31.01.2011

Salıncak

Şimdilerde Yeniköy'de bir parkta ikamet eden, tekerlekleri kimbilir kaç senedir dönmemiş güzel salıncak. Ne zamandir gelip gidip fotoğrafını çekmek istiyordum senin. Eskici dükkanlarında yıllardır sahibini bekleyen ama ilgi çekmeyen ürünlerin şimdilerde moda olduğu gibi senin de modan gelecek mi yeniden İstanbul'a? Yeniden göyüzüne çıkarırcasına döndürecekmisin bizi kollarında? Oysa biz çoktandır bayram harçlıklarımızı hazırladık seni bekliyoruz bak, sıraya bile girdik bağırış çağırış. Sahi yoksa sen bizim evin önüne kadar gelen salıncak mısın? Eğer öyle ise seninle eskileri yad edecek ne çok şeyimiz var. Bana biraz beni anlatsan salıncak, zorlasam da tıkanıp kaldığım düğümleri açsan da anlatsan neler yaptık seneler seneler evvel seninle? Kapı kapı gezsen, kollarına sarıdığın bütün çocukları bulsan da anlatsan ne güzel olurdu be salıncak! Bayramlıklarımızı, pembe çantalarımızı anlatsan bize, kimlerin harçlık verdiğini, kimlerince mendil verip çocuk aklımızı üzdüğünü hatırlatsan bize. Sonra evin az aşağısında koca bir lünepark vardı ya hani şimdilerde kocaman bir market olan, çok üzüldü mü onu yıktıkları zaman? Sahi bir de pamuk helvacı olurdu ya yanında sana rakip. Azıcık paramızla helva yesek sana kavuşamazdık, sana kavuşşak helva diye ağlardık ya...

Taksimde kar atıştırdı bugün yürürken minik minik, eskicileri gezdim eski eski kokularla, çocuk olasım geldi
Devamı için tıklayın..

26.01.2011

Kış akşamları ve Wallking Dead


Geçen yıllarda daha güzel diziler mi vardı bilinmez, her akşam eve gelmeyi iple çekerdik. Yemeğimizi yer, televizyonun basina kurulur başlardık arka arkaya izlemeye… Lost, Prison Break, 24, Nip Tuck, Supernational, Friends, My Wife And Kids, hem yurtdisinda hangi gün yayınlandıklarını takip edip yayınlanır yayınlanmaz seyreder, hem de birikenler arasında hangisini izleyeceğimize şaşırırdık. Bu sene de kış olunca bir müddet dizi aradık ne izleyeceğiz diye. Pazar akşamları Nip Tuck’ın son sezonu ile hemen arkasından Six Feet Under izlemeye başladık. Ama dizilere alışan hafta içi akşamlarımız bir türlü dolmuyordu. Ta ki bu pazar CNBC-e de başlayan Wallking Dead’i yakalayana kadar.

28 gun sonra ve 28 hafta sonra ile başlayan, Will Smith’in ‘’I am Lagent’’I ile devam eden ve benim hayatta en büyük korkumu farketmeme yol açan olayın bir de dizisini yapmışlar. 28 gün sonra filminde bir adam bir hastane odasında uyanıyor, tüm şehir yerle bir ve şehre bir virus yayılmış, tüm insanlar yaşayan bir ölüye dönüşmüşler. Bu ölülerin beslenebildiği tek kaynak ise bir canlı! Yani şehirde her an bir yaşayan ölü ile ısırılma ve onlara dönüşme korkusu ile birlikte yaşıyor ve onlardan kaçıyorsunuz. 28 hafta sonra ise bu filmin devamı, yani virüsten 28 hafta sonra tüm dünyada olanları konu aliyor. I am lagent ise bir başka versiyonu, bunda ise zombiler sadece geceleri ayaktalar ve Will Smith sadece gündüzleri dışarıda yemek, güvenlik ve temel ihtiyaçlarını arayıp, hava karardığı anda evine dönüp korku içinde yaşıyor. Ve elbette her versiyonda da hayatta kalanlar dünyanın her yerinde diğer hayatta kalanlar ile bir bağlantı kurmaya çalışıyorlar.




Sadece zombiler değil, dünyada bir gün hayatın kalmadığı, ama benim yalnız başıma uyandığım fikri çokça geceler rüyama bile girmiştir. Hayatta yalnızlıktan başka büyük korkusu olan var mı bilmiyorum, ama benim gerçekten yüzleşmem ve yaşamam gereken bir konu olduğunu biliyorum. Bana kalsa hem dizide hem de filmed hiç çaba sarfetmeden gidip bir zombiye kendimi ısıttırır kurtulurdum yalnızlıktan. Hani yalnız kalacağıma öleyim daha iyi…

Wallking Dead ise bunun diziye dönmüş bir hali. Bir polis memuru vuruluyor ve yoğun bakıma giriyor, uyandığında ise tüm dünya zombilerle dolmuş. Daha ilk bölümünde bizim evden tam not aldı, ve biz pazar gecelerini bekleyemeden dizinin diğer bölümlerini de hemen edindik. Dizi şu an birinci sezonu bitimiş ve ikinci sezon için 13 bölümlük bir anlaşma yapıp çekimlere başlamış durumda. Dileyenler için her pazar saat 23:00 de CNBC-e de, dileyenler için tüm bölümleri DVD’cide. Kış akşamlarınızı sürükleyici bir dizi ile geçirmek isteyenler için biçilmiş kaftan.

Devamı için tıklayın..

23.01.2011

Dostlarımız kendi seçtiğimiz kardeşlerimizdir


Pazar sabahı.. Kahvaltıdan hemen sonra bir gece onceki yorgunlugu üzerimden atabilecek tek şey olan kahvemi pişirmek istiyorum kahvaltıdan hemen sonra, bakıyorum ki kahve bitmiş, saysan iki kırıntı var kavanozda. Kolay değil bir gece önce tam oniki kişiydik bizim evimizde, bir telefonumuzla evimize gelen, zamansızlıktan dışarıdan söylediğimiz yemeği bizimle seve seve paylaşan, bir kısmı Ocak ayına inat yumuşacık bir gecede balkonda, bir kısmı mutfakta sigara içen, bir kısmı salonda bir minik kızla oyunlar oynayan… Tamam diyorum ben bir türk kahvesi yapayım o zaman ve bakır cezvemde ağır ağır pişerken şekersiz türk kahvem başlıyorum düşünmeye…

Dostları olmalı insanın hayatta, her neredeyseler bile sen çağırdığında seninle vakit geirmeyi isteyip bir telefonunla sana gelebilecek kadar yakın..Yoksa hayatta başka ne mutlu edeiblir ki seni? Şarap dolabında yeni aldığın şarapları açıp açıp kendin içeceksen ne tadı var o şarabın?

Bir makarna reklamıydı sanırım televizyonda ‘’dostlarımız kendi seçtiğimiz kardeşlerimizdir’’ diyordu üzerine basa basa. Herşeyden öte bir kızkardeşi olmalı insanın bir tane olsa bile yeter ya Allah’ın bize verdiği ya da bizim kendi seçtiğimiz. İstanbul’un bitmek tükenmek bilmeyen o en cehennem trafik saatinde seni çağırdığında düşünmeden yola çıktığın bir kızkardeşin yetmemeli sana. Evine yakin bir ev bakmalısın ona akşamüzeri sıcacık bir mercimek çorbasını bir sefertasına koyup terliklerinde ve üzerinde incecik bir şalınla kapısını çalamıyor olmak rahatsız etmeli seni. Ve sırf bu hayalini gerçekleştirmek için bıkmadan yorulmadan emlakçı emlakçı, ev ev gezmelisin onun için. Evin ne kadar dağınık, pis bile olsa onun sohbeti için bir telefon edebilmeli, kapında gördüğün zaman sarılıp ‘’iyiki varsın’’ diyebilmelisin. Ya da çok moralin bozuk, modun düşük diyelim, yarım saat bir kahve içsen eve kahkahalarla dönmeni sağlayacak, moralin çok yerindeyken onun söylediği bir üzücü haberde derdini dert edinebilmelisin isteye isteye..

Gezdik tozduk, zamansız anlar, hesapsız günler yaşadık hayatlarımızda. Ama artık bugünden sonra çocuklarımızın ömür boyu ‘’teyze’’ diyeceği dostlar edinmeli, varsa da kıymetini bilmeliyiz. Yıllar geçtiğinde, paslı birer teneke kutuya dönüştüğünde ruhlarımız, herkes uzaktan bize imrenerek bakmalı, bizim yerimizde olmak için çaba sarfetmek istemeli gün be gün. Eski, paslı, yıpranmış da olsak, aynı bu fotoğraftaki gibi yakışıklı çıkmalıyız karelerde, çocuklarımızı dostluğumuza özendirmeli, onları kendilerine getirmeliyiz, aynı akşamki misafirlerimiz gibi.



Yarın yepyeni bir hafta, erken kalkmak lazım. Tam sabah kahvesine geçtiğimizde ofisteysek toplanti odasına gitmeli, evdeysek güzel bir müzik açıp kızkardeşlerimizi aramalıyız, yalnız olmamak, ve yalnız olmadıklarını kulaklarına fısıldayabilmek için.


Devamı için tıklayın..

21.01.2011

Ayranlı Tarhana Çorbası

Kar olmadan kış olur mu hiç, soğuk olmadan ısınmanın keyfini çıkarabilir miyiz?

Geçen ayki Avrupa tatilimizde bir kez Almanya'da otobanda bir kez de Paris havaalanında bizi sabaha kadar mahsur edecek kadar çok kar vardı. Hayatımda hiç hissetmediğim kadar soğuk, bugüne kadar görmediğim kalınlıkta karlar vardı. Ama çocukluğumuzda İstanbul'da yağan kara o kadar hasrettim ki yetmedi bile bana. Oradayken hep İstanbul'a salonumun hemen önündeki çam ağacına karlar yağsa da evimde sıcak çorbamı içsem diye hayaller kurdum. Şimdi meteoroloj uyarı yaptı önümüzdeki hafta İstanbul'da kar var diye. İstanbul'un karı anneannemin tabiri ile kedi karıdır, yağar ama tutmaz, tutsa da hemen erir, ama en azından camın önünde kar yağışını seyretmek beni çok ama çok mutlu edecek.

Sevgili Açalya'nın Facebookda actigi ''Hergun bir ev yemeği menüsü'' isimli sayfasi var. Bu sayfada üye olan herkes o gün evde kendi malzemeleri ile pişirdiği yemeklerini yazıyorlar. Böylece hergun bugun acaba ne pişirsem derdinden kurtuluyorsunz. Ben her sabah muhakkak bir kez ziyaret ediyorum, boylece hem yeni tarifler öğreniyor hem de değişik menüler oluşturabiliyorum.



Bu çorbanın tarifi de bu sayfada, Açalya'nın yapip tarifini yayınladığı bir çorba. Açalya tarhanayı ayran ile islatmış, ne kadar değişik bir fikir. Bazen anne tariflerine değişiklik katmayı hiç düşünmüyoruz. Zaten annemin evinde tarhana hep birşeyler katilarak içilirdi, ekşimik, süt, yoğurt... Ama pişirmeden evvel su yerine ayranla ıslatmak tarhanaya çok ama çok güzel bir aroma katti.

İnşallah güzelce kar yağar İstanbula, işe gidenleri trafikte zorlamayacak, evde kalanların da keyfine keyif katacak cinsten. Birer ayranlı tarhana pişirir içine köy ekmeği doğararız, önce tarhanamızı sıcak sıcak içer sonra dizlerimizde bir battaniye ile başlarız lapa lapa yağan karı seyretmeye..

Ayranlı tarhana
1 su bardağı ayran
1 su bardağı su
3 yemek kaşığı tarhana
1 adet küçük soğan
1 yemek kaşığı salça
2 yemek kaşığı zeytinyağ
2 su bardağı su
50 gr kıyma, tuz, karabiber

Hazırlanışı
1-İlk önce kıymayı tuz ve karabiber ile yoğurup nohut büyüklüğünde toplar elde edin.
2-Tarhanayı 1 su bardağı su, 1 su bardağı su karışımında karıştırarak eritin.
3-Zeytinyağında rendelenmiş soğanları kavrun, salçayı da ekleyip karıştırın ve 2 su bardağı su ile sulandırın.
4-Tarhanayı karıştırarak ekleyin, içine köfteleri de koyup 20 dakika kaynatın.

Devamı için tıklayın..

20.01.2011

Et sevmeyenleri kandırmak için patatesli ıspanaklı fırın köfte

Bu tarif annem tarafından et sevmeyen ama vejeteryan olmayan birine et yedirme taktiklerinden sadece biridir. Kendisinin et yemediğim için yalvar yakar beni götürdüğü bir diyetisyenin bana göre manasız, ama et severlere göre oldukça yerinde olan uzun süreli bir konferansının sonucunda haftada 2 aksam kurubaklagil, 2 akşam balık, 2 akşam dolma ve 1 akşam tonbalığı yemeye mahkum edilmiş durumdayim. Zira annem her sabah telefon açıp bu akşama ne pişiriyordun diye sormakta, beni çeşitli halk hurafeleri ile tehdit etmekte, zorlandığı zamanlarda da duygu sömürüsü yapmaktadir.Hayatını roka, peynir ve domatesle geçirebilecek biri için bu duruma alışmak çok güç tabi ama anne hatridir, bilimsel gerçeklerdir deyip kendimi zorlamaktayim.

Et severler okumasın- topraktan bitme otlar, sebzeler, meyveler kendi halinde dururlarken, bir zamanlar kırlarda bayırlarda hoplayıp zıplayan mutlu mesut yaşayan bir hayvanın yaşamına kurubaklagil dururken protein almak, pekmez dururken demir almak ya da sadece üzerine kekik ekleyip ekmek banmak fantezileri ile son veren bir sektörün ürünü olan kıymanın, yediğiniz zaman et kokmayan, lezzeti bana göre ''et kokmayan ama hayatımda olmasa da olur'' olan fırında pişmiş köftesidir bu fotoğraf.



Et sevmeyen ama yemek zorunda olanlara yegane kurtarici önerimdir. Beş gün gizli gizli marul yiyerek mutlu olabilir, bir gün balık yiyerek vicdanınızı rahatlatabilir, geri kalan yedinci gün de bu içinde ıspanak olduğu için sizi mutlu edecek köfte ile büyükleri ve doktorları memnun edeiblirsiniz.

Hepinize sağlıklı günler

Ispanak patates püreli fırın köfte

köftesi için

350 gr kıyma
1 adet kuru soğan
1 adet yumurta
1/4 bayat ekmek
tuz, karabiber, kimyon
1/2 demet maydanoz

püresi için

2 adet patates
1/2 kg ince kıyılmış ıspanak
1 yemek kaşığı tereyağ
1 çay bardağı süt
tuz, karabiber

Hazırlanışı
1-Köfte için tüm malzemeleri yoğurun ve köfteleri mandalina büyüklüğünde toplar yapip ortalarını hafifçe bastırarak tepsiye disin, 200 derecede 30 dakika pişirin.
2-Püre için patatesi haşlayın, süt ve tereyağ ekleyip karıştırırken, doğranmış ıspanakları da ekleyerek pişirin.
3-Köfteleri fırından çıkarıp üzerlerine patatesleri ekleyip tekrar fırına verin
4- 20 dakika daha pişirin servis edin.

Devamı için tıklayın..

19.01.2011

Bakmak ve Görmek

Annem gazetenin bir köşesinde okumuş; ‘’İran sınırında genç bir adam, hergün, günde iki kez ve aynı saatlerde bisikletinin önüne ve arkasına kum koyarak İran’a gecer ve geri dönermiş. Etraftaki kimse bu adamın kumları neden karş tarafa geçirdiğini bilmezmiş. Bazen iki bisiklete kum koyar yanyana bağlar karşıya geçer tek bisikletle dönermiş, bazen tam tersi tek bisiklet gidip iki bisiklet dönermiş ama bisikletlerin önü ve arasında hep kum olurmuş. Gel zaman git zaman meraklı mahalle halkı adamı gözlemlemeye başlamışlar. Dürbünle bakmışlar, kumu karıştırıp içine bakmışlar, kumundan birer avuç çalıp içinde ne var diye incelemişler , uyuşturucudan şühelenmişler fakat hiçbirşey bulamamışlar. Adam böyle senelerce kumları karşı tarafa taşımış durmuş. Seneler sonra bisikletli adama meraklı adamlardan biri başka bir şehirde rastalmış ve sormuş, demiş ki ‘’ çok merak ettik, kumundan çaldık, seni gözlemledik ama o kumları neden karşıya taşıdığını bir türlü öğrenemedik, seneler geçti zaten üzerinden, ne olur bu merakımı giderir misin?’’. ‘’Adam gülümsemiş ve açıklamış sırrını; ‘’Ben İran’a bisiklet kaçırıyorudum, halbuki siz kumdan başka hiçbir şeye bakmadınız ki!’’



Takıldığımız birşeyler var hayatta, onlara kanalize olmuşuz deiğerlerini, asıllarını göremiyoruz. Varsa yoksa kum var bazen hayatlarımızda, oysa ki sır kumu taşıyan bisiklette farkında mısınız? Bakıyoruz hayata uyuşturulmuş bir şekilde, ama görmüyoruz. Oysaki her an bir fotoğraf karesidir hayatta, her anın içinde apayrı bir ışık, derinlik, hikaye ve perspektif vardır, oysa basamıyoruz bile çoğu zaman deklanşöre…

Bakıp görmediğimiz dostarımız tarafından inciniyoruz ya, suç onlarda mı yoksa bizim mühürlü gözlerimizde mi hiç düşündünüz mü?

İki gündür kış var İstanbul’da, hava buz, tam da akşamları kestane yiyip TV izlemelik. Ben de hergün yeni bir çorba yapıyorum soğuk evimi ısıtacak. Bu haftanın ilk çorbası bu, dumanı üzerinde, vitamin bol, tam bir kış çorbası baktığımızda, ama ya gördüklerimiz?

Sebze Çorbası

Malzemeler

1 adet kereviz
1 adet kerevizin yaprakları
2 adet havuç
1 litre su
1 litre tavuk suyu
1 yemek kaşığı yağ
1 tatlı kaşığı un
1 tatlı kaşığı salça
1 adet limon suyu
tuz

Hazırlanışı

1- Kereviz ve havucu rendeleyip 1 litre suda 10 dakika kadar haşlayın.
2- Sebzeleri süzün.
3- Bir tencerede yağ ile unu kavurun ve salça ekleyin, yavaş yavaş tavuk suyunu ekleyin ve kaynatın.
4- Ardından sebzeleri ve kereviz yapraklarını ekleyin, tuz ve limon da ekleyerek çorbayı bir iki kez kaynatıp altını kapatin.

Devamı için tıklayın..

17.01.2011

Benim Gözümden

Sesler, tatlar ve gözlerdir bizde iz bırakanlar.
Bugüne kadar tatlar ile paylaştım, tatları yazdım sizle.
Artık gördüklerimi de paylaşmaya, öykülerini yazmaya çalışacağım.
Bir Porsiyon Öykü'nün gözünden hayat sağ menüde, bölüm bölüm ayrılmış durumda. Dilerseniz bu yazıdan da ulaşabilirsiniz.

Çocuk
Düğün
Sokaktakiler
Doğa
Yemek

Tatlar ve gözlerle birlikte ileride seslerle de paylaşmak dileği ile.
Devamı için tıklayın..

14.01.2011

Bugünü Yaşamak

Unutmuyoruz geçmişi, bize mutluluk verse de acı verse de… Ne kadar güzel şeyler yapmış olursak olalım hayatta, insanların aklında istemeden de olsa onları kırdığımız, acıttığımız davranışlarla akılda kalıyoruz nedense. Oysa geçen akşam eşimle izlediğimiz bir filmde duyduğum bir söz var duvarlarıma, defterlerime yazmak istediğim; ‘’Geçmişte doğru şeyler yapmamış olabilirim, ama yarın daha güzellerini yapabileceğimi biliyorum’’ Bu kadar aslında hayat, geçmiş adı üstünde geçmiş bitmiş, bugun var yaşamamız gereken, bir de yarin var hazırlanmamız, planlamamız gereken, ama biz geçmişte o sözde o olaydayız nedense. Olgun insanlar unutuyorlar, affediyorlar, şans veriyorlar, önlerine bakıp devam ediyorlar, ama diğerleri hani nasil derler takılmış plak gibi aynı şeyi düşünüp, aynı şeyi telaffuz ederek yaşıyorlar hayatlarını. Oysa ki konuştuğumuz kadarız aslında, başımıza gelenlerle değil, başımıza gelenlere verdiğimiz tepkiler, sergilediğimiz tavırlar ile anılmıyor muyuz?

İki bilge, karşı cinsle ilişkinin, hatta temasin yasak olduğu iki bilge yolda yürüyorlar, derenin kenarında karşıdan karşıya geçemeyen bir kız görüyorlar. Kız bilgenin birinden yardım istiyor, bilge de kızı kucağına alıp karşıya geçiriyor. Kız teşekkür ediyor , iki bilge yollarına devam ediyorlar. Gel zaman git zaman saatler sonra diğeri soruyor kıza yardım eden bilgeye; ‘’Bizim bir kadına dokunmamız yasak değil miyidi?’’ Bilge olgunlukla cevap veriyor. ‘’Mirim’’ diyor, ‘’Ben kızı kucağıma aldım, karşıya geçirdim, ve yoluma devam ettim, oysaki saatler geçti senin aklın hala orada’’



Ne kadar güzel açıklıyor bazı şeyleri.

Bizi, bedenimizi, ruhumuzu, kendimizi oluşturan şeyler düşüncelerimiz, duygularımız ve bu ikisi ile birlikte ortaya çıkardığımız davranışlarımızdır. Ne düşünüyorsak oyuz, ne hissediyorsak oyuz, nasıl davranıyorsak oyuz. Komşunun kızını çekiştirip, iki saat sonra bir dilenciye yardım ederek iyi niyetli biri olduğumuzdan söz edemeyiz.

Güneş olsun evlerimizde bu hafta sonu, kahve fincanlarımıza yansısın. Cumayı perşembeyi unutalım, cumartesiyi pazarı yaşayalım hakkını vererek. Eğer yaşamaz isek pazartesi günü cumartesiyi düşünmek ve hayıflanmak zorunda kalacağız.


Devamı için tıklayın..

Hindistancevizli Brüksel Lahanası

Bu lahanaların adı neden Bruksel Lahanası bilmiyorum. Bruksele kadar gidip kendisini hiçbiryerde görmüşlüğüm yok, henüz hiçbir yerde de ''Brüksel usulu lahana'' tarifi de okumadim, bilen varsa beni bilgilendirsin lutfen. Okuduğum kadarı ile eskiden, çok eskiden et yemeklerinin yanına garnitür olarak yapılırmış. Bir dönem ilgi azalmış ve beğenilmemiş, kendisi de birkaç yüzyıl kadar ortalardan yokolmuş. Oysaki tadı, rahiyası o kadar güzel ki bana göre, birçok insanı pişerken çıkardığı koku rahatsız eder, ben başında durur koklarım pişerken. Üstelik minik olması da pek bir şirin, hem pişerken, hem servis ederken çok estetik duruyor, hem de fotoğrafını çekerken çok fotojenik. Brüksel lahanasının bu kadar pozitif özelliği olunca ben onu evime sokmadan duramıyorum tabi.






Geçen sene tereyağlı ve pastırmalı olarak çok pişirdim. Rendelerip salatasını yaptım, salçalı yemeğini yaptım ta ki bu denenemeyi yapana kadar. Benim damak tadıma en çok yakışan tarif bu oldu, hepsini birden yiyip bitiriverdim, bugun tekrar alıp pişirmek istiyorum. Tarifi hiçbir yerde okumadim, tamamen kendi uydurmamdır. Pişirirken aklıma geldi ekledim de ekledim, hatta simdiye kadar uydurmaca olarak yaptigim en guzel yemek oldu diyebilirim.
Güzelce pişmiş bir antirikotun yanında garnitur, bir davat sofrasında ara yemek, ya da bir sebzeseverseniz benim gibi yanında kızarmış köy ekmeği ile başlıbaşına bir öğün olarak tüketilebilir.

Hindistancevizli Brüksel Lahanası

Malzemeler

250 gr brüksel lahanası
1 küçük diş sarımsak
2 yemek kaşığı zeytinyağ
1 çay bardağı süt
2 tatlı kaşığı hindistancevizi
1/2 limon suyu
tuz, taze çekilmiş karabiber

Hazırlanışı

1-Brüksel Lahanalarını dışlarındaki yapraklarını soyup enine keserek ayıklayın ve yıkayın.
2-Bir tavada ve yüksek ateşte sarımsak ile birlikte brüksel lahanalarını hızlı hızlı çevirerek kavurun.
3-Lahanaların renkleri sararıp kızardıktan sonra altını kısıp sütü ekleyin, hindistan cevizini ekleyin ve karıştırın.
4-Sütü çekern lahananın altını kapatın, tuz ve kararbiber ekleyerek servis edin.


Devamı için tıklayın..

11.01.2011

Kahve Tadımının Püf Noktaları




Pazar günü sevgili Zeynep’in organizasyonu ile sabah kahvemzi içmek ve kısacik zamanda kahve hakkında pek çok keyifli detay öğrenmek üzere Galatasaray’daki Starbucks’da idik. Ben ilk blog bulusmamis gerçekleştirdim, güleryüzlü, yetenekli, sohbeti doyumsuz 9 güzel insanla tanistim. Damağim kahve tadımını öğrendi, gözlerim güzel fotoğraflar gördü, kulaklarım güzel sohbetlerle pasini sildi ve bir tekrarını en kisa zamanda tekrarlama dilekleri ile aklim bu güzel insanlarda kaldi.

Starbucks 2003 de geldik İstanbul’a dedi, ben 1997 senesinde güzel kahve içebilmek için Carusel’in en alt katinda, atli karincanin hemen yanındaki cafede, canli piyano dinleyerek French Press'de kahve içmeye gittiğimi hatiladim. Ne fitre kahveyi biliyordum o zamanlar, ne esspressoyu, bir tek French Vanilya vardi Pressde, ben de hep ondan içerdim. O zamanlardan bu yana 13 sene geçmiş, benim de kahve tutkum gelişmiş, oturmuş ve bir alışkanlığa dönüşmüş.

Şimdilerde evimde kahvenin her türlüsü hazirlamak için makinelerim, gerekli malzemelerim var. Pazar günü öğrendiklerimle de bilgilerim, damak zevkim daha çok gelişti, beni mutlu etti.

İlk saatlerde kahveyi elimizle üzerini kapatarak koklamayı öğrendik. Kahvenin yetişen bölgeye gore, o bölgedeki tüm kokuları çekirdeklerinin içine çektiğini ve bu sayede doğal bir aromalarının olduğunu öğrendim. Latin Amerikada yetişen kahve çekirdeklerinin kakao koktuğunu, bu yüzden yanında kakaolu kek ya da çikolata yemenin o kahvenin tadımında yarattığı değişiklikleri tadarak deneyimledik. Yine Afrika Kahvelerinin portakal mandalina tadında aromalar içerdiğini limonlu kek yiyerek farkettik. Asya Kahvelerinin de toprak, kum gibi koktuğunu ve daha sert olduğunu öğrendik. Benim her zaman Starbucks’da tercih ettiğim ve evime de aldigim Sumatra Kahvesinin Asya Kahvesi olduğunu , en güzel lezzetini de peynir ve zeytinyağlı dolma yiyerek alabildiğini öğrendim ve eve gelir gelmez ilk yaptigim kahve demleyip peynir ile yemek oldu.

Starbucks’ın ana politikasinin evimiz ve işyerimizden sonra gidebileceiğimiz bir ortam yaratmak olduğu için bu politikalarini ‘’Üçüncü Durak’’ olarak nitelendirdiklerini öğrendiğim an diğer cafelere sadece birşeyler içmek ve yemek için gittiğimi, Starbucks’a ise evde okuduğum kitabın devamını orada okumak isteyebileceğim kadar sıcak hissettmemin sebebini de öğrenmiş oldum.

Şimdi sizlere kahveden alabileceiğiniz lezzeti daha da arttirmanin yollarını anlatacagim.

Bir bardak siyah kahvesi şekersiz ve sütsüz olarak alın ve burnunuza yaklaştirirp elinizle de bardağın üzerini kapatarak tüm kokuyu içinize çekin. Kakao, turunçgiller ya da topraktan birini hisedeceksiniz, buna gore bir yiyecek daha alın yanınıza. Önce kahveyi hiçbirşey yemeden dudaklarınız ile höpürdeterek içinize çekin ki kahve bu basınçla damla damla dilimizin her yerine püskürsün. Ağzınız kuruyor ise asiditesi düşük, eğer ağzınız sulanıyor ise asiditesi yüksek bie kahve içiyorsunuz demektir. Sonra kahvenize uygun yiyecekten bir dilim atin agziniza ve tekrar bir yudum daha için, böylece kahveden aldığınız lezzet farkını hissedeceksiniz. Unutmayın, bütün Starbucks calisanları hangi kahveyi içiyorsaniz size ona uygun yiyecek önerebilecek kadar bilgili ve hevesliler.

Sevgili Zeynep’e bu organizasyonundan dolayı bir kez daha teşekkür ediyor, yeni tanıştığım blog dostlarına da sevgilerimi iletiyorum.

Devamı için tıklayın..

9.01.2011

Mantar Salatası

Dün sabah erken kalkmakktan erken yol almaktan konustuk eşimle. Bu hafta sonu ev-sahil rutinlerinde gecen hafta sonlarımızdan farklı her iki gunu de dolu dlu yaşadığımız, gezdiğimiz ve bu uğurda da erken kalktığımız bir hafta sonu oldu. Sabahları öğlenlere kadar uyuyan biri olmadım hiç, ama ne kadar erken kalkarsam kalkayım uzun kahvaltı sofralarını ve radyo yanında gazete keyiflerini ve bunlarla yapılan miskinliği hep sevmişimdir. Fakat bu hafta sonu iki gün de yataktan kalkar kalkmaz disari firladik hemen. Dedim ya kalkınca konustuk diye eskiden ne çok erken kalktığımızı.. Mesela ben dedim konuşurken, dershaneye giderken hafta içi her sabah 06:30 da kalkıp sabah 07:00 de 2 km yol yuruyerek matematik hocamla birlikte dershaneye giderdim. Yol boyu gündemden, yazarlardan edebiyattan en çok da matematikten sohbet eder, bu sohbetimizi de sabah 08:00 de vardigimiz dersanenin cafesinde iki adet tereyağlı poğaça-kavhe eşliğinde ders başlayana kadar sürdürürdük. Daha mı gençtik, daha mı enerjik bilmiyorum ama bir sabah bile geç kalkmaz, bir sabah bile şikayet etmezdim bu duruma.

Şimdilerde ise sabah 06:30 da uyansam diyorum, iki tereyağlı poğaça yiyemesem bile bir kahve içsem, gazete okusam sabah 08:00 e kadar, geri kalan zamanlarda neler yapar neler sığdırırım hayatıma ama olmuyor. Ne kadar zorlasam sabah 08:00 den evvel kalkamıyorum yataktan. Tereyağlı poğaçayı da kahvaltımdan çıkarıp yerine çavdar ekmeği ile light peynir eklediğim o kadar uzun zaman olmuştur ki, bir yudum poğaça yesem akşama kadar midem ağrır herhalde.

Poğaçaların yerini çavdar ekmeği aldığı gibi, ana öğünlerde de hep hafif yemekler yer alıyor tabiki. Öyle eskisi gibi hamburger üzerine cips üzerine çikolata yemeyeli de yillar oldu, hani bir dilim pizza yesem ertesi sabah 1 kilo fazla çıkacak gibi metabolizmam, ağır ve narin, hatta alıngan... Bu durumda yeni tarifler, yeni denemeler olmadan da edemiyor tabi mutfağım. Hele ki kışın domatezsiz patlıcansız, taze otsuz kalınca ana yemeğin yanında birşeyler yaratmak o kadar zolaşıyor ki benim için, bazen çok sevdiğim kereviz, pırasa, lahanadan bile sıkılıyor insan.


Bu salata geçen akşam annemin mangal yanına yaptığı salatalardan biri. Hazırlaması pratik, bir o kadar da lezzetli ve doyurucu. Malzemelerinin de hazır, konserve olarak bulunuyor olması işi daha da pratikleştiriyor tabi. Farklı salatalar arayanlara alternatif olması dileği ile

Mantar salatası

Malzemeler

1 kavanoz mantar konservesi (dilerseniz, taze mantar alip haşlayarak da yapabilirsiniz)
1/2 kavanoz doğranmış yeşil zeytin
1/2 kavanoz doğranmış siyah zeytin
1/2 kavanoz doğranmış közlenmiş kırmızı biber (Yine mevsiminde kırmızı biberi közleyerek de yapabilirsiniz)
Doğranmış dereotu ve maydanoz
Zeytinyağ, limon tuz

Hazırlanışı

Tüm malzemeleri derince bir kapta karıştırın ve aromalarının brbirine geçmesi için en az yarim saat beklettikten sonra servis edin.

Devamı için tıklayın..

7.01.2011

Mutlu Haftasonları



Mutlu bir haftasonu geçirmek istiyorum.
Cuma akşamı adı sanı duyulmamış bir filmden alınan beklenmedik bir keyif kadar keyif,
Cumartesi erken kalkıp geç yatılan günlerin bitmek bilmeyen zamanlar kadar enerji,
Pazar günü ise uzun uzun okunan gazetelerin verdiği sakinlik kadar huzur istiyorum.
Aynen bu fotoğraftaki renkler kadar cıvıl cıvıl geçsin istiyorum.
Çünkü yıllardır başbaşa kalınamayan, çok uzak yollardan gelmiş kuzenle geçirdiğim bir öğleden sonrasının neşesi var içimde.
Çünkü ne zamandır arayıp bulamadığım fotoğraf çerçevesini bulup bana gönderen bir dostun yarattığı mutluluk var evimde.
Çünkü iki koca günü sevgilimle geçireceğim, ve hala cuma akşamında olduğumuz için duyduğum bir heves var gözlerimde.
Çünkü önümüzdeki hafta için nefis enerjiler toplamam gerek.
Tarifsiz bir mutluluk var içimde.Alenen çağırıyorum.

Hepinize bu fotoğrafın sizlerde hissettirdiği gibi zamanlar dilerim kocaman güneşli İstanbul haftasonunda,
Devamı için tıklayın..

6.01.2011

İki Şekerli

İki şekerli çay gibiyim bugünlerde. Bir azaltsam şekeri tadı tuzu kalmayacak çayın, ama iki şekerle de zorlama gibi oluyorsun be hayat.

Senelerce okurdum ben uzun sene çalışanların iş hayatını bıraktıktan sonra türlü türlü hastalıklara sahip olduğunu. Çünkü bu düzende çalışmıyoruz bzler aslında, enerjimizin son damlasını da verip uyuyoruz bir sonraki güne. Projeler, deadlinelar, sorumluluklar derken haftalar, aylar nasil geçiyor anlamiyoruz. Bir kahve sohbetinde kar yağmayacak mı diye konuşurken, bir başka kahveyi taze bahar dallarının altında içiyoruz. Tempo böyle olunca ağrı eşiğimiz de yükseldikçe yükseliyor bence. Baş ağrısı ile uyanıyoruz örneğin, ama işe gitmeyip dinlenmek ne mümkün, bir koyu kahve bir ağrı kesici ile başlıyoruz güne sonra bir bakıyoruz ki baş ağrımızı farketmeyecek kadar başka şeylere konsantreyiz aslinda. Gripleri ayakla, boyun ağrılarını masajla geçirmeye çalışıyoruz. Vücudumuz çalıştıkça çalışıyor, hiç dinlenmeden, yorulmadan. Sonra işi bırakıyoruz birden, ve bu tempoya alışkın bedenlerimiz hastalanıveriyor aniden. Önceleri hala işe gidiyor gibi çalıştırıyoruz algılarımızı, erken kalkıp yapmak istediğimiz birsürü şeyi ardarda koyuyoruz 24 saatte, sonra bakıyoruz ki günler çok uzun bir günlük işi bir haftaya yaymaya başlıyoruz. Sonra senelerin verdiği duruş bozuklukları, ilgilenmediğimiz dişlerimiz, farketmediğimiz karın ağrılarımız bir bir çıkıyor karşımıza.



Ben işten çıktığımdan beri hatsayım, birgün oram birgün buram ağrıyor. Hiçbiri de şımarıklık, depresyon ağrısı değil yanlış anlamayın, herbiri doktorlu raporlu ilaçlı tedavili..

2011 e enerjim çok düşük başladım ben. Resimdeki gibi iki şekerli bir ruhum, ama tek şekere emreden gönlüm var bu aralar. Hava da tam bu duruma uygun aksi gibi, adım atmadan battaniye altında günler geçirtecek cinsten.

Değişecek ama değişmeli dedim, her kadın gibi saçlardan başladım değişikliğe dün akşamüzeri. Günlerden sonra bugun evden çıkıp Nişantaşını turladım yeni mantomla. Saatimi diger koluma taktım beş dakikada bir aklım koluma gitsin algımı değiştireyim diye. Kahvemi her zamankinden farklı söyledim, yemeğimi değişik… Hafta sonu sohbetinin bitmesini istemediğim dostlar gelecek yemeğe, hiç pişirmediklerimi pişirmek istiyorum uzun uzun… Yatağın diğer tarafında uyumak, sabah çay demlemeden yüzümü yıkamak istiyorum.

Rutindeki tek bir değişikliğin huzursuzluk yarattığı bu bünyeye tüm bunlar çok ağır gelmesin?

Devamı için tıklayın..

3.01.2011

Kelebek Etkisi

Yilbasinini karşılamak için saçıma fön çektirmeye kuafördeyim. Saat sabahım koru, çünkü ben kuaförden sonra fizik tedaviye, ardından hazırlıklar için anneme gideceğim, erken kalktım erken kalkan yol alır diye. Düz seviyorum herşeyi, kıyafetlerimi, eşyalarımı, saçımı, bu yüzden düz fön çektiriyorum hep, ama kuaförüm bugün yılbaşı maşa yapalım dedi. Peki dedim, nasilsa evdeyim, saçım öyle içime sinmeyen bir şekilde olsa da ne farkeder, çok istediğim bir plan 2 gün once iptal olmuş, ben son anda annemmlerin ev partisine dahil etmisim kendimi, içim bir huzursuz, saçım istediğim gibi olmasa ne olur? Mutsuz değilim, içimde yeni yılı karşılayacağım için bir coşku, yanımda akşam giymeyi planladığım özendiğim kıyafetler ama içim öyle planım iptal olmadan önceki gbi kıpır kıpır değil. Neyse kuaför başlıyor maşa yapmaya, ben elimde deli gibi angry birds oynuyorum, derken kafamı bir kaldırıyorum ki saçım az sonra TRT’nin yılbaşı çekimine katılacakmışım gibi, sanki birileri içeride tuvaletimi ütülüyor. Çok güzel oldu diyor kuaför, nasilsa akşama kadar düşecek bu saç, iyi de buradan hastaneye gideceğim, hiç acı çeken bir hasta gibi duruyor muyum ben? Durmak zorunda miyim onu da bilmiyorum.

Arabama biniyorum, aksi gibi benzin lambasi yanıyor, ah bir de bu saçla benzin mi alacağım? Neyse hastaneye varıyorum. Hergün benimle ilgilenen bir fizyoterapist var, ismi Özlem. Daha asansörden iniyorum ki saçlarınız diyor, saçlarınız ne kadar güzel olmuş. Teşekkür edip yatıyorum yatağa. Özlem henüz 6 aylık evli, çok cici, çok enerjik bir kız. En büyük hayali liseden beri açmak istediği pasta dükkanı. Pastacılık kursuna gitmek istemiş lise ikinci sinifta , ama parası yetmemiş gidememiş. Olanlar, olmayanlar, istekler derken hayat onu benimle aynı hastanede karşılaşmaya kadar getirmiş.Bu sene de eşi ona bir milli piyango bileti almış, verirken de eğer büyük ikramiye onlara çıkarsa cuma akşamları seyrettikleri bir dizide çok beğendiği evi yaptırmak yerine Özlem’in istediği pasta dükkanını açmaya söz vermiş. Benim kurabiye ve cupcake süslediğimi öğrendiğinden beri ayrı bir meraklı bana, soruyor, bakıyor öğrenmeye çalışıyor. Zeynep Hanım diyor bana, biliyor musunuz eğer ikramiye bana çıkarsa eşim istediğim dükkanı bana açacak, o zaman dükkanıma gelip kahve içer misiniz pastalarımla birlikte? İçmez miyim Özlemciğim diyorum seve seve… Fakat Özlem bunları söylerken halsiz, mutsuz, içi aynı benim gibi tek eksik ‘’kıpır kıpır değil’’ Grip oldum Zeynep Hanım diyor, eşimle geçireceğim ilk yılbaşında grip oldum. Akşam da bir rezervasyonumuz var ama buradan eve bile gidebilecek miyim bilmiyorum.

Seans bitiyor, iyi dileklerimizi iletiyoruz birbirimize ve ben hastaneden ayrılıyorum.

Yeni yılın ilk pazartesisi, ilk seansı bugün yine hastanedeyim. İçeri bir giriyorum ki Özlem bir afet olmuş. Bir göz kalemi, bir ruj insanı bu denli değiştirir mi diye hayretler içerisindeyim ki asıl farketmediğim Özlem’in gülen gözlerinin enerjisi onu bu denli güzelleştiren.



Cuma günü sizden sonra eve gittim diyor Özlem, eşimin işyerinde toplantısı uzamış rezervasyonumuz iptal oldu. Aklıma saçlarınız geldi. Birden bir enerji geldi ki bana sormayın, hemen gittim kuaföre saçlarımı yatırmaya, bir kıyafet bir makyaj ki sormayın, öyle güzelleştim ki… Eve geilp yemek hazırladım hemen, sonra birsürü mum yaktım güzel evimize ve eşimle ilk yılbaşımızı başbaşa, televizyon bile açmadan kutladık, unutamayacağım bir gece yaşadım. Tüm bunlara sebep sizin o güzel saçlarınız sze çok teşekkür ederim.

Hangi davranışımızla, neye sebebiyet vereceğimizi bilmiyoruz elbet. Ama ne kadar ‘’güzel’’, ne kadar pozitif olursak, içimizdeki güzelliği o kadar çok yayar, mutlu insanların sayısını o kadar çok arttrırız. Kelebek etkisini tartışmıştık dün eşimle, ben yarın seansa en güzel kıyafetlerimi giyip gideceğim Özlemden bugün aldığım enerjiyle,bundan güzel örnek olamaz.

Bilmediğimiz bir zincirin, adsız halkalarıyız biz. Ne yapsak bir diğerine sebebiyet veriyori sıkıca başlanıyor ve dünü oluşturuyoruz. Geriye dönüp baktığımızda gülümseyebileceğimiz zincirler olmalı hep.

Yeni yılın ilk tarifi de yeni yıl soframızdan. Çok methini duymuştum, yapilirken görme ve tatma şansına eriştim sonunda. Tam mevsimi brokolinin, kaçırmayın deri. Haa bir de brokoli aldığınız manava gülümseyip iyi seneler dilemeyi unutmayın!

1/ kg brokoli
¼ kg çarliston biber
½ çay bardağı zeytinyağ
2 diş sarımsak
Tuz, karabiber, pulbiber
Dövülmüş ceviz

Brokolileri tuzlu suda haşlayın. Haşanırken biberleri minik minik doğrayın ve zeytinyağında sarımsak ile birlikte soteleyin. Ardından haşlanmış brokoileri de ekleyip pişirn. Servis tabağına alıp üzerine tuz, karabiber, pul biber ve en son çekilmiş ceviz ekleyin.


Devamı için tıklayın..