21.12.2011

Ne söylediğin değil nasıl söylediğin önemlidir

Herşey değişiyor bu aralar bizim evde. Minicik birine yer açabilmek için koca koca eşyalar yer değiştiriyor, bütün ev ayağa kalkıp yeniden düzenlenmeye çalışıyor. Yüreğimizde, hayatimizda ona yer açmak için az mı uğraştık senelerce, varsın eşyalar da biraz rahatsız olsunlar...

İnsanları kategorize etmeyi hiç sevmem ama bazen de kategorize etmekten başka çıkar yolumuz kalmıyor sanki. Mesela son 4 aydır yedisinden yetmişine ''Türk Kadını'' nın tatminsiz ve doyumsuz olduğu kanaatindeyim. Şöyle ki ne söylerseniz söyleyin onlara bir türlü yetmiyor kanımca. Çook eskileri düşünün mesela flörtün vardır ne zaman ciddileşecek diye sorarlar. Adam gelir seni babandan ister nişan ne zaman derler. Süslü püslü nişan yaparsin düğünü merak ederler. Allı pullu gelin olursun çocuk sormaya başlarlar.

İşte bu soruları bıkmadan usanmadan soran kişiler de hamile kaldiğin andan itibaren kendileri sorup kendileri cevaplar bir hal içerisindeler. Hiçbir zaman içimde bulunduğum durumu saatlerce ve her fırsatta anlatıp karşımdakini bunaltan, bulandıran biri olmamışımdır. Öyle ki girdiğim ortamlarda bile hala ''aaaa göbeğin çıkmış'' seslerine bile gülümseyerek teşekkür edip başka konulardan konuşmaya çalışıyorum. Başka konuşacak konu mu yok arkadaşım niye hep benden, ve sadece benim başıma gelmiş gibi görünen birşeyden bahsediyoruz?

Neyse bunu hissettirip çaylarımızı yudumlarken meraklı gözlerden biri seni şööyle baştan aşağı süzdükten sonra o çok merak edilen soruyu herkes adına soruverir; '' Kaç kilo aldın sen şimdi?''

Sanki karşımdaki gerçekten benimle ilgileniyormuş gibi nezaketle ve güleryüzle cevap veririrm ''3,5''. Bu nedir? Ben böyle bir soru sorsam bana bu cevabı veren kişiye büyük olasılıkla ''aaaa ne güzel insallah boyle cok kilo almadan tamamlarsın'' gibilerinden bir cevap veririm. Ama bu bahsettiğim türk kadınına bu cevap yakışmaz elbet. Elindeki çayı sehpaya bırakan türk kadını hemen başlar cümlesine ''OOOO 4 ayda 3,5 kilo hiçbirşey değil, sen asıl bundan sonra şişicen....''

Neden şişiyorum? Ben günde kaç saat spor yapıyorum sen biliyor musun? Ne yiyorum haberin var mı? Artı böyle cevap vereceksen bana neden bu soruyu sordun? Kilomla mi ilgileniyorsun yoksa içine düşeceğim durumları gözlenlemekten mi zevk alıyorsun?



Bu sorular bu cevapler yetmiyor bu insanlara. İlk 3 ay miden bulaniyor mu diye soranlara evet çok kötüyüm yatiyorum hamilelik ne zormus diye cevap verdiğimde bana hemen '' ay bu da birşey mi hele bi karnın şişsin, gece uykuların kaçsın, ordan oraya yuvarlan ban sana soracagim'' dediler. Öliyim mi ben şimdi? Başka anlatacağın olumsuz birşey var mı?

Çok uyuyormusun diyenlere mesela saf saf ''ay evet gece gunduz uyuyorum'' dedigimde ''uyu uyuyabildiğin kadar, hele bir cocuk gelsin bu gunlerini ararsin'' diyorlar.

Anlamiyorum. Cesaret mi vermeye çalışıyorsun, gerçekleri mi göstermeye çalışıyorsun yoksa kendi çektiğin eziyetleri ille başkasının da yaşadığını görüp kendini mi rahatlatmaya çalışıyorsun?

Belki çok sakin, çok güzel uyuyan, çok uyumlu bir çocuğum olacak benim? Belki sadece 9 kilo alacağım hamlieyken? Belki karnım öyle kapılara bacalara sığmayacak kadar şişmeyecek? O zaman ne yapacaksın?

Bu tür insanları anlamiyorum. Ve artık çoğunu tersliyorum. Bebek doğdıuktan sonra ay hele bi ek gıdaya geç o zaman görücem seni, hele bi yürüsün, hele bi okula başlasın sesleri hiç bitmeyecek biliyorum. Senin yaşadığın hiçbir zoruluğun onlar için önemi yok cünkü onlar ennn büyüğünü ennnnn zorunu yaşamışlar, senin yaşadığın ne ki? Bu yüzden bu nsanları vakit varken yavaş yavaş hayatımdan çıkarma uğraşındayım.

Birkaç ay sonra ''Nasıl doğum yapacaksın'' diye soran bu kişilere eğer hala saf saf '' normal doğum istiyorum'' diye cevap verirsem bana duydukları en iğrenç, en zor, en kanamalı normal doğum hikayelerini anlayacaklarından da eminim.

Diyorum ya çok şey değişiyor bir minik gelecek diye, daha da çok değişeceğe benziyor....


Devamı için tıklayın..

15.12.2011

En güzel haber

Öyle bir mevsimdeyiz ki bu günlerde, herkes umut peşinde, güzellikler, iyiliklerin peşi sıra koşuşturuyor. En umutsuzu bile unutmak istiyor 2011!i, yeni yıl güzel şeyler getirsin istiyor. Halinden en memnunu ise 2012 de böyle güzel olacak mı acaba diye geçiriyor içinden.

Etraf cıvıl cıvıl, kırmızının o kanımızı kıpırdatan enerjisi her yerde. Bir çoğumuz hediyelerimizi bile tamamladik, özene bezene aldığımız minik kırmızı kutluları sevdiklerimize ulaştırmak için gün sayıyoruz.

Sonra hesaplaşmalarımız var içimizde. Net bir şekilde kutlulmak istediğimiz 3 kilomuz, biriktirmek istedipğimiz paramız, daha çok vakit ayırmak istediğimiz sevdiklerimiz, azaltmayı umduğumuz mesait saatlerimiz, bırakmak istediğimiz sigaramız, pişirmeyi öğrenmek istediğimiz yeni tariflerimiz, sonunu bir türlü bağlayamadığımız öykülerimiz, senaryolarımız...

Tüm bunlara konsantre olmuşken dışarıda devam eden sıkıntılı da bir hayat var aslında. Şehitlerimiz, depremlerimiz, hiç çıkmasını istediğimiz halde bir gecede salıverilenler, ya da bir gecede içeri alınıverenler, durmadan zam gelen fiyatlar, her ay artan faturalar.

Bense ne 2011 in hesaplaşmalarındayım bu aralalar, ne 2012 nin beklentilerinde ne de gündelik sıkıntılarda.... O gün ne yaşarsam yaşayayım, ertesi sabah uyandığımda karnımın içinde kıpırdayan minikten başka birşey düşünemiyorum. Bunca zaman hasretini çektiğim, içimi serinletecek, dertlerimi bitirecek, ufkumu açacak, günüme anlam katacak Poyraz'ımdan başka birşey düşünemiyorum.

Fotoğraf http://www.simplybabyphotography.com/ sitesinden alıntıdır.
Devamı için tıklayın..

14.10.2011

Bizim evde sonbahar halleri

Bloglarda bolca sonbahar fotoğrafı, yazısı görüyorsunuzdur son günlerde. Benimki biraz geç kalınmış bir yazı olacak ama ne yapayım bizim eve sonbahar bugün geldi..

Benim gibi kışı, soğuğu, karanlık gökyüzünü sevenler için çook uzun, çok keyifli günler başlıyor. Yazı sevenler ise kışı sevenleri bir türlü anlayamıyor, bu soğukta lahana gibi kat kat giyinmenin, üşümenin, yağıştan soğuktan kısıtlı kalmanın nesini seviyorsunuz diyorlar. Biz aslında yazı da seviyoruz da, kıştan nefret etmiyor, tadını çıkarmasını biliyoruz aslında. Yoksa temmuz ortasında İstanbulda, denizin üstünde bir iskelede buz gibi rakı içerken ürperen omuzlarımıza bir incecik şal örtmenin nesini sevmeyelim. Özetle kışı seven insanların daha pozitif olduklarını düşünüyorum. Hava soğudu diye şikayet etmiyor, gidip bir tarçınlı zencefilli çay demleyip en sevdiğimiz eldivenleri yukarki raflardan aşağı indiriyoruz o kadar..

Gelelim bizim eve neden sonbaharın geç geldiğine. 10 günü aşkın bir süredir hasta br vaziyette evde yatıyorum. Tek aktivitem film izlemek ve kitap okumak. Yani ben en son dışarı çıktığımda manavda kocaman Bursa şeftalileri vardı diyim siz anlayın. Bugün battaniyemin altından blogları gezinirken yazıma eklediğim fotoğrafa Pembe Yastık blogunda rastladım aşık oldum. Bana daha dün gece şakır şakır yağmur yağdığını, dışarısının buz gibi olduğunu, hatta az daha hasta yatarsam yılbaşı ağacımı kurmak için kalkmam gerekeciğini hatırlattı. Hemen giyinip mavana gittim. Nar, mandalina, elma ve patates aldım. Eve gelir gelmez kaloriferleri yaktım, digiturk kanak 429 u açtım (şiddetle tavsiye ederim). Mini mini elbiselerimi yukarı kaldırdım, siyah herşeyimi aşağı indirdim. Airfryerde kocaman bir tabak masum patates kızartması yaptım. Kocam da kapıyı çaldı mı müthiş bir sonbahar haftasonu başladı demektir.

Not: İnat etmeyin, kaldırın yazlıklarınızı. Sizlanmaktan da vazgecin. Her mevsimin keyfini çıkarın
Devamı için tıklayın..

2.10.2011

Olmazsa olmazlarım

Sevgili Sibelciğim, bana '' "Issız bir adaya düşseniz veya ultra milyoner birileri sizi bedavadan Ay'a seyahate gönderse yanınıza alacağınız 4 lezzet nedir?" diye sormuş. Eskiden bloglarımız arasında böyle mimler vardı, hem kendimizi anlatırdık, hem de değişik bir çok yeni blog tanırdık. Aklıma geldi... Böylece Sibel sayesinde hem blogumda, hem de yemekler arasında nostaljil bir yolculuğa çıkmış oldum.



Benim olmazsa olmazim kahvedir, yanıma ilk önce kahvemi alırdım. Süt bulursam latte, bulamazsam azıcık suyla Americano, yok o da olmasi sek espresse seklinde tüketebilirim, hiç farketmez, kahve olsun yeter...

İkinci alacağım şey yoğurtlu çorbam olurdu. Çünkü nedendir bilmem, ne zaman hasta olsam, grip, karın ağrısı, bel ağrısı hiç farketmez, ya da ne zaman moralim bozuk olsa, bu çorba bana hep ama hep iyi gelir! İçindeki yoğurdun probiyetiklerinden midir, yoksa nanenin ferahlatıcı tadından kokusundan mıdır bilinmez. Bizim evde haftada 3-4 gun bu çorbadan muhakkak bulunur. Bazen bir kasede çorba niyetine, bazen de içine minik köfte koyup ekmek doğrayarak bir öğün niyetine..






Bir de olmazsa olmaz çikolata alırdım tabiki yanına.Çikolata parçalı bir güzel kek pişirirdim, tabi diğer malzemeleri bulabilirsem. Çorbanın üzerine içtiğim kahvenin yanına pek yakışır doğrusu...





Ben de bu mimi sevgili Peçeteme, Bizim pastaneye ve Kristal Kelebek'e pasliyorum.
Devamı için tıklayın..

12.09.2011

Airfryer Etkinlikleri-Osmanlı Yemekleri






Geçtiğimiz haftalarda Philips Airfryer'in Osmanlı Yemekleri İftar Sofrasında buluştuk. Daha önceleri de sizlere bu ürünün tanıtımı için yapılan etkinliğe katıldığımdan bahsetmiştim. Etkinlik sonrasında hepimiz Airfryer ile evimizde bir Osmanlı yemeği pişirip tarifini Philips ile paylasmistik. Aynı yemekleri hepbirlikte pişirip yemek için yeni bir etkinliğe katıldık. Bu etkinlik sayesinde ürünün içinden çıkan tarif kitabı dışında pek çok güzel yemeğin de pişirilebileceğini öğrendim.

Ürünü aldığımda sadece yağsız patates kızartırım zannediyordum. Fakat kullanmaya başladığımdan bu yana mutfağımda elim ayağım oldu diyebilirim. Hem de sağlıklı bir şekilde! Geçenerde mücver denedim. Mücver de patates kızartması gibi yemekten her zaman çekindiğim ama tadını da o kadar çok özlediğim bir yemekti. Onlarca tarif denedim daha önceden. Fırında pişirmeye denedim, un miktarını arttırarak muffin kaplarında kek gibi pişirmeyi denedim ama hiçbiri gerçek mücver gibi olmadı. Airfryerde mücveri bilgiğiniz anne tarifi ile hazırlayıp piirdim hem de gram yağ koymadan! Şimdiye kadar yediğim en lezzetli mücverdi.

Ürünü henüz almamış herkese hala aynı hevesle tavsiye ediyorum. Phillips e etkinlikler ve tanıtımları için bir kez daha teşekkür ediyorum.
Devamı için tıklayın..

9.09.2011

Nostalji: Rotring okul kalemlerim



Nasil bir jenarasyon atladik, neler değişti insan hayretler içerisinde izliyor bu yıllarda. Bizlerin annelerimiz ile aramızdaki uçurumun on katindan fazlasini çocuklarımızla yaşıyoruz. Ve onlara ''ben kucukken'' diye anlattiğimiz hikayeler bizim çocukken annelerimizden değil anneannelerimizden hatta ninlerimizden dinlediklerimiz gibi geliyordur eminim. Bu sebeple bugün anlatacaklarim en çok 1987 doğumluları ilgilendirebilir, daha küçükler okurken anlamakta zorluk çekebilirler.

Years, and years ago.. ortaokul yaşına gelene kadar eve girme zamanımız akşam ezanlarıydı. Bu sebeptendir ki yaz olup günlerin uzaması en çok işimize gelen şeydi. Kış vakti sinemaya gitsek akşam beşte, yaz vakti yan bahçedeki arkadaşımıza gitsek akşam sekizde evde olmamız şarttı. Büyüyüp de aradaki tutarsızlığı annelerimize anlattığımızda da herhangi bir tatmin edici cevap alamazdik. Çünkü onların sözleri kanundu, en kötü ''seni ikna etmek zorunda değilim'' derlerdi susardık.

Biraz daha zaman geçince izinlerimiz yatsı ezanını bulmuştu. Yazın saat onbirde eve gelmek iyi hoştu da yine kış olunca izinler akşam yediye dayandığında biraz da ergenliğin verdiği deli dolulukla az isyan etmemiştim anneme. Ama annem nuh diyip peygamber demiyordu, izinler girişler çıkışlar hep beş vakit üzerinden hesaplanıyordu. Öğlen gibi çık, ikinci çayına yetiş, akşam evde ol, yatsıya kalma...

Bize bu durumda yaz vakti saat 11 e kadar dayanan izinerin tadını çıkarmak kaliyordu. Kalıyordu kalmasına da, temmuz sonundan itibaren yine günler kısalıyor, yine izinler yetmemeye başlıyordu. Hele eylul gelip de yazlıktaki son haftamızı geçirirken zaman hiç mi hiç yetmezdi. 8 ay görmeyeceğimiz arkadaşlarımızla geçirilen son günlerde, okulun da açılacak olmasının verdiği huzursuzluk anneyi ikna çabalarına zorlardı bizi.





Geçen yatsı okunurken saate baktim da, içinde onbeş yıl öncesinden kalmış, yumruk gibi oturmuş bir sıkıntı çıktı aniden. Hemen eve dönmek istedim suç işliyor gibi. Kahvemi hızla bitirdim, arabama atladım koşar adım eve geldim. İçimden de ah anne dedim, nasil bir sorumluluk yarattıysan içimde... Her yere en az on dakika erken varmam, saat çalmadan üç dakika önce uyanmam, verdiğim her sözü muhakkak tutmam.. hep senin eserlerin bunlar. Şikayetçi miyim? Tabiki hayır. Ama o gençlik yılları içimde kalmış hep ''beş dakka daha anne noooolursun'' yalvarmaları.

Pazartesi okullar açılıyor. Mini mini birler, çalışkan ikiler hep stres içinde bu günlerde. En güzel çanta, en havalı kalemtraş (tabi hala açılan kalem varsa), en son moda beslenme çantası peşindeler. Bizim bir ronting kalemimiz vardı aynı kalemle liseyi bitirdiğimiz, bir de hep tükenen 0,5 uçlarımız. Ha bir de mis kokan arı maya silgilerimiz. Hala yazılının ortasında ''sıfırbeş ucu olan var mı?'' diye seslenen öğrenci var mı merak ediyorum. Ya da ''yazılı'' diye br kavram kaldi mı?

Çeşit yoktu, her istediğimiz alınmazdı, biz de istememeye alışmıştık. Önüklerimiz kollarımızı öne uzattığımızda dar gelen omuzlar kendisi gösterdiğinde değişirdi. Her pazar kolalanan dantel iğrenç yakalarımız vardı. Bir de erkeklerin bir koşu açıp kaçtığı belimizdeki siyah kurdeleler. Ne yıllardı.. Yine de çok güzeldi.

Bizim evde okul açıldığında hep kek pişerdi. Okuldan gelince her öğlen çeşit çeşit kek olurdu evimizde. Ben de okulların açılmasına yakın kek pişirdim dün. Sanki pazartesi okul açılacakmış gibi kramp saplandı karnıma, geçen seneki ronting kalemimi aradı gözlerim.

Vişneli keklerimiz geçen sene vişne likörü yapıp tanelerini buzlukta sakladığım vişneler ile yaptım. Harika oldular

Malzemeler
3 adet yumurta
1 su bardağı şeker
1/2 su bardağı ayçiçek yağı
1/2 su bardağı vişne suyu
2 su bardağı un
bir paket kabartma tozu
bir tutam tuz
1 kase çekrdekleri çıkarılmış vişne

Hazırlanışı
1-Yumurta ile şekeri kar gibi bembeyaz olana kadar çırpın
2-Ayçiçek yağını ve vişne suyunu da ekleyip çırpmaya devam edin.
3-En son un ve tuz ile kabartma tozunu ekleyin.
4-Vişneleri ekleyip tahta kaşık ile karıştırın.
5-Küçük kalıplar ile yapıyorsanız 180 derecede 20-22 dakika, büyük kalıp ile yapacaksanız 35-40 dakika pişirin.


Devamı için tıklayın..

6.09.2011

Leyla ile Mecnun

Günlerden bir gün Leyla ile Mecnun'un aşkı devrin hükümdarının kulağına gitmiş. Mecnunun Leyla uğruna bunca perişanlığı hükümdarı meraklandırmış. Derhal Leylayı bulun bana getirin demiş. Mecnun bu kadar aşka düştüğüne göre Leyla çok güzel bir kız olmalı diye düşünmüş.

Yardımcıları hemen Leylayı bulup hükümdarın huzuruna çıkarmışlar. Hükümdar bir bakmış ki, Leyla senin benim gibi bir insan. Ne öyle ahım şahım bir güzelliği var, ne de alımı çalımı..

Bu sefer de aşkın sebebini anlamak için Mecnunun emretmiş hemen, bulup getirmişler. Hükümdar sormuş Mecnuna '' Bunca perişanlığın bu kadın için mi, güzel bile değil'' diye.
Mecnun cevap vermiş hükümdara; ''Leyla'yı görebilmek için Mecnun olmak gerekir''





Sonbaharı sevmek için de Zeynep olmak gerekiyor diye düşünüyrum bazen. Hüzün diyorlar, eve dönüş diyorlar, yaprak dökümü diyorlar sevmiyorlar sonbaharı. Oysa bütün yaşananlardan, yorgunluklardan arınma, dinlenme süreci değil midir sonbahar? Evimize yuvamıza dönüyoruz, içimize karışıyoruz biz oluyoruz aslında. Zeynep nasıl olunur , sonbahar nasıl görünür onu bilmem işte. Hep sıradan olmayan, anlamı olan şeylere tutkulandım, peşinden gittim. Öyle büyük şeyler de değiş peşinden gttiklerim. Bayram tatilinde bir kahve makinesi aldim misal. Sabah kahvaltısından sonra bir espresso yapmıyor muyum, kokusu ömre bedel. Bütün evi sarıyor, gözümü kapatıp kokluyorum, sakinliğime şükrediyorum.



İki gündür bir serinlik var İstanbulda. Güneş bulutların arasından bir görünüyor bir kayboluyor. Üzerimde hırkama inat pencereleri de kapatmıyorm, evin içinde nasil bir serinlik, nasil bir temizlik duygusu anlatmaya kelimeler yetersiz kalır.

Sabah pencereden bir patlıcan kızartma kokusu geldi. Hayaller, yemekler hala yazda, yaz yemeklerinde. ama ben bu seninliği bulunca kışın çokça yapıp yazın rafa kaldırdığım ekmek tariflerimle özlem giderdim. Nicedir denemek istediğim minik fransız ekmekleri vardı. Bu hafta spor yok, temizlik yok, ütü yok, arayan yok, gelen yok, zaman çok. Sabahtan giriştim mayalamaya. Nasıl güzel oldular, çıkar çıkmaz iki tanesini reçelle götürdüm bile.

Herkes evine, normale dönüyor. Biraz fazla trafik, biraz fazla kalabalık var biliyorum. Saatleri de geri alırlar, bir depresif eder insanı. Okullar, ödevler, projeler, soğuklar çok tatsız geliyor anlatırken. Yine de tadını çıkarın, sahip olduğunuz herşey için.

Tarifi 40 fırın ekmek sitesinden aldım, üzerinde biraz değişiklik yaptım.

Minik Fransız Ekmekleri

Mayası için
1,5 su bardağı beyaz un
1 paket kuru maya
1 su bardağı ılık su

Hamuru için
1 su bardağı hazırlamış olduğunuz maya
2,5 su bardağı un
1 tatlı kaşığınsan az tuz
1 tatlı kaşığı toz şeker
1 paket maya
1/2 su bardağı su
4 çorba kaşığı zeytinyağ
4 çorba kaşığı süt



Hazırlanışı

Mayayı yapmak için un, kuru maya ve suyu karıştırın. Üzerini strech ile örtün. Ilık bir yerde 2 saat mayalanıp kabarmasını bekleyin. (Ben fırının yoğurt yapma programında beklettim)
2 saat sonra ekmek hamuru için kuru bütün malzemeleri karıştırıp yoğurun.
Ardından yine 1 saatlik mayalanmaya bırakın
Mayalandıktan sonra hamuru un serili tezgahınıza alıp rulo şekline getirin.
Eşit büyüklükte parçalar kesin ve her bir parçayı elinize un alıp yuvarlayarak tepsiye dizin.
Tepsideyken de 30 dakika mayalandırın
200 derece fırında 20-22 dakika pişirin. Pişirirken de kabuğunun sert olmaması için ısıya dayanıklı kuçuk bir kaseye su koyup bu kaseyi fırının içine yerleştirin.


Devamı için tıklayın..

4.09.2011

Yüzyılın Aşkları

Akşamdan bu yana MFÖ dinliyorum. Sonbaharın ilk günlerinde Mazhar'ın buğulu sesi çok iyi geliyor: Korkunçtur yalnızlığımız, bir oyun oynanır oyalanırız...

Dün bir kitap aldım kitapçıdan. Can Dündar'dan Yüzyılın Aşkları.. Açıkcası bu kitabın varlığından bile habersizdim, Bedri Rahmi Eyüpoğlu ile ilgili birşeyler araşırırken rastladım geçen hafta, hemen okunacakların arasına not aldım, ilk kitapçı ziyaretimde de hemen buluverdim.

Kitap geçtiğimiz yüzyıla damgasını vurmuş aşkları belgeler ve fotoğraflar ile hem tanıkların alıntılarından, hem de Can Dündar'in görüşü ile hikaye tadında anlatıyor. Elime aldığımda beğeneceğimi biliyordum da, bir akşamda bitereceğimi düşünmemiştim. İzlediğiniz bir fimde son sahne gelir ve film hiç bitsin istemezsiniz ya, bu kitap da öyle geldi bana. Okudum bitti, kitaplığıma kaldırmaya elim gitmedi, hala başucumda duruyor.

En çok Selahattin Pınar ile Afife Jale'nin öyküsünden etkilendim, ''Nereden sevdim o zalim kadını'' şarkısının öyküsünden mi bilinmez, karşılaştığım herkese anlatıyorum.

Bu yaz çok okumalı geçti. Hiç bir yaz mevsiminde sağlayamadığım dinginliği, ve kendimle kalma lüksünü sonunda kana kana yaşadım. Okudum, yazdım, dinledim. ama yine de sonbaharı özledim. Balkonun camını açtığımda hırka giymeyi, gece uyurken yorgana sarılmayı, buzlu kahveden sıcak kahveye geçmeyi ve kahve içerken Fred Astaire dinlemeyi..

Uzun, ve doyumsuz bir bahar var önümde. Yapmak istediğim o kadar çok şey var ki, zamanı durdursam hep sonbaharda kalsam istiyorum. Sırada okunacak çok şey var.
Devamı için tıklayın..

28.07.2011

İskender

Bir bardak daha kahve içesim ve bir iki satır daha fazla yazasım var bugün. İskender için, çoğumuzun içindeki İskenderler için..

Her bebek mantı burunlu minik ayaklı doğuyor diyor kitapta, ama bazı ebeler bilmeden ileride katil ya da hırsız bir bebek doğurtuyorlar, bilseler doğurturlar mıydı?

Hepimiz koklanası öpülesi birer bebek olarak doğuyoruz da ne bizi yalancı yapıyr şu hayatta? Hangi etkenler hırsız olmamız yol açıyor, hangi sebepler bizi İskender yapiyor?

Herkese, yaptığı herşeyden dolayı hak vermenin, herkesi kendi şartları içinde değerlendirip onu anlamaya calışmanın ve hep böyle davranmaya gayret göstermenin kadar doğru olduğunu bir kez daha hatırlattı bana İskender. İyiki böyleyim diye şükür ettim. Pembe de haklıydı, İskender de, Esma da, Yunus da tüm söylediklerinde, tüm yaptıklarında. Ama her birinin bir adımı diğerinin hayatına mal olmuştu.

Buna benzer ne çok şey yaşıyoruz gündelik hayatta. Ne zaman namus kavramını kafadan çıkarıp bacak arasına soktuk biz? Bir fahişeden daha mı ahlaklıdır yetim yeğeninin hakkını yiyen amca? 15 yaşında sevgilisinden hamile bir küçük kadından daha mı namusudur evimden 8 aylık alyansımı çalan hırsız? Büyütülmüşlüklerimizle karşı cinse duygu ve dürtülerimizi bastırabiliyoruz da nasıl bu kadar kolay yalan söyleyebiliyor, göz dikebiliyoruz en yakın arkadaşımızın tek taş yüzüğüne?

Bir yalan aynı zamanda doğru, bir doğru aynı zamanda yalandır her zaman. Ve nasıl bakıyorsan öyledir aslında hakikat!

Nietzche Ağladığında, (İrvin Yalom) Kumral Ada Mavi Tuna, (Buket Uzuner) Başucumda Müzik, (Kürşat Başar) Aşk, (Elif Şafak) bir yana İskender bir yana artık. Hatta Şeytanın Fısıldadıklarının (Emre Yılmaz) yanı başına...
Devamı için tıklayın..

23.06.2011

Poyraz, bahar, rüzgar

Hani derler ya, ben sensiz yaşayamam, diye. Ben onlardan değilim. Ben sensiz de yaşarım; ama seninle bir başka yaşarım.

Demis üstad Nazım Hikmet. İnsanı elinde bir kadeh şarap ile saatlerce düşündürür bu söz. Hayatımızda var olan ve olmasını istediğimiz herşeyi, sonsuz bir uyum içinde birleştirme arzumuz bizi kanatır, acıtır. Bir bütün olmak isteriz doğduğumuz andan itibaren, elimizdeki herseyn diğer yarısını arar dururuz. Yarıyı bulduğumuzda elimizdekini kaybederiz çoğu zaman. Bazen de o yarıyı bulmayız bir türlü. Öyleydi böyleydi derken dakikalar saatlere, saatler günlere dönüşür, ömrümüz de böylece akıp gider...

Rüzgar bunlardan biri benim için. Rüzgarsız da yaşarım yaşamasına da, rüzgarla bir başka yaşarım hep. Bu yüzdendir baharı sevişim, bu yüzdendir poyraza aşkım, ve bu yüzdendir ikisini yanyana getirip bir bütün oluşturma uğraşım, inadım.

Sırf bu sebepten bugünlerde artı mutlu hissediyorum kendimi. Bahar, poyraz, rüzgar hep bir aradalar. Sabah erkenden kalkıp kocama el sallıyorum camdan. Sabah serinliği ürpertiyor üzerime bir ince hırka alıyorum. Sonra çayımı koyup balkona geçiyorum. Rüzgar bana akşam astığım çamaşırların mis gibi kokusunu getiriyor, gözlerimi kapatıp uzak diyarlara gidiyorum. Ardından kahvaltımı ediyorum, rüzgar, saksımdaki rüzgar gülümü pırr diye çeviriyor, peçetemi uçuruyor, yerden alırken bir uğur böceği görüyorum kendi halinde bekleyen. Elime alıp dilek turup şarkı söylemeye başlıyorum ona uç uç böceğim diye. O uçuyor, ben dileğim gerçekleşecek diye umutlanıyorum.

Sonra yatağımı topluyorum. Bir camdan giren rüzgar diğerinden çıkarken odamı temizliyor, beni yeniliyor.

Çıkıyorum yürüyorum, duruyorum, bakıyorum, düşünüyorum. Hep aklımda bahar, beni serinleten poyraz, mutlu eden rüzgar.

Polyanna gibiyim değil mi? Aksini yaparsam beni yataklara düşürecek o kadar şey var ki. Derler ya ya katil olacağım ya rahip diye. Sabırla katil olmamaya çalışıyorum, rüzgarla avunuyorum, poyrazla seviniyorum.

Beni merak eden, yazmadığım için arayan soran herkes. İyiki varsınız. Bir düğüm şu andan hayatım. Çözdüğüm an rutine döneceğim. Çok az kaldı!
Devamı için tıklayın..

12.05.2011

Üşüyorum

Hiç üşümediğim kadar çok üşüyorum bu aralar. Koca kışın ortasında eksi 10 derecelerde karlar altında yaptığımız tatilde bile bu kadar üşümemiştim. Saat 18:00 den sonra kaloriferleri yakıyor, polar üzerine hırka giyiyor, ayaklarıma kalın çoraplar geçirip, yetmiyor üzerine de tozluklar giyiyorum. Kucağımda bir sıcak su torbası, neresinden sarılayım diye şaşırıyorum.
Oysa Mayıs ayında okul kirip havuza gidip pembeleştiğim günler var hafızamnda, yoksa yaşlanıyor muyum?
Balkonumdaki minik bahceme bir dolu sardunya ekeli, kalın kazaklarımı ve montlarımı bazama kaldıralı, renkli tisortlerimi cıkaralı çok oldu benim. Sabırla baharı bekliyorum, bahar gelmiyor ben hayal kırıklığına uğruyorum.
Bol bol Bouna Vista Social Club dinleyip isinmaya çalışıyorum. Sıcak çayların, limonlu ıhamurların yerini buz gibi limonatalar alsin istiyorum. Bir sabırsızlık ki bendeki sormayın.
Derince bir uyku ve halsizlik, hastalık halinde yattığım kış uykumdan mart gibi uyandım ben. Her yerim uyuşmuş, eklemlerim tutulmuş gibiydi kendime geldim. Şimdi bir enerji ki sormayın. Her günüm dolu her anım bekleyemeyecek kadar değerli. En çok okumalı, en çok yazmalı yetiştirmeli günler var, sabah erkenden başlıyor.Şimdi bir an dursam, elime kağıt kalem alsam 1 agustosa kadar planladığım her günümü yazabilirim size. Televizyonu kapatalı çok oldu, biraz daha az uyusam bu iş olacak gibi hissediyorum.
Gözüm kapalı yaptığım bir kek bu, artık ölçü bardağı bile kullanmıyorum. Çokça kez değişik varyasyonlarını da yayınlamışımdır size. Zira bugünlerde fotojenik olan herşyin peşindeyim ben. Pudra şekeri de benim için en fotojenik gıda. Pazar kahvaltısında rüya gibi görünsün diye yaptım.
Herkese sıcacık günler temennisi benden
Devamı için tıklayın..

25.04.2011

Philips Airfryer

Fritöz desem değil, mini fırın desem hiç değil, mikrodalga desem ı-ıhh o da değil.

Philips Airfryer başka birşey. Koca yaz bir parça tadına bakıp doya doya yiyemediğimiz şakşukayı koca bir dilim ekmekle bandıra bandıra yyiyebilmemizi sağlayacak. Hani hep uzak durduğumuz ama üzerine ketçap bulayıp afiyetle mideye indirmek istediğimiz patatesi yeniden soframıza getirecek. Kızartma olduğu için pek tercih etmediğimiz hamsiyi yeniden bizimle bulusturacak.



Şaka yapmıyorum.Philips Airfryer yağsız bir kızartma teknolojisi. Nasıl olur demeyin, oluyor. Rapid Air Hızlı Hava Teknolojisi sayesinde koca bir sepet patatese tek gram yağ eklemeden kızarttık afiyetle yedik. Köfteler yoğurup top top yaptık ve pişirdik. House Cafe'nin kibar ikramları sayesinde çok keyifli bi gece geçirdik.

Philips Airfryer'in en sevdiğim özelliği yağsız pişirmesi elbette, ama bir diğer sevdiğim 2 özelliği var ki, insanın ağzını açıkta bırakıyor şaşkınlıkta. Akşam eve yorgun argın geldiniz mesela, köfteleri patatesleri Philips Airfryer'a attınız, dakikayı ayarlayıp duşa girebilirsiniz mesela. Siz evi toparlarken, ya da teefonla konuşurken, salata yaparken yemeğiniz bir anda hazır olabiliyor. Ve en en en önemlisi de bir gram koku, buhar, duman çıkarmıyor.


Bu benim katildiğim ilk etkinlikti.Hem çok güzel bir ürünle tanıştım, hem uzun yıllardır takip ettiğim ve tanışmak istediğim bir çok blogcu ile tanıstım, hem de çok keyifli leziz ve sağlıklı bir gece geçirdim.











Ertesi sabah uyanır uyanmaz annemi ve en yakın arkadaslarımı aradım, ürünü anlattım. Herkes çok şaşaırdı ve almak için sıraya grdi. Sizlere de bu ürünü büyük bir iştah ile öneriyorum.
Devamı için tıklayın..

20.04.2011

Sonunda tomurcuk veren orkidem!

Önce o döktü çiçeklerini sonra ben. İkimizde bir kuru dal olarak kaldık koca kış boyunca. İkimizi de tek koruyan şey koca yeşil yapraklarımız ve beslendiğimiz toprağımızdı.

Önce onu budadım üçüncü boğumundan, sonra kendimi. Kuruyan, bize hastalık veren tüm yapraklarımızı söktüm attım bir çırpıda.

Yapraklarımız kalınlaşıp koyulaştıkça suyunu arttırdım, yeşillenip yumuşadıkça azalttım.

İkimize de haftada bir kez su verdim en dinlenmiş, PH oranı en az olan markadan. Her su verme seansından önce saksıyı su dolu bir kaba oturtum 10 dakika bekledim ve nemlendirdim ruhunu beslediği toprağı.

İkimizi de koca kış çok ender kendini gösterse de muhakkak bizi ziyaret ettiği en güneşli köşesine koydum salonun. Üşüdükçe kaloriferi arrtırdım, sıcakladıkça kıstım ama ikimizi de yerimizden hiç kımıldatmadım.



Hiçbir ek besin vermedim ikimize de, nasıl alıştıysak, nasıl doğup da çiçeklerimizi açtıysak öye besledim.

Ve en önemlisi ikimizin de kırılan yerine bir damla mum döktüm, bundan sonraki çiçeklerimiz kırıldığımız yerden değil, başka güzel taraflardan açalım diye.

9 koca ay geçti, annelerin yüreklerine bebekler düştü, düşen bebekler dünyamızda nefes almaya başladı. Kar yağdı, yağmur yağdı, müzik sustu, kelimeler bazen yetersiz kaldı. Bazen hiç olmayacakmış gibi geldi ama ikimizi de çöpe atmaya gönlüm el vermedi.

Sonunda geçen hafta minicik bir filiz çıktı ikimizin de yüreğinden.Yeniden büyümek, yeniden yeşermek, bembeyaz çiçekler vermek için ikimiz de uyanıp merhaba dedik güneşe.

Bu kış havasında mutsuz da olsak baharı bekleyip büyüyoruz şu an. Çok mutluyuz, çok umutluyuz.

Gönlüzdeki tomurcuklar, içiizdeki çiçekler hiç solmasın.


Devamı için tıklayın..

16.03.2011

Gelismeler




Bloglar acildi acilmasina da ben değişikliklere cok kolay uyum sağlayan biri olmadığımdan, kendme gelmek yazmak icin paşa gönlümün gelmesini bekliyorum malesef. Sahi siz bloglarinizda eski keyfinize, hızınıza dönebildiniz mi?

Efendim havalar ısındı, güneş yüzünü gösterdi İstanbul'da. Ben kendimi sokaklara attım, iki gündür çokça spor yaptım, sokaklarda yürüdüm kendime geldim. Biraz yağmur gelecekmis iki gün sonra olsun varsın, kar kalktı ya, lahana gibi giyinmeyeceğiz artık.

Bu aralar güzel gelişmeler var hayatımda baharla birlikte. Uzun zamandır sekercupcake.blogspot.com'dan cupcake yaptigimi biliyorsunuz çoğunuz. Gece gündz yaptığımız çalışmalar atrık meyvelerini vermeye başladı. Seker Cupcake ürünleri artık www.istanbulmeyvesepeti.com üzerinden satılacak. Böylece daha çok çalışıp, daha güzel şeyler yapacağım.

Bu birinci güzel haber, bir de ikincisi var ki hepinizin çok hoşuna gidecek bir haber ama paylaşmak icin henüz zamanım var.

Keyfim gelir yakında benim, girerim tekrar mutfağa, ama o zamana kadar hepinizi kucaklıyorum.
Devamı için tıklayın..

9.03.2011

Kaçan keyfimizi kar yerine getirir mi?




İstanbul'da her yer bembeyaz. Bloglar kapalı, ama biz haklarımızı binbir takla atarak almaya o kadar alışkınız ki, iki kelime yazıp sesimizi duyurabilmek, paylaşabilmek için yine çeşitli yöntemlere başvuruyoruz. Digiturk haklı, ama biz blogcular daha haklıyız. Bu işin sonu nereye varır bilinmez, ama blogların kapatilmasina verdiğimiz tepkinin, çıkardığımız sesin yarısını korsana verseydik kanunlarımız yasaklama değil korsana engel olma yönünde düzenlenir miydi? Bir umut...

Neyse ben yine karlar altında bir ülkeden taşıyıp getirdiği m portakallı çayımı demledim az önce, camın önünde lapa lapa yağan karı seyrediyorum. Televizyonda her görüntü bembeyaz, herkes sıcacık giyinmiş. Seneler önce daha evli bile değilken, elektrikler kesik olduğu için ısınamadığımız, asansör çalışmadığı için de 6 kat yukarıya odun taşıyamadığımızdan evde dergi gazete eski eşyalar ne varsa şöminede yakıp annemle şarap içip şarkılar söylediğimiz bir akşam geliyor. Bu gece de camın önünde sevgilimle battaniyeye sarılıp huzur bulacağım. İnsan evliyken, aynı evdeyken kocasını özler mi? Ben bugün özledim.

Keyfimiz kaçık, yazmak paylaşmak istemiyoruz. Ama ben hergün ne kadar soğuk olursa olsun sahile inip martıları fotoğraflıyorum. Kaçan keyfimi kar ile yerine getirmeye çalışıyorum. Sahi martılar üşümezler mi?
Devamı için tıklayın..

23.02.2011

Gücümüz ve Güçsüzlüğümüz



Denizin tek hüneri şiddetli darbelerdir, ve ara sıra da olsa kendni daha güçlü hissetme şansı. Doğrusu deniz hakkında fazla şey bilmem, fakat denizde durumun böyle olduğunu biliyorum. Ve yine hayatta güçlü olmanın çok gerekli değil, ama kendini güçlü hissetmenin çok önemli olduğunu, en azından bir kere bile olsa kendini tartmanın, bir kere bile olsa kendini, insanın en antik koşulları içerisinde kendini bulmanın, ellerinizden ve kafanızdan başka, size yardım edecek birşey olmadan, kör ve sağır taşla tek başına yüzleşmenin gerekli olduğunu biliyorum.

Yukarıdaki kelimeler, iki kez üstüste izlediğim, üçüncüsünü beşincisini tekrar tekrar izlemeye karar verdiğim İnto The Wild filminden. 23 yaşındaki bir çocuğun sorumluluklar, sorunluluklar ve kaderin kendine yaşattıkları sonucunda kendini tanımak, keşfetmek ve gücünü hissetmek için çıktığı içsel ve dışsal yolculuktan. Herşeyi, arabasını, parasını yakıp, ailesine haber bile vermeden yürüyerek, otostop çekerek Atlanya'ya yaptığı yolculuğu, içindeki yolculuk ile paralel hale getirme çabasından. Bir nehirde yıkanarak, bir hayvan vurup pişirdiğinde karnını doyurarak, ama en çok okuyarak 2 yıl boyunca süren serüveninden.

Filmi izlediğimden bu yana yukarıdaki dizeleri düşünüyorum. Hayatta gücümü neyle ölçüp neyle değerlendirdiğimden, kendimi tanımaktan. Sahi en çok hangi durumlarda gücümüzü hissedebiliyoruz? Bize yapilan bir haksızlık karşısında verdiğimiz tepki ile mi, hislerimizi, hayallerimizi gerçekleştirmeye çalıştığımız zamanlardaki çabalarımız ile mi, yoksa Alex'in yaptigi gibi doğada sadece hayatta kalma çabası ile kör ve sağır bir yaşla yüzleşerek mi?



Sanırım durup düşünmek gerekiyor. Bazen hiç farkında olmadan geliştiriyoruz kendimizi. Yanımızdaki bir arkadaşımıza öğüt verirken arkadaşımız benzer bir olayda bizim verdiğimiz tepkiyi veremediğinden hayıflanıp bizim o olay karşısında kendisinin hayran olduğu gücümüzü anlatır bize. Farkına varırız ki güçlüyüzdür aslında, başımıza gelen yüzlerce olay gücümüze güç katıyor aslında zamanın içinde biz farkına bile varmadan. Hani Nietzche der ya bizi öldürmeyen şey güçlendirir diye.Hayatta kaldığımız müddetçe güçlüyüz aslında.

Bazense aynı aynı hep aynı şeylerin altından kalkamaz, kendimizi kabullenip ağlarız ya, işte o zaman gücümüzü ölçmenin tam zamanıdır aslında. Karşımızda kör ve sağır bir taş vardır, işte o taşla mücadelenin ve gücümüzü hissetmenin tam zamanıdır. Nedense kaçar gideriz o zamanlarda, güçlü olabileceğimiz başka şeyler seçeriz, gücümüzü ispatlar mutlu olur yatar uyuruz.

Düşünmeli, bir kelime okumalı, bir dakika izlemeli ama 10 dakika düşünmeliyiz üzerinde.

Açma börek yaptim geçen hafta. Hep derler ya aldığı kadar un diye, hep kızardım anneme. Bu sefer cesaret ettim, tarifi o kör sağır taş yerine koydum. Yarım kiloya yakın un döktüm yoğurma kabına, biraz tuz ekleyip azar azar su ekleyerek yoğurmaya başladım. Toparlanmadı su ekledim, yoğurdukça cızıklaştı azar azar un ekledim ama kendimce bir hamur tutturdum. Beklettim biraz dinlensin diye. Bu arada patatesi haşladım minim minik dilimledim. Sonra dinlenen hamurları 10 adet minik bezeye ayırdım. Bezeleri nişasta ile açtım, aralarına yağ koyup 5 ini üstüste koydum. Sonra o 5 erli hamuru tek bir hamurmuş gibi ipincecik açtım. Üzerine patatesi koydum, tuz ve biber ekledim. Üstine tekrar o 5 li hamuru açıp koydum. En üstüne de biraz tereyağ erittim döktüm mis gibi olsun diye. Fırına verdim, 45 dakika sonra çıkarıp üzerine 1 çay bardağı su döküp 10 dakika daha pişirdim. Oldu, gerçekten çok güzel oldu. Anne koktu börek, hemen çay demledim.


Devamı için tıklayın..

21.02.2011

Kararmış gümüş gibi bazılarımız

Söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil-Fuzuli
Kararmış gümüş gibi bazılarımız, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyorlar. Oysa tanrı değil mi onları narin işlemelerle yaratan, fısıldamiyor mu kulaklarına ölümlü olduklarını?
Kararmış kalmışlar bir köşede, dizginleri kendi ellerine, ayna tutabilecek sevdikleri ise olabildiğince uzakta. Çünkü kararmış gümüş sevmiyor kendini görmeyi, gerçekleri farketmeyi, bu yüzden kaçıyor, konuşmuyor, dünyevi dertlerini diyorum ya hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyorlar.Ve onlara ne söylesek Fuzulinin dediği gibi tesiri yok, ama susmaya da gönlüm razı değil ya...






Annem evlenirken verdi bu gümüşleri bana, onun evlendiği senelerde düğüne gelip altın para mara takılmazmış herkes bir hediye verirmiş ne güzel. Benim evimde de şu an anneme düğün hediyesi olarak gelmiş bir çok gümüş, porselen ve Kristal var. Bu takimi hiç kullanamadık manevi değerinin büyüklüğünden dolayı, ama fotoğraflarını çekmek istedim sizinle paylaşmak için. Ne güzel olurdu bize de böyle değerli torunlarımıza birakabileceğimiz düğün hediyeleri gelseydi.

Ve fotoğrafları çekerken de bu kelimeler geldi aklıma hep. Zihnimde birkaç yüz bu gümüşlerle özdeşleşiverdiler bir anda. Hayatımdaki kararmış gümüşler, aynaya baksanız da gerçek değerinizi bilseniz ne güzel olurdu diye geçirdim içimden. Sonra da ya onlar olmasaydı diye düşündüm, iyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı aynı günde yaşamasak eğer, mukayese ve seçim yapma gücümüzü nasil geliştirirdik, nasil koruyabilirdik diye şükrettim.

Çok güzel bir rüya gördüm dün gece. Geçen gün İz TV’de rüyalar ve psiklaniz hakkında bir programda, rüyamızda gördüğümüz imgelerin geleceği haber veren herhangi bir anlam taşımadıklarını, aksine beynin uyku haklindeyken dışarıdan gelen bir gürültü ya da uykuyu bölebilecek herhangi bir etken karşısında, uyanmamak için verdiği tepkinin rüya olduğunu söylediler. Ben yine de açtım baktim rüya tabirine. Kimileri güzel kimileri kötü yorumlamış her zamanki gibi, ama ben rüyanın kendisine aşık oldum, gerçekleşsin istedim. Birşeyi 40 kez söylersek olurmuş söylesem mi acaba

Bu hafta herkesin gördüğü bir güzel rüyanın gerçek olmasını dilyorum, ve Kararmış gümüşlere inat bu rengarenk, capcanlı, tatlı supangleyi aliyorum evime, hayatıma. Ben böyleyim çünkü

Supangle
Malzemeler
1 litre süt
12 yemek kaşığı toz şeker
3 yemek kaşığı mısır nişastası
3 yemek kaşığı un
2 paket bitter çikolata

Hazırlanışı,
Çikolata hariç tüm malzemeyi ocakta karıştırarak kaynatın, kaynadıktan sonra altını söndürüp çikolataları ekleyip karıştırarak eritin ve servis edin.


Devamı için tıklayın..

19.02.2011

Büyüyorum

Zorluyorum, bu sefer tüm imkanların, tüm elverişlerin, isteklerin ve yasakların peşinden gitmeye niyetliyim. Tek engelim duygularım, çünkü ne yazıkki dizginlerini hala elime alamadığım duygularım var benim. İnanmak ya da inanmamak meselelerini bir kenara bırakan, eğer gönlü yatıyorsa onaylayan, hissetmiyorsa çekip giden duygularım. Mantıklı bir açıklamasını yapamadığım durumlarda bile eğer istemiyorsam bana faydası olsa bile asla el atmadığım tüm gündelik şeylere bir dur deme çabasındayım. Çünkü hiç yoktan kapatırım kendimi kabuğuma, sıkıldığı, bunaldığı zaman giyinen makyaj yapan dışarı çıkan ve gülen eğlenen insanlara hep imrenerek.. Ama herşeyi elimin tersi ile itip sadece aynaya bakmak, ihmal ettiğim önceliklerimle tanışmak ve değerini bileceğim küçük anları yanyana getirip zamanı oluşturmak için evimdeyim, kendimleyim. Ve bu süreçte herşeyi halletme, yaralarımı sarma, büyüme endişesindeyim.

İnsan 30 undan sonra da büyüyebiliyormuş öğreniyorum.
Zaman aslında sadece hissettiğimiz an bizi olgunlaştıran bir kavrammış görüyorum.
Tercihlerimi daha titiz yapiyor, engellerimi daha net koyuyorum artık ortaya.
Biliyorum ki ne varsa insanın hissettiğinde var aslında, insan kendine iyi gelecek şeyi bilinciyle değil icgüdüleriyle otomatikleştiriyor belli bir yaştan sonra.
Seçiyorum artık hayatımdakileri, yemeklerimi, müziklerimi, en çokda insanları.
Artık telefon çaldığında, istemediğim bir telefon görüşmesi yapmaktan daha yararlı birşey olduğunu biliyorum o telefona cevap vermemenin. Bu yüzden yaptıklarımın arkasında duruyor, mutlu oluyorum.
Faydanın hayatta en gerekli şey olduğunu görüyor, ve faydam çerçevesinde yazıyorum çiziyorum tüm günümü.
Yaşıyorum, erken kalkmak istediğim sabahlarda hep saat 10 a kadar uyuyuşumun, zihnimin diğer zinhimle inatlaşması olduğunu görüyor ve siliyorum aklımdan erken kalma meselasini ve bir sabah gözümü kendiliğimden ve uykumu almış bir şekilde saat 07:30 da uyanırken buluyorum. Bu yüzden inatlaşmyorum artık bünyemle, biliyorum ki bünyem herşeyi seçtiği gibi kendine en iyi olanı seçip verecek bana.


Hayatta ne istersem yaptığım, ne arzu edersem elde ettiğim herşeye rağmen, alamadığım, sahip olamadığım ve ağladığım o güzel rüyanın bünyem, hayatım gerçekten istediğinde gerçek olacağını biliyorum, bekliyorum. Ama kek yapip çay demleyip kapıda misafir bekler gibi değil, en pasaklı, en umarsız olduğum gün kapı kendi kendine çalacak hissediyorum.
Pilatese ve dans derselerine başladım, aynanın karşısında kendimi dans ederken seyretmenin ne kadar keyifli ve eğlenceli olduğunu yaşıyor, aynada gördüğümle gurur duyuyorum.
Senelerdir 3 verip 2 aldığım ve ne yaparsam yapayım veremediğim 5 kilom için kararlıyım, 3 ünü verdim 2 si için yürüyorum, koşuyorum, dans ediyorum.
30 yaşımdan sonra tesadüfen kahveme şeker koymayı unuttuğum bir gün aslında kahvenin şekersiz ne kadar muhteşem bir şey olduğunu farkediyor, geride farketmediğim neler var acaba diye bir dedektif gibi araştırıyor, bulmaya çalışıyorum.
Baharın ilk güzel ayı olan mart ayında beni bekleyen 2 güzel süpriz var, neteşip sizinle paylaşabilmem için sabırsızlanıyorum.
Sardunyalarım hala renk renk çiçek açıyor, onları suluyor, şarkılar söylüyorum.

Herşey ''daha'' güzel olacak hissediyorum ve yeni tarifleri deniyorum mutfağımda. Aliyor, yıkıyor, doğruyor, karıştırıyor ve pişiriyorum, çok da güzel oluyor.

Fırında Pırasa

Malzemeler
1 kilo pırasa
3 adet patates
2 adet havuç
1/2 demet dereotu
1/2 demet maydanoz
1 çay bardağı yoğurt
1 yumurta
2 yemek kaşığı un
tuz, karabiber,
1 çay bardağı rendelenmiş beyaz peynir
çörekotu.

Yapılışı,
1-Patatesleri haşlayıp minik küpler halinde doğrayın.
2-Pırasaları ve havucu halka dilimleyip haşlayın.
3-Pırasa, patates, havuç, dereotu, maydanoz, yoğurt, yumurta, tuz, karabiber ve unu derin bir kapta karıştırın.
4-Yuvarlak bir tepsi ya da fırın kabına koyun, üzerine rendelenmiş peynir ve çörektu serpin
5-200 derece ısıtılmış fırında 50 dakika pişirin.

Devamı için tıklayın..

14.02.2011

Bahar Özlemi



Cuma akşamı kızkıza şarap içtik Yeniköy'de, saatlerce iki kadeh şarabın etrafında bıkmadan, sıkılmadan hatta sıkmadan aynı şeyleri konuşabilmenin yeniden doğuran etkisi olmasa hayatımda çok büyük bir boşluk olurdu eminim.

Süleymaniye'de kurufasulye yedim cumartesi. Bana İstanbul'da daha iyi gelen, nefes aldıran, yenileyen bir yer daha yok sanırım. Sonra akşamında iki güzel dostla balık yedik her zamanli yerimizde. Kahkaha, sohbet, lezzet hepsi bir aradaydı.

Pazar günü yürüyerek Santralistanbul'a gittim. Üç güzel dostla, ayazı delen kış güneşinde kahve içtim, fotoğraf çektim. Çok sevdiğim dostum yeni döndüğü memleket tatili Bulgaristan'dan fotoğraftaki bileklirlerden getirmiş bana. Adına Martaniçka gibi birşey deniyor, getiren bu bilekliği sana takarken bir dilek diliyor, sen de o sırada bir dilek diliyorsun. Mart ayı geldiğinde leyleği ilk gördüğün gün bu dilekleri denize atıyorsun, içinden geçirdiğin güzel düşünceler gelsin hayatına girsin, seni güzelleştirsin, beslesin umudu ile. Ve bahar. Yine tüm yenilenme, arınma, güzellşeme umutları ile birlikte geliyorsun kapımıza. Önce bilekliklerimiz, sonra cemreler, en son hıdırellez. Aklımda bu sene balkonuma envayi çeşit çiçek ekme, bir saksıda biber yetiştirip kahvaltılarda yeme, sabah güneşinde onları sulama besleme umutları var. Bütün bir sonbahar ve kışı ölümler, hastalıklar ve kötü haberlerle geçirdik, bu bahar tüm bu kötülükleri alsın götürsün yemyeşil yeni umutlar, filizler versin bize istiyorum.



Kereviz pişirdim bugün enginar niyetine. Çok az kaldı biliyorum enginarın mutfağımıza girmesine, ben bekleyemedim kerevizden yaptım enginarı. Aklımda semizotu, taze nane, kocaman patlıcanlar, kıpkırmızı domatesler, minicik cilek ve kirazlar, sulu şeftatiler var, çok az kaldı!

Zeytinyağlı kereviz

2 adet iri kereviz
1 adet orta boy soğan
1 kutu garnitür
1 çay bardağı sıcak su
zeytinyağ, tuz, dereotu

Hazırlanışı
1-Kerevizleri ayıklayıp halka halka kesin ve kararmamaları için limonlu suya koyun.
2-Bir tavada az zeytinyağında sudan çıkarıp kuruladığınız kerevizleri arkalı önlü hafifçe kızartın.
3-Bir tenzereye zeyntinyağında soğanı havurun ve kızarttığınız kerevizleri tencereye alın.
4-Üzerlerine garnitürü ekleyin, 1 çay bardağı sıcak su koyun, tuzunu da eklerip 20-25 dakika pişirin.
5-Dereotu ile servis edin.

Devamı için tıklayın..

11.02.2011

Korkularımız

Karanlıktan korktuğum bir gece, kendi kendime kitap okurken aniden elektrikler kesildi. Laptopumun şarjı bitti, telefonumun da bitti bitecek.Mum var odamda ama tuvalete gitmem gerek, aksi gibi en korktuğum şey karanlıkta yürümek. Ben korktukça elektrik gelmedi, elektrik gelmedikçe tuvalete gitmem gerekti inat ettim, açtım yanıbaşımdaki başka bir kitabın herhangi bir sayfasını. Şaka gibi bir cümle çıktı karşıma '' neyden korkuyorsanız tanrı size onu gönderir, çünkü korktuğunuz şeyle tanışıp, barışıp kendinizi geliştirmeniz gerekir'' Bu kadar korku bu kadar tesadüf olamaz dedim, benim karanlık korkumu yenmem gerekiyor demekki. Kalktım yürüdüm karanlıkta, hiçbirşey olmayacağını biliyordum elbet her korku gibi, bunu da yaşamam gerekiyormuş. O gün anladım aslında başımıza neden kötü şeyler geldiğini. İsyan etmeyi, üzülmeyi birakıp başıma gelen o kötü şeylerle tanışmaya başladım.

Çocukluğumdan beri her sene 3 ayımı geçirdiğim bahçeli evimizde her yerden çıkan muhtelif haşerelere alışığımdır aslında korkmam. Ama bir tanesi, daha çok küçük bir kızken gece yatağımdan çıkmış ve yüzümde yürümüştü. Kahverengi, çok fazla ayağı olan çok hızlı yürüyen bir böcek. Çığlık atarak annemi çağırmıştım, ama böcek hızlı bir şekilde kaçtığı için onu yakalayamadık, ve ben kaç gece geri gelecek diye o odaya giremedim, doğru dürüst uyuyamadım.

Seneler seneler sonra geçen ay yılbaşı ağacımı kaldırmak için eğildiğim bir an, yerden bilmemkaç metre yüksekte, bahçe ile alakası olmayan evimde karşıma çıktı o böcek. Ben bağırdım o kaçtı parkenin kırık bir yerine girdi saklandı. O gün eşim eve ilaçlama şirketi gönderdi, tüm eve ilaçlama yapıldığı, günlerce ilacım kalması gerektiği için terliksiz yürüyemediğimiz, yemek pişiremediğimiz yetmiyormuş gibi evin parkeleri dekaldırılıp altları ileçlandı değişti.O odadaki eşyaları oraya taşı, sonra sil süpür geri taşı, bizden kaçan böceklerin ölüleri ile karşılaş, tekrar çığlık at derken minicik bir haşereden korkmam benim tam 1 haftama maloldu. Bu koca şehrde hamamböceği, fare, karında gibi türlü zararlı varken neden o böcek gelip yerleşmişti benim evime. O an da bunu düşünmüştüm, demek o sevimsiz hayvanın bende yarattıı korkuyu yenmem lazım.


Grip sesim, enerjim, solunum yollarım ve tüm günümle birlikte duygularımı da esir aldı sanki. Tam 1 hafta gecti dün, kızmadım, öfkelenmedim, sinirlenmedim, söylenmedim hiçbirşeye, acıkmadım, susamadim ama heyecanlanmadım da, sevinmedim, mutlu olmadım, istemedim. Ve farkettim ki duygularımız ve tepkilerimiz olmadan bir hiçiz aslında. Ne zaman kızıyoruz ya da sinirleniyoruz, yaşıyoruz da aslında, aynen sevindiğimiz ve istediğimiz gibi.

Bir bitki gibiydim evde, acıkmadan 6 saatte bir sadece çorba içen, ardından ilaçlarını alan, üzerine de evde ne bitki baharat meyve varsa hepsi ile kaynatıp limon ve balla tatlandırılan bitki çayını söylene söylene bitiren.Geceleri boğaz kuruluğu ve öksürükten mlyon kez uyanana, uyumadıkça huysuzlaşan, sevimsizleşen tam bir hafta.. Geri kalan 5 saatlik dilimlerde bir dolu film izledim, düşündüm. Çok eski bir film izledim mesela ''Dün aslında bugündür'' diye. Bir havadurumu spikeri sıradan geçirdiği bir günden sonra ertesi gün yine aynı güne uyanıyor. Radyoda aynı spiker, sokakta aynı satte karşılaştığı bir dilenci, ve hemen ardından yolda gördüğü bir adam. Önce tesadüf sanıyor geçiyor, ama bir sonraki gün de aynı güne uyanınca anliyor ki durum kötü. Önceleri keyif almaya çalışıyor, tavlamak istediği bir kız var, her gün onun hakkında bir şey öğrenip ertesi gün kızın gözüne girmeye çalışıyor an an. Sonra farkediyor ki tüm günler aynı, sıradan, basit. Hayat bir sonraki güne geçemediğimizde öyle zor ki. Ben de 1 haftadır bir sonraki güne geçemedim işte. Her sabah aynı saatte demledim çayımı, aynı satte kahvemi içtim, aynı koltukta uyudum. Hava soğuk olmasına rağmen pırıl pırıl güneşli bana inat, sanki kendimi dışarı atsam iyileşecemişim gibi çıktım sinemaya gittim, hastalığımız uzatarak eve geldim. Sevmyorsun dedi bana biliyorum ama yatacaksın işte başka bir ilacı yok benim adımın dedi ben de pes ettim salı günü. Hala yatıyorum elimde mendil ve kumanda, teslim oldum artık bekliyorum terk etsin gitsin diye beni. Ve bu kadar az şeyle meşgulken beynim, ardarda bir sürü düşünce, sıkıntı ve korku çıkarıyor ortaya. Eşim işlerinin yoğunluğu sebebi ile her gece gece yarısı geliyor eve, ve ben yalnız kaldıkça düşünüyor, içimdeki gri örümceklerin ağlarını ördükçe örüyor, aşılmaz duvarlar oluşturuyorum. Bir ses lazım elimi tutacak, yaşam korkma çık yüzleş ve kurtul diyecek, ve o sesin ne olduğunu sadece hissediyorum.

Hiç bir gün kış yaşamamamıza rağmen bu sene bahar istiyor gönlüm. Sıcak değil soğuk değil serin bir salı günü mesela. Bir külah dondurma, ordan oraya koşturan insanlar, kulağımda çok sevdiğim bir albümden büyüleyen şarkılar. Şehrin kalabalığında, ama kendi içimde, kendim kadar yalnız bir gün bana iyi gelecek, öyle hissediyorum.Sevdiğim bir sardunyanın fotoğrafını çekmek, ardından yıllar sonra bende bıraktığı duyguları yazmak bana iyi gelecek.

Devamı için tıklayın..

7.02.2011

Yeni enerji kaynağım- LOYA HOME




Duyduk duymadik demeyin, senelerdir bir çoğumuzun hem uygun fiyatlı hem de kaliteli oldukları için iç ve ev giyim alışverişlerimizi yaptığımız LOYA mağazası Osmanbey Şubesi'nde LOYA HOME mağazasını açmış bulunmaktadır, tüm ev alışverişi sevenler duyrulur.

Nişantaşından Cevahir Alışveriş Merkezi'ne yürüyoruz annemle. Ve her o yolu yürüyüşümde uğradığım LOYA mağazasına uğruyorum. Bir de bakıyorum ki üst katinda Loya Home mağazasını açmışlar. Hemen hızla yukarıdaki kata çıkıyorum. Birçoğumuzun renkleri ve canlılığından dolayı tercih ettiğimiz Zara Home, English Home gibi markaların karışımı çok güzel ürünler koymuşlar. Mutfak, banyo, oturma odası yatak odası gibi yerlerin hem tekstil hem de diğer aksesuarlarını çok güzel bir dizayn ile dizmişler. Annem aşağıda beklediği için söyle bir bakıp çıkma niyetindeydim ama fiyatları görünce kilitlendim kaldım. O üründen bu ürüne saldırırken, çoktandır almaya niyetlendiğim ama beğenime göre bir tercih yapamadığım bu güzelim fincanları gördüm bir anda. Fiyatini görünce bir daha dönüp bakacağım kadar ucuz olduğunu farkettim ve hemen alıp kasaya geçtim. Kasadaki görevliye mağaza ve ürünler ilgili iltifatta bulunacakken ne diyeceğimi şaşırdım ilkten. Ürünler çok güzel fiyatlar çok uygun derken görevli ödemem gereken rakamı söyledi ikten. Yanlis hesapladınız sanırım ben 2 değil 5 adet fincan aldım dediğimde, bu ürünler kasada indirimliler dediğinde ne kadar şaşırdığımı gören görevli bana ''şaka gibi değil mi?'' diye sordu. Evet dedim kadına, ben de size iltifat ederken tam bu kelimeleri söyleyecektim ama biraz jargon geldi bana sustum, ama hakikaten şaka gibi dedim birlikte güldük:)

Eve geldiğimde küçük şeylerin beni ne kadar mutlu ettiğini farkettim. Oysa eve geldiğimde o dakkikadan şu ana kadar beni yatak döşek yatıracak sinsi gribin başlangıcını önemsememiştim. Fincanlarım ile hemen bir kahve demleyip içtim. Tüm hafta sonu gribimin mutsuzluğunu çay, kahve ve bitki çayı keyfime eşlik ederek giderdiler. Böyle sarılıp uyuyasım geldi o kadar sevdim.

Mağaza meğer 6 ay evvel açılmış, diğer şubelerde de açsalar bütün kızlar çok sevineceğiz sanirim. Şimdiki hedefim diğer mağazalarda çok pahallı olduğu için almadığım patcwork yatak örtüsü, fiyati o kadar uygun ki, iki tane bile alabilirim.

Hepinize yolunuz düştüğünde uğramanızı tavsiye ederim. Bu mağazanın güzel ürünleri sizleri de en az benim kadar mutlu edecek eminim.

Herkese mutlu, güneşli, huzurlu haftalar dilerim.

Devamı için tıklayın..

3.02.2011

Sağlıklı Keyif Keki


Televizyonda sabahtan akşama kadar yayın yapilan Mısır'daki isyan, dün Defne Joy Foster'in vefatı, bugünde Ankaradaki patlama. Çok gergin, sıkıntılı ve zor günler yaşıyoruz. Gözlemliyorum ki kimsenin bloguna neşeli, güzel şeyler yazası yok zaten herkes gün boyu süren haberlerden bunlamış, sıkılmış durumda. Her ne yaşıyor isek yaşayalım malesef ki devam eden bir hayatımız var. Zaman bizim yönetemeyeceğimiz bir kavram gibi gorunse de, o zamanı doldurduğumuz şeylerle bağlantılı olarak aslında elimizde tuttuğumuz bir şey. Bu yüzden hergün yaşadığımız günü güzel geçirebilmek için çaba sarfetmeli, gayret etmeliyiz. Güzel şeyler konuşmalı, iyi şeyler yapmalı, silkinmeli aynaya bakmalıyız. Canımız istemese de giyinmeli, gözümüze bir kalem sürmeli sokağa atmalıyız kendimizi. Yoksa gün boyu pijamalarımızda battaniye altında kalıp bir günümüzü daha çöpe atarız farkında bile olmadan.

Tum bunları düşünerek bir sürü yemek yaptım bugün. En güzeli de bu çikolatalı kekti. Çünkü bugünlerde keyfimi yerine getirebilecek teş şeyin sıcak bir kahve eşliğinde bir dilim çikolatalı birşeyler olduğunu hissediyordum. Umarım size de iyi gelir, ağzınıza olduğu kadar ruhunuza da tad verir.



Kimilerimiz diyet yapmak ya da sağlıklı beslenmek için sağlıklı malzemeler kullanıyor mutfağında. Esmer şeker ya da tatlandırıcı, pekmezle yapılan kurabiyeler, kepekli undan tatlılar, az yağlı yemekler hepimizin başvurduğu yöntemler. Kimileri ise bunları hiç kullanmıyor, damak tadından ödün vermeden, gerçek lezzeti ile yaparim az porsiyon tüketirim diyor. Tercihiniz her ne olursa olsun bu kek hem damak tadından ödün vermeyeceklerin aradigi tatta, hem de sağlıklı beslenmek için malzemelere değer verenlerin tercihinde bir kek. Yağı zeytinyağ, unu tam buğday unu, sütü yağsız süt, şekeri yarı pekmez yarı esmer şeker, çikolatasi %90 kakao oranlı çikolata. Söyle diyebilirim ki ben hayatimda bu kadar lezzetli bir kek yemedim. Kekin her türlüsünü çok severim, en çok pişirdiğim havuçlu pekmezli cevizli kektir. Çikolatalı bir keki bu şekilde hafifletmek hiç aklıma gelmemişti, fakat o kadar güzel yumuşak ve lezzetli ki, bizim evde haftada 1 kez yapılacak gibi duruyor.

Malzemeler
3 adet yumurta
1 çay bardağı pekmez+ 1/2 su bardağı esmer şeker
1/2 su bardağı zeytinyağ
1/2 su bardağı+1 çay bardağı light süt (üzeri için)
1/2 paket %90 kakao oranlı bitter çikolata
1,5 su bardağı tam buğday unu
4 yemek kaşığı kakao
1 paket kabartma tozu

Hazırlanışı.
1-Yumurta, pekmez ve şekeri iyice çırpın.
2-1/2 su bardağı süt ve 1/2 su bardağı zeytinyağını da ekleyip çırpın.
3-Çikolatayı benmaride eritip ekleyin ve yine çırpın.
4-En son kuru malzemeler olan un, kakao ve kabartma tozunu da birlikte ekleyip karıştırın.
5-175 derecelik soğuk fırına verin, 50 dakika pişirin.
6-Fırından çıkmış sıcak keke 1 çay bardağı süt dökün ve ılıtıp servis edin.

Devamı için tıklayın..

1.02.2011

Lüsyen ve Mantar Çorbası

Sakin, sessiz, karmaşasız bir gün.. Evde olmak, iki küçük kar tanesinin düşeceğini beklemek elimde fotoğraf makinesi ile, ve mutfağımda pişen güzel yemeklerin kokusu ile bir yudum kahve, iki satır öykü.. Bugün güzel aydınlık ve renkli bir gün tüm soğuğu ısıtan, hatta içimi ısıtan. hiç adetim değildir çok satan kitaplar listesinden kitap alıp okumak, ama kitabın arkasını okuyunca dayanamadım aldım. Ne yalın bir anlatim, ne sürükleyici bir öykü, 60 yaşındaki Abdülhak Hamit Bey'in, ömrünün sonbaharında 18 lik Lüsyene ilk görüşte aşkı. Daha ilk sayfalarında Orson Welles'in ''i now what is this to be young'' şarkısı aklma geldi. Ben genç olmanın ne demek olduğunu biliyorum, fakat sen yaşlı olmanın ne olduğunu bilmiyorsun... 1912 senesi Brüksel-Londra arası Avrupa kokusu, ve o titiz, özenli, şık günler geceler... Bu kalın kitap bana epey bir zaman hayal kurdaracağa benziyor.
















Mantar almıştım marketten, fırında yapmak için, ama sabah havada kar görünce çorba pişiresim geldi. Sıcak, koyu ve lezzetli mantar çorbası bu soğuk kış gününü ısıtacağa benziyor.



















Malzemeler

300 gr mantar
1 litre su
1/2 çay bardağı zeytinyap
3 yemek kaşığı un
1 su bardağı süt
tuz karabiber

Hazırlanışı
1-Mantarları ince dilimleyip 1 litre suda haşlayın.
2-Başka bir tencerede yağ ile unu kavurun, kavrulan una mantarları ekleyin ve karıştırın. Arsından blendardan geçirin.
3-1 bardak süti tuz ve karabiberi de ekleyerek bir iki dakika kaynatın


Devamı için tıklayın..

31.01.2011

Salıncak

Şimdilerde Yeniköy'de bir parkta ikamet eden, tekerlekleri kimbilir kaç senedir dönmemiş güzel salıncak. Ne zamandir gelip gidip fotoğrafını çekmek istiyordum senin. Eskici dükkanlarında yıllardır sahibini bekleyen ama ilgi çekmeyen ürünlerin şimdilerde moda olduğu gibi senin de modan gelecek mi yeniden İstanbul'a? Yeniden göyüzüne çıkarırcasına döndürecekmisin bizi kollarında? Oysa biz çoktandır bayram harçlıklarımızı hazırladık seni bekliyoruz bak, sıraya bile girdik bağırış çağırış. Sahi yoksa sen bizim evin önüne kadar gelen salıncak mısın? Eğer öyle ise seninle eskileri yad edecek ne çok şeyimiz var. Bana biraz beni anlatsan salıncak, zorlasam da tıkanıp kaldığım düğümleri açsan da anlatsan neler yaptık seneler seneler evvel seninle? Kapı kapı gezsen, kollarına sarıdığın bütün çocukları bulsan da anlatsan ne güzel olurdu be salıncak! Bayramlıklarımızı, pembe çantalarımızı anlatsan bize, kimlerin harçlık verdiğini, kimlerince mendil verip çocuk aklımızı üzdüğünü hatırlatsan bize. Sonra evin az aşağısında koca bir lünepark vardı ya hani şimdilerde kocaman bir market olan, çok üzüldü mü onu yıktıkları zaman? Sahi bir de pamuk helvacı olurdu ya yanında sana rakip. Azıcık paramızla helva yesek sana kavuşamazdık, sana kavuşşak helva diye ağlardık ya...

Taksimde kar atıştırdı bugün yürürken minik minik, eskicileri gezdim eski eski kokularla, çocuk olasım geldi
Devamı için tıklayın..

26.01.2011

Kış akşamları ve Wallking Dead


Geçen yıllarda daha güzel diziler mi vardı bilinmez, her akşam eve gelmeyi iple çekerdik. Yemeğimizi yer, televizyonun basina kurulur başlardık arka arkaya izlemeye… Lost, Prison Break, 24, Nip Tuck, Supernational, Friends, My Wife And Kids, hem yurtdisinda hangi gün yayınlandıklarını takip edip yayınlanır yayınlanmaz seyreder, hem de birikenler arasında hangisini izleyeceğimize şaşırırdık. Bu sene de kış olunca bir müddet dizi aradık ne izleyeceğiz diye. Pazar akşamları Nip Tuck’ın son sezonu ile hemen arkasından Six Feet Under izlemeye başladık. Ama dizilere alışan hafta içi akşamlarımız bir türlü dolmuyordu. Ta ki bu pazar CNBC-e de başlayan Wallking Dead’i yakalayana kadar.

28 gun sonra ve 28 hafta sonra ile başlayan, Will Smith’in ‘’I am Lagent’’I ile devam eden ve benim hayatta en büyük korkumu farketmeme yol açan olayın bir de dizisini yapmışlar. 28 gün sonra filminde bir adam bir hastane odasında uyanıyor, tüm şehir yerle bir ve şehre bir virus yayılmış, tüm insanlar yaşayan bir ölüye dönüşmüşler. Bu ölülerin beslenebildiği tek kaynak ise bir canlı! Yani şehirde her an bir yaşayan ölü ile ısırılma ve onlara dönüşme korkusu ile birlikte yaşıyor ve onlardan kaçıyorsunuz. 28 hafta sonra ise bu filmin devamı, yani virüsten 28 hafta sonra tüm dünyada olanları konu aliyor. I am lagent ise bir başka versiyonu, bunda ise zombiler sadece geceleri ayaktalar ve Will Smith sadece gündüzleri dışarıda yemek, güvenlik ve temel ihtiyaçlarını arayıp, hava karardığı anda evine dönüp korku içinde yaşıyor. Ve elbette her versiyonda da hayatta kalanlar dünyanın her yerinde diğer hayatta kalanlar ile bir bağlantı kurmaya çalışıyorlar.




Sadece zombiler değil, dünyada bir gün hayatın kalmadığı, ama benim yalnız başıma uyandığım fikri çokça geceler rüyama bile girmiştir. Hayatta yalnızlıktan başka büyük korkusu olan var mı bilmiyorum, ama benim gerçekten yüzleşmem ve yaşamam gereken bir konu olduğunu biliyorum. Bana kalsa hem dizide hem de filmed hiç çaba sarfetmeden gidip bir zombiye kendimi ısıttırır kurtulurdum yalnızlıktan. Hani yalnız kalacağıma öleyim daha iyi…

Wallking Dead ise bunun diziye dönmüş bir hali. Bir polis memuru vuruluyor ve yoğun bakıma giriyor, uyandığında ise tüm dünya zombilerle dolmuş. Daha ilk bölümünde bizim evden tam not aldı, ve biz pazar gecelerini bekleyemeden dizinin diğer bölümlerini de hemen edindik. Dizi şu an birinci sezonu bitimiş ve ikinci sezon için 13 bölümlük bir anlaşma yapıp çekimlere başlamış durumda. Dileyenler için her pazar saat 23:00 de CNBC-e de, dileyenler için tüm bölümleri DVD’cide. Kış akşamlarınızı sürükleyici bir dizi ile geçirmek isteyenler için biçilmiş kaftan.

Devamı için tıklayın..

23.01.2011

Dostlarımız kendi seçtiğimiz kardeşlerimizdir


Pazar sabahı.. Kahvaltıdan hemen sonra bir gece onceki yorgunlugu üzerimden atabilecek tek şey olan kahvemi pişirmek istiyorum kahvaltıdan hemen sonra, bakıyorum ki kahve bitmiş, saysan iki kırıntı var kavanozda. Kolay değil bir gece önce tam oniki kişiydik bizim evimizde, bir telefonumuzla evimize gelen, zamansızlıktan dışarıdan söylediğimiz yemeği bizimle seve seve paylaşan, bir kısmı Ocak ayına inat yumuşacık bir gecede balkonda, bir kısmı mutfakta sigara içen, bir kısmı salonda bir minik kızla oyunlar oynayan… Tamam diyorum ben bir türk kahvesi yapayım o zaman ve bakır cezvemde ağır ağır pişerken şekersiz türk kahvem başlıyorum düşünmeye…

Dostları olmalı insanın hayatta, her neredeyseler bile sen çağırdığında seninle vakit geirmeyi isteyip bir telefonunla sana gelebilecek kadar yakın..Yoksa hayatta başka ne mutlu edeiblir ki seni? Şarap dolabında yeni aldığın şarapları açıp açıp kendin içeceksen ne tadı var o şarabın?

Bir makarna reklamıydı sanırım televizyonda ‘’dostlarımız kendi seçtiğimiz kardeşlerimizdir’’ diyordu üzerine basa basa. Herşeyden öte bir kızkardeşi olmalı insanın bir tane olsa bile yeter ya Allah’ın bize verdiği ya da bizim kendi seçtiğimiz. İstanbul’un bitmek tükenmek bilmeyen o en cehennem trafik saatinde seni çağırdığında düşünmeden yola çıktığın bir kızkardeşin yetmemeli sana. Evine yakin bir ev bakmalısın ona akşamüzeri sıcacık bir mercimek çorbasını bir sefertasına koyup terliklerinde ve üzerinde incecik bir şalınla kapısını çalamıyor olmak rahatsız etmeli seni. Ve sırf bu hayalini gerçekleştirmek için bıkmadan yorulmadan emlakçı emlakçı, ev ev gezmelisin onun için. Evin ne kadar dağınık, pis bile olsa onun sohbeti için bir telefon edebilmeli, kapında gördüğün zaman sarılıp ‘’iyiki varsın’’ diyebilmelisin. Ya da çok moralin bozuk, modun düşük diyelim, yarım saat bir kahve içsen eve kahkahalarla dönmeni sağlayacak, moralin çok yerindeyken onun söylediği bir üzücü haberde derdini dert edinebilmelisin isteye isteye..

Gezdik tozduk, zamansız anlar, hesapsız günler yaşadık hayatlarımızda. Ama artık bugünden sonra çocuklarımızın ömür boyu ‘’teyze’’ diyeceği dostlar edinmeli, varsa da kıymetini bilmeliyiz. Yıllar geçtiğinde, paslı birer teneke kutuya dönüştüğünde ruhlarımız, herkes uzaktan bize imrenerek bakmalı, bizim yerimizde olmak için çaba sarfetmek istemeli gün be gün. Eski, paslı, yıpranmış da olsak, aynı bu fotoğraftaki gibi yakışıklı çıkmalıyız karelerde, çocuklarımızı dostluğumuza özendirmeli, onları kendilerine getirmeliyiz, aynı akşamki misafirlerimiz gibi.



Yarın yepyeni bir hafta, erken kalkmak lazım. Tam sabah kahvesine geçtiğimizde ofisteysek toplanti odasına gitmeli, evdeysek güzel bir müzik açıp kızkardeşlerimizi aramalıyız, yalnız olmamak, ve yalnız olmadıklarını kulaklarına fısıldayabilmek için.


Devamı için tıklayın..

21.01.2011

Ayranlı Tarhana Çorbası

Kar olmadan kış olur mu hiç, soğuk olmadan ısınmanın keyfini çıkarabilir miyiz?

Geçen ayki Avrupa tatilimizde bir kez Almanya'da otobanda bir kez de Paris havaalanında bizi sabaha kadar mahsur edecek kadar çok kar vardı. Hayatımda hiç hissetmediğim kadar soğuk, bugüne kadar görmediğim kalınlıkta karlar vardı. Ama çocukluğumuzda İstanbul'da yağan kara o kadar hasrettim ki yetmedi bile bana. Oradayken hep İstanbul'a salonumun hemen önündeki çam ağacına karlar yağsa da evimde sıcak çorbamı içsem diye hayaller kurdum. Şimdi meteoroloj uyarı yaptı önümüzdeki hafta İstanbul'da kar var diye. İstanbul'un karı anneannemin tabiri ile kedi karıdır, yağar ama tutmaz, tutsa da hemen erir, ama en azından camın önünde kar yağışını seyretmek beni çok ama çok mutlu edecek.

Sevgili Açalya'nın Facebookda actigi ''Hergun bir ev yemeği menüsü'' isimli sayfasi var. Bu sayfada üye olan herkes o gün evde kendi malzemeleri ile pişirdiği yemeklerini yazıyorlar. Böylece hergun bugun acaba ne pişirsem derdinden kurtuluyorsunz. Ben her sabah muhakkak bir kez ziyaret ediyorum, boylece hem yeni tarifler öğreniyor hem de değişik menüler oluşturabiliyorum.



Bu çorbanın tarifi de bu sayfada, Açalya'nın yapip tarifini yayınladığı bir çorba. Açalya tarhanayı ayran ile islatmış, ne kadar değişik bir fikir. Bazen anne tariflerine değişiklik katmayı hiç düşünmüyoruz. Zaten annemin evinde tarhana hep birşeyler katilarak içilirdi, ekşimik, süt, yoğurt... Ama pişirmeden evvel su yerine ayranla ıslatmak tarhanaya çok ama çok güzel bir aroma katti.

İnşallah güzelce kar yağar İstanbula, işe gidenleri trafikte zorlamayacak, evde kalanların da keyfine keyif katacak cinsten. Birer ayranlı tarhana pişirir içine köy ekmeği doğararız, önce tarhanamızı sıcak sıcak içer sonra dizlerimizde bir battaniye ile başlarız lapa lapa yağan karı seyretmeye..

Ayranlı tarhana
1 su bardağı ayran
1 su bardağı su
3 yemek kaşığı tarhana
1 adet küçük soğan
1 yemek kaşığı salça
2 yemek kaşığı zeytinyağ
2 su bardağı su
50 gr kıyma, tuz, karabiber

Hazırlanışı
1-İlk önce kıymayı tuz ve karabiber ile yoğurup nohut büyüklüğünde toplar elde edin.
2-Tarhanayı 1 su bardağı su, 1 su bardağı su karışımında karıştırarak eritin.
3-Zeytinyağında rendelenmiş soğanları kavrun, salçayı da ekleyip karıştırın ve 2 su bardağı su ile sulandırın.
4-Tarhanayı karıştırarak ekleyin, içine köfteleri de koyup 20 dakika kaynatın.

Devamı için tıklayın..

20.01.2011

Et sevmeyenleri kandırmak için patatesli ıspanaklı fırın köfte

Bu tarif annem tarafından et sevmeyen ama vejeteryan olmayan birine et yedirme taktiklerinden sadece biridir. Kendisinin et yemediğim için yalvar yakar beni götürdüğü bir diyetisyenin bana göre manasız, ama et severlere göre oldukça yerinde olan uzun süreli bir konferansının sonucunda haftada 2 aksam kurubaklagil, 2 akşam balık, 2 akşam dolma ve 1 akşam tonbalığı yemeye mahkum edilmiş durumdayim. Zira annem her sabah telefon açıp bu akşama ne pişiriyordun diye sormakta, beni çeşitli halk hurafeleri ile tehdit etmekte, zorlandığı zamanlarda da duygu sömürüsü yapmaktadir.Hayatını roka, peynir ve domatesle geçirebilecek biri için bu duruma alışmak çok güç tabi ama anne hatridir, bilimsel gerçeklerdir deyip kendimi zorlamaktayim.

Et severler okumasın- topraktan bitme otlar, sebzeler, meyveler kendi halinde dururlarken, bir zamanlar kırlarda bayırlarda hoplayıp zıplayan mutlu mesut yaşayan bir hayvanın yaşamına kurubaklagil dururken protein almak, pekmez dururken demir almak ya da sadece üzerine kekik ekleyip ekmek banmak fantezileri ile son veren bir sektörün ürünü olan kıymanın, yediğiniz zaman et kokmayan, lezzeti bana göre ''et kokmayan ama hayatımda olmasa da olur'' olan fırında pişmiş köftesidir bu fotoğraf.



Et sevmeyen ama yemek zorunda olanlara yegane kurtarici önerimdir. Beş gün gizli gizli marul yiyerek mutlu olabilir, bir gün balık yiyerek vicdanınızı rahatlatabilir, geri kalan yedinci gün de bu içinde ıspanak olduğu için sizi mutlu edecek köfte ile büyükleri ve doktorları memnun edeiblirsiniz.

Hepinize sağlıklı günler

Ispanak patates püreli fırın köfte

köftesi için

350 gr kıyma
1 adet kuru soğan
1 adet yumurta
1/4 bayat ekmek
tuz, karabiber, kimyon
1/2 demet maydanoz

püresi için

2 adet patates
1/2 kg ince kıyılmış ıspanak
1 yemek kaşığı tereyağ
1 çay bardağı süt
tuz, karabiber

Hazırlanışı
1-Köfte için tüm malzemeleri yoğurun ve köfteleri mandalina büyüklüğünde toplar yapip ortalarını hafifçe bastırarak tepsiye disin, 200 derecede 30 dakika pişirin.
2-Püre için patatesi haşlayın, süt ve tereyağ ekleyip karıştırırken, doğranmış ıspanakları da ekleyerek pişirin.
3-Köfteleri fırından çıkarıp üzerlerine patatesleri ekleyip tekrar fırına verin
4- 20 dakika daha pişirin servis edin.

Devamı için tıklayın..