23.02.2011

Gücümüz ve Güçsüzlüğümüz



Denizin tek hüneri şiddetli darbelerdir, ve ara sıra da olsa kendni daha güçlü hissetme şansı. Doğrusu deniz hakkında fazla şey bilmem, fakat denizde durumun böyle olduğunu biliyorum. Ve yine hayatta güçlü olmanın çok gerekli değil, ama kendini güçlü hissetmenin çok önemli olduğunu, en azından bir kere bile olsa kendini tartmanın, bir kere bile olsa kendini, insanın en antik koşulları içerisinde kendini bulmanın, ellerinizden ve kafanızdan başka, size yardım edecek birşey olmadan, kör ve sağır taşla tek başına yüzleşmenin gerekli olduğunu biliyorum.

Yukarıdaki kelimeler, iki kez üstüste izlediğim, üçüncüsünü beşincisini tekrar tekrar izlemeye karar verdiğim İnto The Wild filminden. 23 yaşındaki bir çocuğun sorumluluklar, sorunluluklar ve kaderin kendine yaşattıkları sonucunda kendini tanımak, keşfetmek ve gücünü hissetmek için çıktığı içsel ve dışsal yolculuktan. Herşeyi, arabasını, parasını yakıp, ailesine haber bile vermeden yürüyerek, otostop çekerek Atlanya'ya yaptığı yolculuğu, içindeki yolculuk ile paralel hale getirme çabasından. Bir nehirde yıkanarak, bir hayvan vurup pişirdiğinde karnını doyurarak, ama en çok okuyarak 2 yıl boyunca süren serüveninden.

Filmi izlediğimden bu yana yukarıdaki dizeleri düşünüyorum. Hayatta gücümü neyle ölçüp neyle değerlendirdiğimden, kendimi tanımaktan. Sahi en çok hangi durumlarda gücümüzü hissedebiliyoruz? Bize yapilan bir haksızlık karşısında verdiğimiz tepki ile mi, hislerimizi, hayallerimizi gerçekleştirmeye çalıştığımız zamanlardaki çabalarımız ile mi, yoksa Alex'in yaptigi gibi doğada sadece hayatta kalma çabası ile kör ve sağır bir yaşla yüzleşerek mi?



Sanırım durup düşünmek gerekiyor. Bazen hiç farkında olmadan geliştiriyoruz kendimizi. Yanımızdaki bir arkadaşımıza öğüt verirken arkadaşımız benzer bir olayda bizim verdiğimiz tepkiyi veremediğinden hayıflanıp bizim o olay karşısında kendisinin hayran olduğu gücümüzü anlatır bize. Farkına varırız ki güçlüyüzdür aslında, başımıza gelen yüzlerce olay gücümüze güç katıyor aslında zamanın içinde biz farkına bile varmadan. Hani Nietzche der ya bizi öldürmeyen şey güçlendirir diye.Hayatta kaldığımız müddetçe güçlüyüz aslında.

Bazense aynı aynı hep aynı şeylerin altından kalkamaz, kendimizi kabullenip ağlarız ya, işte o zaman gücümüzü ölçmenin tam zamanıdır aslında. Karşımızda kör ve sağır bir taş vardır, işte o taşla mücadelenin ve gücümüzü hissetmenin tam zamanıdır. Nedense kaçar gideriz o zamanlarda, güçlü olabileceğimiz başka şeyler seçeriz, gücümüzü ispatlar mutlu olur yatar uyuruz.

Düşünmeli, bir kelime okumalı, bir dakika izlemeli ama 10 dakika düşünmeliyiz üzerinde.

Açma börek yaptim geçen hafta. Hep derler ya aldığı kadar un diye, hep kızardım anneme. Bu sefer cesaret ettim, tarifi o kör sağır taş yerine koydum. Yarım kiloya yakın un döktüm yoğurma kabına, biraz tuz ekleyip azar azar su ekleyerek yoğurmaya başladım. Toparlanmadı su ekledim, yoğurdukça cızıklaştı azar azar un ekledim ama kendimce bir hamur tutturdum. Beklettim biraz dinlensin diye. Bu arada patatesi haşladım minim minik dilimledim. Sonra dinlenen hamurları 10 adet minik bezeye ayırdım. Bezeleri nişasta ile açtım, aralarına yağ koyup 5 ini üstüste koydum. Sonra o 5 erli hamuru tek bir hamurmuş gibi ipincecik açtım. Üzerine patatesi koydum, tuz ve biber ekledim. Üstine tekrar o 5 li hamuru açıp koydum. En üstüne de biraz tereyağ erittim döktüm mis gibi olsun diye. Fırına verdim, 45 dakika sonra çıkarıp üzerine 1 çay bardağı su döküp 10 dakika daha pişirdim. Oldu, gerçekten çok güzel oldu. Anne koktu börek, hemen çay demledim.


Devamı için tıklayın..

21.02.2011

Kararmış gümüş gibi bazılarımız

Söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil-Fuzuli
Kararmış gümüş gibi bazılarımız, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyorlar. Oysa tanrı değil mi onları narin işlemelerle yaratan, fısıldamiyor mu kulaklarına ölümlü olduklarını?
Kararmış kalmışlar bir köşede, dizginleri kendi ellerine, ayna tutabilecek sevdikleri ise olabildiğince uzakta. Çünkü kararmış gümüş sevmiyor kendini görmeyi, gerçekleri farketmeyi, bu yüzden kaçıyor, konuşmuyor, dünyevi dertlerini diyorum ya hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyorlar.Ve onlara ne söylesek Fuzulinin dediği gibi tesiri yok, ama susmaya da gönlüm razı değil ya...






Annem evlenirken verdi bu gümüşleri bana, onun evlendiği senelerde düğüne gelip altın para mara takılmazmış herkes bir hediye verirmiş ne güzel. Benim evimde de şu an anneme düğün hediyesi olarak gelmiş bir çok gümüş, porselen ve Kristal var. Bu takimi hiç kullanamadık manevi değerinin büyüklüğünden dolayı, ama fotoğraflarını çekmek istedim sizinle paylaşmak için. Ne güzel olurdu bize de böyle değerli torunlarımıza birakabileceğimiz düğün hediyeleri gelseydi.

Ve fotoğrafları çekerken de bu kelimeler geldi aklıma hep. Zihnimde birkaç yüz bu gümüşlerle özdeşleşiverdiler bir anda. Hayatımdaki kararmış gümüşler, aynaya baksanız da gerçek değerinizi bilseniz ne güzel olurdu diye geçirdim içimden. Sonra da ya onlar olmasaydı diye düşündüm, iyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı aynı günde yaşamasak eğer, mukayese ve seçim yapma gücümüzü nasil geliştirirdik, nasil koruyabilirdik diye şükrettim.

Çok güzel bir rüya gördüm dün gece. Geçen gün İz TV’de rüyalar ve psiklaniz hakkında bir programda, rüyamızda gördüğümüz imgelerin geleceği haber veren herhangi bir anlam taşımadıklarını, aksine beynin uyku haklindeyken dışarıdan gelen bir gürültü ya da uykuyu bölebilecek herhangi bir etken karşısında, uyanmamak için verdiği tepkinin rüya olduğunu söylediler. Ben yine de açtım baktim rüya tabirine. Kimileri güzel kimileri kötü yorumlamış her zamanki gibi, ama ben rüyanın kendisine aşık oldum, gerçekleşsin istedim. Birşeyi 40 kez söylersek olurmuş söylesem mi acaba

Bu hafta herkesin gördüğü bir güzel rüyanın gerçek olmasını dilyorum, ve Kararmış gümüşlere inat bu rengarenk, capcanlı, tatlı supangleyi aliyorum evime, hayatıma. Ben böyleyim çünkü

Supangle
Malzemeler
1 litre süt
12 yemek kaşığı toz şeker
3 yemek kaşığı mısır nişastası
3 yemek kaşığı un
2 paket bitter çikolata

Hazırlanışı,
Çikolata hariç tüm malzemeyi ocakta karıştırarak kaynatın, kaynadıktan sonra altını söndürüp çikolataları ekleyip karıştırarak eritin ve servis edin.


Devamı için tıklayın..

19.02.2011

Büyüyorum

Zorluyorum, bu sefer tüm imkanların, tüm elverişlerin, isteklerin ve yasakların peşinden gitmeye niyetliyim. Tek engelim duygularım, çünkü ne yazıkki dizginlerini hala elime alamadığım duygularım var benim. İnanmak ya da inanmamak meselelerini bir kenara bırakan, eğer gönlü yatıyorsa onaylayan, hissetmiyorsa çekip giden duygularım. Mantıklı bir açıklamasını yapamadığım durumlarda bile eğer istemiyorsam bana faydası olsa bile asla el atmadığım tüm gündelik şeylere bir dur deme çabasındayım. Çünkü hiç yoktan kapatırım kendimi kabuğuma, sıkıldığı, bunaldığı zaman giyinen makyaj yapan dışarı çıkan ve gülen eğlenen insanlara hep imrenerek.. Ama herşeyi elimin tersi ile itip sadece aynaya bakmak, ihmal ettiğim önceliklerimle tanışmak ve değerini bileceğim küçük anları yanyana getirip zamanı oluşturmak için evimdeyim, kendimleyim. Ve bu süreçte herşeyi halletme, yaralarımı sarma, büyüme endişesindeyim.

İnsan 30 undan sonra da büyüyebiliyormuş öğreniyorum.
Zaman aslında sadece hissettiğimiz an bizi olgunlaştıran bir kavrammış görüyorum.
Tercihlerimi daha titiz yapiyor, engellerimi daha net koyuyorum artık ortaya.
Biliyorum ki ne varsa insanın hissettiğinde var aslında, insan kendine iyi gelecek şeyi bilinciyle değil icgüdüleriyle otomatikleştiriyor belli bir yaştan sonra.
Seçiyorum artık hayatımdakileri, yemeklerimi, müziklerimi, en çokda insanları.
Artık telefon çaldığında, istemediğim bir telefon görüşmesi yapmaktan daha yararlı birşey olduğunu biliyorum o telefona cevap vermemenin. Bu yüzden yaptıklarımın arkasında duruyor, mutlu oluyorum.
Faydanın hayatta en gerekli şey olduğunu görüyor, ve faydam çerçevesinde yazıyorum çiziyorum tüm günümü.
Yaşıyorum, erken kalkmak istediğim sabahlarda hep saat 10 a kadar uyuyuşumun, zihnimin diğer zinhimle inatlaşması olduğunu görüyor ve siliyorum aklımdan erken kalma meselasini ve bir sabah gözümü kendiliğimden ve uykumu almış bir şekilde saat 07:30 da uyanırken buluyorum. Bu yüzden inatlaşmyorum artık bünyemle, biliyorum ki bünyem herşeyi seçtiği gibi kendine en iyi olanı seçip verecek bana.


Hayatta ne istersem yaptığım, ne arzu edersem elde ettiğim herşeye rağmen, alamadığım, sahip olamadığım ve ağladığım o güzel rüyanın bünyem, hayatım gerçekten istediğinde gerçek olacağını biliyorum, bekliyorum. Ama kek yapip çay demleyip kapıda misafir bekler gibi değil, en pasaklı, en umarsız olduğum gün kapı kendi kendine çalacak hissediyorum.
Pilatese ve dans derselerine başladım, aynanın karşısında kendimi dans ederken seyretmenin ne kadar keyifli ve eğlenceli olduğunu yaşıyor, aynada gördüğümle gurur duyuyorum.
Senelerdir 3 verip 2 aldığım ve ne yaparsam yapayım veremediğim 5 kilom için kararlıyım, 3 ünü verdim 2 si için yürüyorum, koşuyorum, dans ediyorum.
30 yaşımdan sonra tesadüfen kahveme şeker koymayı unuttuğum bir gün aslında kahvenin şekersiz ne kadar muhteşem bir şey olduğunu farkediyor, geride farketmediğim neler var acaba diye bir dedektif gibi araştırıyor, bulmaya çalışıyorum.
Baharın ilk güzel ayı olan mart ayında beni bekleyen 2 güzel süpriz var, neteşip sizinle paylaşabilmem için sabırsızlanıyorum.
Sardunyalarım hala renk renk çiçek açıyor, onları suluyor, şarkılar söylüyorum.

Herşey ''daha'' güzel olacak hissediyorum ve yeni tarifleri deniyorum mutfağımda. Aliyor, yıkıyor, doğruyor, karıştırıyor ve pişiriyorum, çok da güzel oluyor.

Fırında Pırasa

Malzemeler
1 kilo pırasa
3 adet patates
2 adet havuç
1/2 demet dereotu
1/2 demet maydanoz
1 çay bardağı yoğurt
1 yumurta
2 yemek kaşığı un
tuz, karabiber,
1 çay bardağı rendelenmiş beyaz peynir
çörekotu.

Yapılışı,
1-Patatesleri haşlayıp minik küpler halinde doğrayın.
2-Pırasaları ve havucu halka dilimleyip haşlayın.
3-Pırasa, patates, havuç, dereotu, maydanoz, yoğurt, yumurta, tuz, karabiber ve unu derin bir kapta karıştırın.
4-Yuvarlak bir tepsi ya da fırın kabına koyun, üzerine rendelenmiş peynir ve çörektu serpin
5-200 derece ısıtılmış fırında 50 dakika pişirin.

Devamı için tıklayın..

14.02.2011

Bahar Özlemi



Cuma akşamı kızkıza şarap içtik Yeniköy'de, saatlerce iki kadeh şarabın etrafında bıkmadan, sıkılmadan hatta sıkmadan aynı şeyleri konuşabilmenin yeniden doğuran etkisi olmasa hayatımda çok büyük bir boşluk olurdu eminim.

Süleymaniye'de kurufasulye yedim cumartesi. Bana İstanbul'da daha iyi gelen, nefes aldıran, yenileyen bir yer daha yok sanırım. Sonra akşamında iki güzel dostla balık yedik her zamanli yerimizde. Kahkaha, sohbet, lezzet hepsi bir aradaydı.

Pazar günü yürüyerek Santralistanbul'a gittim. Üç güzel dostla, ayazı delen kış güneşinde kahve içtim, fotoğraf çektim. Çok sevdiğim dostum yeni döndüğü memleket tatili Bulgaristan'dan fotoğraftaki bileklirlerden getirmiş bana. Adına Martaniçka gibi birşey deniyor, getiren bu bilekliği sana takarken bir dilek diliyor, sen de o sırada bir dilek diliyorsun. Mart ayı geldiğinde leyleği ilk gördüğün gün bu dilekleri denize atıyorsun, içinden geçirdiğin güzel düşünceler gelsin hayatına girsin, seni güzelleştirsin, beslesin umudu ile. Ve bahar. Yine tüm yenilenme, arınma, güzellşeme umutları ile birlikte geliyorsun kapımıza. Önce bilekliklerimiz, sonra cemreler, en son hıdırellez. Aklımda bu sene balkonuma envayi çeşit çiçek ekme, bir saksıda biber yetiştirip kahvaltılarda yeme, sabah güneşinde onları sulama besleme umutları var. Bütün bir sonbahar ve kışı ölümler, hastalıklar ve kötü haberlerle geçirdik, bu bahar tüm bu kötülükleri alsın götürsün yemyeşil yeni umutlar, filizler versin bize istiyorum.



Kereviz pişirdim bugün enginar niyetine. Çok az kaldı biliyorum enginarın mutfağımıza girmesine, ben bekleyemedim kerevizden yaptım enginarı. Aklımda semizotu, taze nane, kocaman patlıcanlar, kıpkırmızı domatesler, minicik cilek ve kirazlar, sulu şeftatiler var, çok az kaldı!

Zeytinyağlı kereviz

2 adet iri kereviz
1 adet orta boy soğan
1 kutu garnitür
1 çay bardağı sıcak su
zeytinyağ, tuz, dereotu

Hazırlanışı
1-Kerevizleri ayıklayıp halka halka kesin ve kararmamaları için limonlu suya koyun.
2-Bir tavada az zeytinyağında sudan çıkarıp kuruladığınız kerevizleri arkalı önlü hafifçe kızartın.
3-Bir tenzereye zeyntinyağında soğanı havurun ve kızarttığınız kerevizleri tencereye alın.
4-Üzerlerine garnitürü ekleyin, 1 çay bardağı sıcak su koyun, tuzunu da eklerip 20-25 dakika pişirin.
5-Dereotu ile servis edin.

Devamı için tıklayın..

11.02.2011

Korkularımız

Karanlıktan korktuğum bir gece, kendi kendime kitap okurken aniden elektrikler kesildi. Laptopumun şarjı bitti, telefonumun da bitti bitecek.Mum var odamda ama tuvalete gitmem gerek, aksi gibi en korktuğum şey karanlıkta yürümek. Ben korktukça elektrik gelmedi, elektrik gelmedikçe tuvalete gitmem gerekti inat ettim, açtım yanıbaşımdaki başka bir kitabın herhangi bir sayfasını. Şaka gibi bir cümle çıktı karşıma '' neyden korkuyorsanız tanrı size onu gönderir, çünkü korktuğunuz şeyle tanışıp, barışıp kendinizi geliştirmeniz gerekir'' Bu kadar korku bu kadar tesadüf olamaz dedim, benim karanlık korkumu yenmem gerekiyor demekki. Kalktım yürüdüm karanlıkta, hiçbirşey olmayacağını biliyordum elbet her korku gibi, bunu da yaşamam gerekiyormuş. O gün anladım aslında başımıza neden kötü şeyler geldiğini. İsyan etmeyi, üzülmeyi birakıp başıma gelen o kötü şeylerle tanışmaya başladım.

Çocukluğumdan beri her sene 3 ayımı geçirdiğim bahçeli evimizde her yerden çıkan muhtelif haşerelere alışığımdır aslında korkmam. Ama bir tanesi, daha çok küçük bir kızken gece yatağımdan çıkmış ve yüzümde yürümüştü. Kahverengi, çok fazla ayağı olan çok hızlı yürüyen bir böcek. Çığlık atarak annemi çağırmıştım, ama böcek hızlı bir şekilde kaçtığı için onu yakalayamadık, ve ben kaç gece geri gelecek diye o odaya giremedim, doğru dürüst uyuyamadım.

Seneler seneler sonra geçen ay yılbaşı ağacımı kaldırmak için eğildiğim bir an, yerden bilmemkaç metre yüksekte, bahçe ile alakası olmayan evimde karşıma çıktı o böcek. Ben bağırdım o kaçtı parkenin kırık bir yerine girdi saklandı. O gün eşim eve ilaçlama şirketi gönderdi, tüm eve ilaçlama yapıldığı, günlerce ilacım kalması gerektiği için terliksiz yürüyemediğimiz, yemek pişiremediğimiz yetmiyormuş gibi evin parkeleri dekaldırılıp altları ileçlandı değişti.O odadaki eşyaları oraya taşı, sonra sil süpür geri taşı, bizden kaçan böceklerin ölüleri ile karşılaş, tekrar çığlık at derken minicik bir haşereden korkmam benim tam 1 haftama maloldu. Bu koca şehrde hamamböceği, fare, karında gibi türlü zararlı varken neden o böcek gelip yerleşmişti benim evime. O an da bunu düşünmüştüm, demek o sevimsiz hayvanın bende yarattıı korkuyu yenmem lazım.


Grip sesim, enerjim, solunum yollarım ve tüm günümle birlikte duygularımı da esir aldı sanki. Tam 1 hafta gecti dün, kızmadım, öfkelenmedim, sinirlenmedim, söylenmedim hiçbirşeye, acıkmadım, susamadim ama heyecanlanmadım da, sevinmedim, mutlu olmadım, istemedim. Ve farkettim ki duygularımız ve tepkilerimiz olmadan bir hiçiz aslında. Ne zaman kızıyoruz ya da sinirleniyoruz, yaşıyoruz da aslında, aynen sevindiğimiz ve istediğimiz gibi.

Bir bitki gibiydim evde, acıkmadan 6 saatte bir sadece çorba içen, ardından ilaçlarını alan, üzerine de evde ne bitki baharat meyve varsa hepsi ile kaynatıp limon ve balla tatlandırılan bitki çayını söylene söylene bitiren.Geceleri boğaz kuruluğu ve öksürükten mlyon kez uyanana, uyumadıkça huysuzlaşan, sevimsizleşen tam bir hafta.. Geri kalan 5 saatlik dilimlerde bir dolu film izledim, düşündüm. Çok eski bir film izledim mesela ''Dün aslında bugündür'' diye. Bir havadurumu spikeri sıradan geçirdiği bir günden sonra ertesi gün yine aynı güne uyanıyor. Radyoda aynı spiker, sokakta aynı satte karşılaştığı bir dilenci, ve hemen ardından yolda gördüğü bir adam. Önce tesadüf sanıyor geçiyor, ama bir sonraki gün de aynı güne uyanınca anliyor ki durum kötü. Önceleri keyif almaya çalışıyor, tavlamak istediği bir kız var, her gün onun hakkında bir şey öğrenip ertesi gün kızın gözüne girmeye çalışıyor an an. Sonra farkediyor ki tüm günler aynı, sıradan, basit. Hayat bir sonraki güne geçemediğimizde öyle zor ki. Ben de 1 haftadır bir sonraki güne geçemedim işte. Her sabah aynı saatte demledim çayımı, aynı satte kahvemi içtim, aynı koltukta uyudum. Hava soğuk olmasına rağmen pırıl pırıl güneşli bana inat, sanki kendimi dışarı atsam iyileşecemişim gibi çıktım sinemaya gittim, hastalığımız uzatarak eve geldim. Sevmyorsun dedi bana biliyorum ama yatacaksın işte başka bir ilacı yok benim adımın dedi ben de pes ettim salı günü. Hala yatıyorum elimde mendil ve kumanda, teslim oldum artık bekliyorum terk etsin gitsin diye beni. Ve bu kadar az şeyle meşgulken beynim, ardarda bir sürü düşünce, sıkıntı ve korku çıkarıyor ortaya. Eşim işlerinin yoğunluğu sebebi ile her gece gece yarısı geliyor eve, ve ben yalnız kaldıkça düşünüyor, içimdeki gri örümceklerin ağlarını ördükçe örüyor, aşılmaz duvarlar oluşturuyorum. Bir ses lazım elimi tutacak, yaşam korkma çık yüzleş ve kurtul diyecek, ve o sesin ne olduğunu sadece hissediyorum.

Hiç bir gün kış yaşamamamıza rağmen bu sene bahar istiyor gönlüm. Sıcak değil soğuk değil serin bir salı günü mesela. Bir külah dondurma, ordan oraya koşturan insanlar, kulağımda çok sevdiğim bir albümden büyüleyen şarkılar. Şehrin kalabalığında, ama kendi içimde, kendim kadar yalnız bir gün bana iyi gelecek, öyle hissediyorum.Sevdiğim bir sardunyanın fotoğrafını çekmek, ardından yıllar sonra bende bıraktığı duyguları yazmak bana iyi gelecek.

Devamı için tıklayın..

7.02.2011

Yeni enerji kaynağım- LOYA HOME




Duyduk duymadik demeyin, senelerdir bir çoğumuzun hem uygun fiyatlı hem de kaliteli oldukları için iç ve ev giyim alışverişlerimizi yaptığımız LOYA mağazası Osmanbey Şubesi'nde LOYA HOME mağazasını açmış bulunmaktadır, tüm ev alışverişi sevenler duyrulur.

Nişantaşından Cevahir Alışveriş Merkezi'ne yürüyoruz annemle. Ve her o yolu yürüyüşümde uğradığım LOYA mağazasına uğruyorum. Bir de bakıyorum ki üst katinda Loya Home mağazasını açmışlar. Hemen hızla yukarıdaki kata çıkıyorum. Birçoğumuzun renkleri ve canlılığından dolayı tercih ettiğimiz Zara Home, English Home gibi markaların karışımı çok güzel ürünler koymuşlar. Mutfak, banyo, oturma odası yatak odası gibi yerlerin hem tekstil hem de diğer aksesuarlarını çok güzel bir dizayn ile dizmişler. Annem aşağıda beklediği için söyle bir bakıp çıkma niyetindeydim ama fiyatları görünce kilitlendim kaldım. O üründen bu ürüne saldırırken, çoktandır almaya niyetlendiğim ama beğenime göre bir tercih yapamadığım bu güzelim fincanları gördüm bir anda. Fiyatini görünce bir daha dönüp bakacağım kadar ucuz olduğunu farkettim ve hemen alıp kasaya geçtim. Kasadaki görevliye mağaza ve ürünler ilgili iltifatta bulunacakken ne diyeceğimi şaşırdım ilkten. Ürünler çok güzel fiyatlar çok uygun derken görevli ödemem gereken rakamı söyledi ikten. Yanlis hesapladınız sanırım ben 2 değil 5 adet fincan aldım dediğimde, bu ürünler kasada indirimliler dediğinde ne kadar şaşırdığımı gören görevli bana ''şaka gibi değil mi?'' diye sordu. Evet dedim kadına, ben de size iltifat ederken tam bu kelimeleri söyleyecektim ama biraz jargon geldi bana sustum, ama hakikaten şaka gibi dedim birlikte güldük:)

Eve geldiğimde küçük şeylerin beni ne kadar mutlu ettiğini farkettim. Oysa eve geldiğimde o dakkikadan şu ana kadar beni yatak döşek yatıracak sinsi gribin başlangıcını önemsememiştim. Fincanlarım ile hemen bir kahve demleyip içtim. Tüm hafta sonu gribimin mutsuzluğunu çay, kahve ve bitki çayı keyfime eşlik ederek giderdiler. Böyle sarılıp uyuyasım geldi o kadar sevdim.

Mağaza meğer 6 ay evvel açılmış, diğer şubelerde de açsalar bütün kızlar çok sevineceğiz sanirim. Şimdiki hedefim diğer mağazalarda çok pahallı olduğu için almadığım patcwork yatak örtüsü, fiyati o kadar uygun ki, iki tane bile alabilirim.

Hepinize yolunuz düştüğünde uğramanızı tavsiye ederim. Bu mağazanın güzel ürünleri sizleri de en az benim kadar mutlu edecek eminim.

Herkese mutlu, güneşli, huzurlu haftalar dilerim.

Devamı için tıklayın..

3.02.2011

Sağlıklı Keyif Keki


Televizyonda sabahtan akşama kadar yayın yapilan Mısır'daki isyan, dün Defne Joy Foster'in vefatı, bugünde Ankaradaki patlama. Çok gergin, sıkıntılı ve zor günler yaşıyoruz. Gözlemliyorum ki kimsenin bloguna neşeli, güzel şeyler yazası yok zaten herkes gün boyu süren haberlerden bunlamış, sıkılmış durumda. Her ne yaşıyor isek yaşayalım malesef ki devam eden bir hayatımız var. Zaman bizim yönetemeyeceğimiz bir kavram gibi gorunse de, o zamanı doldurduğumuz şeylerle bağlantılı olarak aslında elimizde tuttuğumuz bir şey. Bu yüzden hergün yaşadığımız günü güzel geçirebilmek için çaba sarfetmeli, gayret etmeliyiz. Güzel şeyler konuşmalı, iyi şeyler yapmalı, silkinmeli aynaya bakmalıyız. Canımız istemese de giyinmeli, gözümüze bir kalem sürmeli sokağa atmalıyız kendimizi. Yoksa gün boyu pijamalarımızda battaniye altında kalıp bir günümüzü daha çöpe atarız farkında bile olmadan.

Tum bunları düşünerek bir sürü yemek yaptım bugün. En güzeli de bu çikolatalı kekti. Çünkü bugünlerde keyfimi yerine getirebilecek teş şeyin sıcak bir kahve eşliğinde bir dilim çikolatalı birşeyler olduğunu hissediyordum. Umarım size de iyi gelir, ağzınıza olduğu kadar ruhunuza da tad verir.



Kimilerimiz diyet yapmak ya da sağlıklı beslenmek için sağlıklı malzemeler kullanıyor mutfağında. Esmer şeker ya da tatlandırıcı, pekmezle yapılan kurabiyeler, kepekli undan tatlılar, az yağlı yemekler hepimizin başvurduğu yöntemler. Kimileri ise bunları hiç kullanmıyor, damak tadından ödün vermeden, gerçek lezzeti ile yaparim az porsiyon tüketirim diyor. Tercihiniz her ne olursa olsun bu kek hem damak tadından ödün vermeyeceklerin aradigi tatta, hem de sağlıklı beslenmek için malzemelere değer verenlerin tercihinde bir kek. Yağı zeytinyağ, unu tam buğday unu, sütü yağsız süt, şekeri yarı pekmez yarı esmer şeker, çikolatasi %90 kakao oranlı çikolata. Söyle diyebilirim ki ben hayatimda bu kadar lezzetli bir kek yemedim. Kekin her türlüsünü çok severim, en çok pişirdiğim havuçlu pekmezli cevizli kektir. Çikolatalı bir keki bu şekilde hafifletmek hiç aklıma gelmemişti, fakat o kadar güzel yumuşak ve lezzetli ki, bizim evde haftada 1 kez yapılacak gibi duruyor.

Malzemeler
3 adet yumurta
1 çay bardağı pekmez+ 1/2 su bardağı esmer şeker
1/2 su bardağı zeytinyağ
1/2 su bardağı+1 çay bardağı light süt (üzeri için)
1/2 paket %90 kakao oranlı bitter çikolata
1,5 su bardağı tam buğday unu
4 yemek kaşığı kakao
1 paket kabartma tozu

Hazırlanışı.
1-Yumurta, pekmez ve şekeri iyice çırpın.
2-1/2 su bardağı süt ve 1/2 su bardağı zeytinyağını da ekleyip çırpın.
3-Çikolatayı benmaride eritip ekleyin ve yine çırpın.
4-En son kuru malzemeler olan un, kakao ve kabartma tozunu da birlikte ekleyip karıştırın.
5-175 derecelik soğuk fırına verin, 50 dakika pişirin.
6-Fırından çıkmış sıcak keke 1 çay bardağı süt dökün ve ılıtıp servis edin.

Devamı için tıklayın..

1.02.2011

Lüsyen ve Mantar Çorbası

Sakin, sessiz, karmaşasız bir gün.. Evde olmak, iki küçük kar tanesinin düşeceğini beklemek elimde fotoğraf makinesi ile, ve mutfağımda pişen güzel yemeklerin kokusu ile bir yudum kahve, iki satır öykü.. Bugün güzel aydınlık ve renkli bir gün tüm soğuğu ısıtan, hatta içimi ısıtan. hiç adetim değildir çok satan kitaplar listesinden kitap alıp okumak, ama kitabın arkasını okuyunca dayanamadım aldım. Ne yalın bir anlatim, ne sürükleyici bir öykü, 60 yaşındaki Abdülhak Hamit Bey'in, ömrünün sonbaharında 18 lik Lüsyene ilk görüşte aşkı. Daha ilk sayfalarında Orson Welles'in ''i now what is this to be young'' şarkısı aklma geldi. Ben genç olmanın ne demek olduğunu biliyorum, fakat sen yaşlı olmanın ne olduğunu bilmiyorsun... 1912 senesi Brüksel-Londra arası Avrupa kokusu, ve o titiz, özenli, şık günler geceler... Bu kalın kitap bana epey bir zaman hayal kurdaracağa benziyor.
















Mantar almıştım marketten, fırında yapmak için, ama sabah havada kar görünce çorba pişiresim geldi. Sıcak, koyu ve lezzetli mantar çorbası bu soğuk kış gününü ısıtacağa benziyor.



















Malzemeler

300 gr mantar
1 litre su
1/2 çay bardağı zeytinyap
3 yemek kaşığı un
1 su bardağı süt
tuz karabiber

Hazırlanışı
1-Mantarları ince dilimleyip 1 litre suda haşlayın.
2-Başka bir tencerede yağ ile unu kavurun, kavrulan una mantarları ekleyin ve karıştırın. Arsından blendardan geçirin.
3-1 bardak süti tuz ve karabiberi de ekleyerek bir iki dakika kaynatın


Devamı için tıklayın..