15.12.2008

Kalbim Ege'de kaldı...

Tatiller güzel geçtikce Pazartesi Sendromu daha ağır oluyor sanırım, ne kadar mutluluk o kadar başedilmesi güç durumlar yaratıyor ne tuhaf ki..

Çocukların sokakta oynarken araba geçecek mi diye tedirgin olmadıkları, anne babaların da gece 23:00 de çocuklarım nerede diye tedirgin olmadıkları, görür görmez de bir karış toprak alıp üzerinde yaşlanmak istediğimiz bir hayal şehrinde Bozcaada’da sıkça şarap, bolca balık azca endişe ile pembe günler geçirdik. Ve kürçünün tilki dükkanına dönmesi misali döndük evimize, sokağımıza. Döndüğümde çokça mutsuz olacağımı bildiğim için gitmeden evde ağacımızı kurduk geldiğimize motive unsuru olsun diye, yetti mi bilinmez. Ne çok hikaye var Bozcaada’da... Kimisi gelir gelmez yerleşmiş herşeyini bırakıp, yerleşeli 30 koca yıl olmuş da özlememiş ayrıldığı toprakları, kimisi hemen bir bağ evi satın alıp yılın yarı zamanını burada geçirir olmuş. Kimi cafe açmış iletiyor kimisi zeytinyağı yapıyor ama hayal mi bu insanlar? Bizim 10 koca günlük tatilin 5 gününe sığdırmak için göbeğimizi çatlattığımız Bozcada’ya insanlar hayatlarının geri kalanını hediye edivermişler, diyorum ya hep bende yaşadığım yerleri bırakacak cesaret ne gezer diye. Olsaydı bugün çok başka yerlerde olurdum muhakkak. (Kesin Paris’de :) ) İlk önce yazlığımızdaki gün batımına hasretle ve özlemle el sallayıp ardından İstanbul gişelerinden bu havası gri ve kirli şehre adım atar atmaz her tatil dönüşünde olduğu gibi korkuverdim. Büyüklüğünden, kalabalığından, dağınıklığından hem de beş dakika sonra alışacağımı bile bile. Anadolu'nun herhangi bir kasabasında domates yetiştirmenin bile bugun yediğimiz kadar ekmeği var bilsem de bu kalabalığa beni ne bağlıyor yine düşündüm.


Devamı için tıklayın..

6.12.2008

Bir Hayalden Diğerine

Eğer herşey yolunda gitseydi şu saatlerde Nürnberg havaalaına nmiş ya da inmek üzere olacaktık.Muhtemelen sabah hava aydınlanmadan havaalanına doğru yola çıktığımız için yol boyunca elimde tuttuğum çayın sıcaklığı bileklerimden yukarıya doğru beni ısıttıkça eşimin gözlerine bakmış ve hayallere dalmıştım. Çok sevdiğim havaalanı insanları gözlemlemek icin uçaktan çok vakit önce alana gelmiş kahve içmiş ve türlü hikayeler yazmıştık elinde bavulu ile koşturan birçok İstanbullu’ya. Sonra pasaporttan geçip elimizde hayatımızda belki daha önce hiçbir şekilde var olmamış bir numara ile hayat kazanmış kapıyı ararken kaç kez bakışıp gülmüş, içimize sığmayan içimizi birbirimize ellerimizle sığdırmaya çalışmıştık. Pek tabiki cam kenarında olan koltuğumuzdan hangi ülkenin hangi şehrinin üzerinde olduğumuzu konuşmuş uçak inerken de gürültünün içine gizlemiştik pır pır atan kalbimizin sesini.

Şu an diyorum, tam da şu an Nürnberg havaalanında ya valiz bekliyor ya da metro bekliyorduk şehre ulaşmak için. Ayaklarımız en son yere değdiğinde bize ait çok şeyi dünde bırakmışken, etrafımızda bilmediğimiz bir dili konuşan insanların arasında ilk şaşkınlıkla kendimize ait şeyler aramış, bulamayınca ellerimizi tutmuştuk sımsıkı. Büyük şehirlerden daha sıcaktır ya kasabalar, küçük şehirler, Nümberg de sokaklarında kurulmuş noel pazarları ile, kocaman panayırları ile atkılarının arkasında ısınmaya çalışan insanlara yaşam hevesi olmuştur şimdi.


Devamı için tıklayın..