31.08.2008

Denge

‘’Günlerce hatta haftalarca beklediğimiz ‘’yaz’’ın son günü bugun’’ diye başlayan kaçıncı yazım, kaçıncı düşüncem bu bilinmez. Ama yazın, en sevdiğim mevsimin, sonbaharın ilk gününe doğru aldığı bu ağır adımları izlemenin verdiği keyif bu sene bir başkaydı sanki. Hem bu sene ramazan dolayısı ile yaz erken de bitti ya, sanki yaz orda öylece duruyormuş da ben ara vermişim ve tekrar ona geri dönecekmişim gibi bitirdim bugun yazı.

Yazın bitişini simgelediği için en sevmediğim meyve ünvanını seneler önce alan incirler masamızın yanına teker teker döküldükçe ben daha bir alıştım sanki sonbahara. Bir de asmalardaki kara üzümlerin herbiri mevsime büründükçe tamam dedim işte yaz bugun bitti galiba. Uzun uzun yüzdüm, hatta kumların üzerinde yatıp bronzlaştım bile ama güneş erken batınca, bir de akşamüzeri serini tenimi üşütünce ben de sıcaklara göçen leylekler gibi topladım tasımı tarağımı döndüm evime...


Hala beni okuyan, ya da birşeyler yazdım mi diye beni ziyarete gelenler var mı bilmiyorum, ama ben bugün yine paylaşmak istiyor, yazmak ve hepinize ulaşıp içimi anlatmak istiyorum yeniden.


Devamı için tıklayın..

8.08.2008

Avare Gönlüm

Çok şey oluyor arada, ama bir türlü toparlayamıyorum anlatabilecek kadar. Yaz olunca böyleyim ben zaten hep, 4 gün burada 3 gün diğer yarımda. Böyle olunca günler haftalar nasil geçiyor anlamiyorum, bir bakıyorum Pazartesi bir bakıyorum hoop Cuma olmuş yine yazlıktayım. Uzun zamandır hiç almadığım kadar keyif aldığım geçtiğimiz hafta sonu yazlığı anlatacakken size, bu sabah bir kalktim ki ruhum gönüm avare. Saatlerce yüzdüğüm, balık tutup eğlendiğim, sokaklarında bol bol nefes aldığım yerden uzaklaşıp bir kuş misali 2 hafta evvelki tatilimize gitmişim, Alaçatı sokaklarını dolaşıyorum! Ruhumuzu da aynen bu fotoğraftaki gibi boyumuzu uzattığı kadar uzatan, esneten ve rahatlatan bu sokaklarda olduğumu, buz gibi bir Mojito ile serinleyip sevgilimin gülen gözlerine baktığım anlardayım sabahtan beri. Az evvel birdağıma kahve koyup içine su eklemeden masama gelmişim gerisini siz hesap edin...
Devamı için tıklayın..

2.07.2008

Beni bu sıcak havalar mahvetti...

Bu kabaklı börekden de sıkıldık dedğinizi duyar gibiyim. Ben de çok sıkıldım ama elimden birşey gelmiyor ki... Sıcaklı geldi geleli cacık ve karpuz ile beslenen bedenim birşey arzulamıyor ki mutağa gireyim. Sürekli bulantı, sürekli isteksizlik. Böyle olunca da ne özel şeyler pişirebiliyor ne de fotoğraflayabiliyorum. Yaşamak işin mutfağa giriyorum o kadar. Onda da en güzel menü yengemin çocukken çok sevdiğimiz için sürekli yaptığı kırmızı pilav (domatesli pilav), karpuz, beyaz peynir, yoğurt hadi bazen de patlıcan kabak fasülye..

Zaten yıllar geçtikçe huylarım da bir bir değişiyor sanki... 3 yıldır kullanmadığım dolabımın sebiline hiç soğuk su içemeyen ben bu yaz her akşam su eklerken buluyorum kendimi. Daha çok yüzerken, daha az içerken, daha az endişelenenir ve daha çok gülerken...Tamam yazlar daha sıcak geçiyor ama yaz gibi ben de geçiyorum sanki ne dersiniz? Doktorum sakın 30 undan sonra gelme bana doğurmak için diyor bana hiç takmayayım onu değil mi? Zaten geçen hafta eşimin ikiz doğuran kuzenini görmeye gittiğimizde onu gördüğüm ilk an ‘’biz buraya bebek gormeye gelmedik mi bu kız doğurmaış ki ayol’’ dedim. Allahtan kendi kendime demişim meğer ikizler doğmuş da kızın karnı öyle kalmış. Yok dedim saati saatine yediklerine dikkat eden, bir dilim çikolata yediği zaman 3 gün salata ile beslenen benim anne olmama daha çok var, henüz çıkamadığım bunalımlarıma bir de beden bunalımı ekleyemem..


Devamı için tıklayın..

21.05.2008

Tatil

Çok uzun zamandır ilk defa kendimizle başbaşa vakit geçirebildik.. Her hafta sonu ya eşimin ya benim çıkan ekstra iş programlarımız, anneleri ziyaret etme vakitleri, evde yapılması gereken işler gibi hafta tatillerimizi bölen unsurları bu sefer uzaklaştırmak için çok çaba sarfettik. Ve başardık!

İlk gün altı saat kadar ‘’gelinin en yakın arkadaşı’’ kıyafeti arayıp bulduktan sonra arkadaşlarımızla yediğmiz akşam yemeği ve keyifli espessonun ardından yorulmuş ama yüzümde huzurlu bir gülümseme ile kanepeye uzandığımda kendimi gerçekten arınmış hissediyordum. Sabahın erken saatlerini kalabalıklar ardında garip bir sakinlik bulduğum Eminönü’nde annemle türk kahvesi içerek geçirmemin de bu arınmaya etkisi olduğu apaçık ortada. Yine de altı saatten sonra kazanılan zafer de mutluluğuma mutluluk katmadı değil.

İkinci gün temiz bir uyku, sabah akşamdan kurulmuş ekmek makinesinin pişirdiği sıcacık ekmeğin maya kokusu ile uyanma, taze bir duşun ardından, demi çay, peynir, zeytin, domates ve ekmekle yaptığımız kahvaltıyı sahilde tamamladık. Tanrım anlatırken bile kendimi dinleniyor hissediyorum! Bu kadar yoğun çalışma temposuna deniz, aydınlık hava, insan ve spor ayakkabı aynı kareye girince insan altın bulmuş falan gibi çıldırırcasına seviniyor. Yürüsem mi, kahve mi içsem, yoksa bir banka uzanıp yanaklarımı pembeleştiren güneşe bende mi göz kırpsam diye düşünürken kendimizi bir telefonla Ulus Parkı’nın eşsiz manzarası ile başbaşa bulduk. Mmmm bu manzarada espresso hakikaten iyiymiş!

Derken yıllar önce gidip sessizliği ve limon ağaçlarının kokusu eşliğinde dinlendiğim ‘’Limonlu Bahçe’ye’’ bu sefer sahipleri ile birlikte gidip yemek yemek, zaten bana aitmiş gibi hissettiğim bu şirin ortamı daha da ‘’benden’’ gibi hissettirdi. Yemeğe eklenen Çanakkale’deki kiraz ağaçları, çok sevdiğim, burnumda tütecek kadar özlediğim birini andıran o huzurlu yüz, az sonra hamakta uyku ile son bulacakmış gibi ‘’anne’’ kokan bir sohbet, Tanrım tatil ne güzel birşey! Zaman geçiyor ama gün bitmiyor bu bir mucizemi derken bir bardak içki için mola. Gece oluyor gün bitiyor ama dostluk bitmiyor insan sevdiğinde. Eğer masanda ikram edecek bir bardak içkin varsa, sevdiklerin ve sohbeti sabahlara kadar sürsün istiyorsun.


Kocamla elele gecenin bir körü hanımeli kokan sokaktaki evimizde, birbirimizin omzundayız. Bu anlar sabaha kadar bitmesin istiyorum. Dalga sesi, bu kocaman adam ve içki hiç bitmesin hep yanyana olsun olur mu?


Tatil yazmakla biter mi, son gün benim günüm diyorum. Erken saatte denize tuzu kaar yakın bir menemen, tost, çay ve yine bu güzel adam... Azıcık yürüyüp bir bankta adamın kucağına uzanıyorum. Denizden geçen teknelerin sesi benimle ya kendimi ister Çeşme’de ister Cannes’da hissedemez miyim? Hayal benim değil mi?


Çok uzun zaman olmuş mutfağa girip kendimi kaybetmeyeli diyorum doğru alışverişe. Evde kalınan bir günü ‘’tatil’’ yapan tek şey börektir diyorum ve dolapta onlarla ilgilenmemi usul usul bekleyen kabakları bu enfes yaz böreğine dönüştürüyorum.Kabak kokuyor, yaz kokuyor bu börek!


Ardından bir uyku çekiyorum ki uyandığımda havanın hala aydılık olmasının verdiği tadı hiçbirşeye değişemem. Yemek yemiş, çay içmiş,üzerine akşamüstü uyku çekmişim ve uyandığımda hava hala aydınlık! İşte tatil!


Şimdiden 5 yıldır yapamadığımız yaz tatilimizin adını, tarihini ve sözünü netleştirdik bile! Yıllardır su gibi gerçekleşmesini beklediğim tatil için şimdiden gün saymaya başladım. Üç gün böyle geçerse on gün için ne kadar beklesem az!


Malzemeler;

3 adet yufka

3 adet kabak

1çay bardağı yoğurt

1 çay bardağı sıvıyağ

1 su bardağı zeytinyağ

4 adet yumurta

200 gr. Beyazpeynir

Yarım demet dereotu

Taze çekilmiş karabiber, tuz


Hazırlanışı;


1-Fırın ısınızı 180 dereceye getirip 23 cm.yuvarlak kalıbınızı yağlayın
2-Böreğin iç harcı için kabakları rendeleyip yoğurt, 2 adet yumurta, dereotu, beyazpeynir ve tuz ile iyice karıştırın.

3-İlk yufkayı kalıba serip ikinci yufkayı parça parça kopararak içine koyun.

4-Üzerine harcı ekleyin.

5-Üçüncü yufkayı serip taşan kısımları içine katlayın.

6-Süt, sıvıyağ ve 2 yumurtayı bir kapta çırpın.

7-Böreğin üzerine bir bıçak yardımı ile aralıklı delikler açın.

8-Harcı tamamen böreğe yedirip fırına verin ve üzeri kızarıncaya kadar pişirin.


Devamı için tıklayın..