günlerim, iyi günlerim ve daha iyi günlerim olduğu gibi, daha kötü günlerim de oldu. Ama hiçbir iyi günüm herşeyin tam anlamı ile iyi gittiğinden daha iyi, ya da hiçbir kötü günüm eksik kalan kalbimden daha kötü olmadı hiç. Evde televizyonu bile açmadan kitap okuyacağım diye kendimle günler öncesinden sözleşme yaptığım cumartesilerimde bile, önce yemek yapıp, sonra hazır ışık varken o yemeğin resmini çekip, sonr etrafı toplayıp hadi bir de iki üç gömleği ütüleyeyim dedikten sonra keyfimden gerçekten keyf çıkaran ben, yarım kalan duygularım kırgınlıklarım ya da belirsizliklerim olduğunda ise işe bile gitmek istemeyen depresif biri haline gelebiliyorum. Hayatta bazen gri kalmanın ne kadar elverişli olduğunu sık sık yaşasam da bazen de işte bugünki gibi gri kalmanın sıkıntılarını sabahlara kadar uykusuz kalarak yaşayabiliyorum.

İşte tam bunların muhasebesini yaptığım bir Cumartesi günümde bir yemeğin ne zaman yemek olmaktan çıkıp ‘’Bir Porsiyon Öykü’’ olabileceğini düşündüm durdum. Aklıma ilk önce uykumdan uyanıp gülüşmeler duyup tekrar uykuma daldığım çocukluk sofralarım geldi. Annemin üzerim açık mı diye beni kontrole geldiğinde içime çektiğim kokusu ile rüyalara daldığım o çocukluk günlerim... Sonra kuzenlerimle toplandığımız o günün ilk ışıklarına kadar binbir adet öykü çıkaran leziz sofraları düşündüm. Bitmesini hiç istemediğim düğün yemeğim, 6 saat bir balıkçıda sadece gülerek vakit geçirdiğim dost sohbetleri. Bu hatırladığım sofraların hepsinde hayatımdaki her duygum tam dı da; ben mi bunları hatırlıyordum diye düşünmeden edemedim.

Bu kadar keyifsizken her ne olursa olsun bir dilim sıcak ekmek her lokmayı bir öyküye dönüştürür dedim ve yeni aldığım ekmek makinemle ilk ekmeğimi yaptım. Günlerdir okuyamadığım blog arkadaşlarıma keyifle göz atmak için makinemle başbaşa kaldığımda da Canan’dan Büyüleyen Mutfak Kokusunun artık bir melek olduğunu öğrendim.

Hayatımda kaybettiğim 33 yaşındaki diğer melekleri düşündüm.

Benim ideolojime göre sebep sonuç ilşkisinin muhteşem bir şekilde kurgulandığı bu kader ağında, bu kadar tatlı, bu kadar hatırlı ve bu kadar genç birinin hayatının sona ermesinin neleri etkileştirdiğini ve hangi zincirleri birbirine bağladığını diğer 33 yaşında kaybettiklerimde düşündüklerim gibi hayatı ve kaderi sorguladım durdum. Bir ölümün soğukluğu sırasında aslında 5 dakika evvel bizi sımsıcak ısıtacak insanları ya da öyküleri elimizin nasıl da tersi ile ittiğimizi, ve bu hırs dolu dünyada bir gün ölüm karşısında nasıl da aciz kalıp titreyeceğimizi düşündüm durdum. Herkes ölmeyecek sanıyor ya kendini...

Bu bir dilim peynirli ve kurutulmuş domatesli ekmek de boğazmda bir porsiyon düğümden öteye gidemedi....
Devamı için tıklayın..

17.11.2007

Hava Aydınlık Kalsın!


Günler uzasa, 24 saat değil 29 saat olsa, o 5 saat de benim olsa, ama hava da aydıınlık olsa..

Kendimi Beyoğluna atardım ilk gün.İlk önce evden çıkmadan cep telefonunu kapatır sonra doğruca Metropol pasajının en dibindeki dükkana Özel Bal şiirleri okumaya giderdim. Uzun uzun şiirleri okur, her baktığım taraftan başka bir kelimesini keşfeder, sonra üzerimdeki kıyafete tarza falan da aldırmadan cap canlı harflerle Carpe Diem yazan bir yaka iğnesi satın alır, çantama iliştirir doğruca Galatasaraya doğru yürümeye başlardım O eskiden postane olan mermerlerini çok sevdiğim kocaman binanın bir kareye sığacak siyah beyaz fotoğraflarını çekmek için kendime son model bir objektif satın alırdım. Gerçekten ve gerçekten beşyüz tane resim çekmek isterim orada. Çektiğim fotoğrafları aktarmak için küçük şirin sevimli bir cafede sıcacık bir portakal çayı içer, tek başıma olmanın huzurunu gözlerimi kapatıp bir kez daha içime çekerdim. Hayatımda aynı renk göremediğim bütün insanları tek tek düşünür, eski renkleri ile görmeye çalışır, sonra vazgeçer tekrar bakardım çektiğim resimlere. Bu sırada hava hala aydınlık olurdu..........

Bugünlerde akşam 20:00 de evde olsam erken geldim falan diye sevnip ne yapacağımı şaşırıp bir oradan bir oraya koşturuyorum evde. O yüzden bugünü kendime ayırdım hava aydınlıkken kendi kendime ‘’birşeyler’’ yapmak istedim. Sabah erkenden kalkıp kahve termosuma çay demledim. Şehir çok uzak olduğu için vazgeçip sahile indim.Yürüdüm, sonra koştum, sonra yine yürüdüm. İçimde, ruhumda biriken bütün enerjini denize bıraktım geldim. Çok uzun zamandır vakitsizlikten bekar evine dönen mutfağımda eşimle ‘’bir yemek olsa, salçalı suyu olsa, suyuna da ekmek bansak’’ diye konuştuğumuzun üzerinden 2 gün geçmişti. Bu yüzden kendimi mutfağa atıp basitçe çiftlik köftesi yaptım. Mis gibi, acı acı, sulu sulu. Ardından eşimin en sevdiği yiyecek olan patatesi kızartıp, üzerine domatesli sos yaptım görünce sevinçten çıldırsın diye. Baktım dolabımda ayıklanmış yıkanmış ıspanak pakedi de var bu kapalı kırmızı sonbahara çok yakışır diye çok zamandır denemeyi istediğim ıspanak çorbasını da yapıverdim yanına yeni tatlara kapalı eşimin içmeyeceğinden emin bir tencere çrbanın bana kalacağını bile bile.

Şimdi o cumadan ödevlerin bittiği ama ertesi güün de tatil olduğu için en çok sevilen Cumartesi gecesinin başındayım. Telefonum kapalı, ev telefonumun fişi çekik. Film kanallarında dolaşırken Prison Break’in yeni bölümlerini mi seyretsem diye düşünüyor, yok yok ben kalkıp bir çikolatalı tart yapayım diye aklımı çekerken de hepsini boşversem, kocam gelse de sinemaya gidip patlamış mısır yesek diye hain planlar yapıorum. Ama bu gece TV açık, ama yanında laptoptan da Sezen Aksu Çalarken Scrabble oynayıp boş boş güleceğimizi de o kadar iyi biliyorum ki. Huzurlu muyum neyim?.

Beyoğluna gidemedim, bir dahakine gideceğim söz!

Not: Aşağıdaki ölçüler denemek için yaptığım için az, 3 kişilik çorba anca çıkar. Siz kişi sayısına göre arttırabilirsiniz. Ben çok ama çok beğendim.

Malzemeler

250 gr ıspanak
1 kucuk soğan
1 yemek kaşığı zeytinyağı
1 yemek kaşığı un
1 su bardağı süt
1 su bardağı su
Tuz
Karabiber

Hazırlanışı

Zeytinyağında soğanı ve unu kavurun. Doğranmış ıspanağı da ekleyip kavurmaya devam edin. Su ve sütü ekleyin. Bir taşım kaynadıktan sonra tuz ve biber ekleyin. Pürüzsüz olana kadar blanderden geçirin.
Devamı için tıklayın..

6.11.2007

Aşık mısınız?





Aşkın kuralı var mıdır? Ya da kuralı bırakın aşkta mantık var mıdır ki? Kendinden 30 yaş büyük birine aşığım diyen birinden ne kuralı ne mantığı bekleyebiliriz. Senelerce tek bir bakışını bekleyen bir platoniğin, yüzbininci kez af dileyen bir erkeği affeden kadının, ya da hala aynı insanı senelerce unutamamış bir insanın boğazındaki düğümden başka birşey değildir ki aşk. Mantığı olmadığı gibi acısının boyutu da yoktur, nerenizi acıtacağı da belli değildir. Bir bakarsınız aşk sizin anlayamayacağınız, asla yapamam dediğiniz birçok tavrı, düşünceyi bir başkasına defalarca yaptırabiliyor. Ya da yapmam dediğiniz şeyleri gün gelip de kapınızın önüne koyuveriyor. Bir gün bir ikinci olur bal gibi de kabul eder beklersiniz, gün gelir aşk sizi esir alır, elinizi kolunuzu yönetir de nereye koyacağınızı bilemezsiniz.

Bu durumda bir çapkına, yaşça büyük birine, en yakın arkadaşımızın sevglisine, ya da 30 yıllık evlilik ve 2 torundan sonra bir başkasına aşık olabiliyor isek neden aşkımıza bu kadar sahipsiziz? Neden aşkımzın önünde eğilip ondan özür dileyemiyoruz?

Etrafımız gururunu aşkından üstün tutan ya da tuttuğunu sanan insanlarla dolu. Halbuki sevdiğim adamın gözlerinin içine bakıp herşeyimle ona teslim olduğumu söylememi nasıl gururumla aynı teraziye koyabilirim ki? Seviyorum, aşkından da ölüyorum ama bunu söyleyemiyor ya da birtakım hesaplar uğruna söylemiyorum neden ki? Ya da çok haklı olduğum bir kavgada, nasıl olur da özür dileyip sevdiğimin kollarına kendimi bırakmam da için için ağlar bu aşkı zedelerim? Ben aşkın olduğu yerde diğer hiçbir duygunun yeri olamayacağına inanıyor ve bunu da ne olursa olsun savunuyorum. Mantığı olmayan bir duyguya neden mantık sığdırmaya çalışıyoruz hiçbir zaman anlayamadım. Ne hissedersem onu söylerim, başka duygular ile kıyaslayıp aşkımı, elime ne geçirebilirim ki hayatta.

Aşkınızı ilk önce kendinize itiraf edin, eğer inanıyorsanız da bir dakika bile içinizde saklamayın. Gidin sevdiginiz insanın karşısına, ben sana aşığım, bakışlarındaki sıcaklık beni kavuruyor deyin, sabahlara kadar uyuyamıyorum seni düşünmekten, söylediğin herşeyin altında bir mana anlam arıyorum deyin, ne diyorsanız deyin yeter ki suskun kalmayın. Varsın karşılıksız olsun aşkınız, söyleyemeyip var olmayan birşeyi aşk sanıp yaşamaktansa, reddedilin ya, aşk gibi bir mantıksızlığın yanında reddedilmenin önemi ne olabilir ki? Aşık olabiliyorsunuz ama reddedilmekten mi korkuyorsunuz? Çok komik...

Dışarıda nasıl bir fırtına, yanınızdaki aşka sarılmalık, uzaktaki aşka telefon açıp kısık sesle şiir okumalık. Hatta hatta sımsıkı giyinip birlikte ıslanmalık.Alın size afrodizyak bir tarif, pişirin yedirin, aşksız kalmayın!

Bu yazı da aşık olup itiraf edemeyenlere cesaret olsun 

Malzemeler

3 yumurta
1.5 bardak toz şeker
2/3 paket tereyağı
1 su bardağı süt
3 su bardağı un
1 paket kabartma tozu
1 su bardağı damla çikolata

Sos için;

½ su bardağı krema
½ paket bitter çikolata

Hazırlanışı

Fırını 180 derecede ısıtın. Şeker ve yumurtayı krema kıvamına gelinceye kadar çırpın. Ardından oda sıcaklığındaki tereyağını ekleyip çırpmaya devam edin. Sütü ekleyip karıştırın. Un ve kabartma tozunu da koyup kek hamurunu tamamlayın. Son olarak damla çikolatayı de ekleyin. 180 derecede 45-50 dakika pişirin.

Benmarida erittiğiniz sosu sıcakken üzerine dökün.
Devamı için tıklayın..