
İlk gün altı saat kadar ‘’gelinin en yakın arkadaşı’’ kıyafeti arayıp bulduktan sonra arkadaşlarımızla yediğmiz akşam yemeği ve keyifli espessonun ardından yorulmuş ama yüzümde huzurlu bir gülümseme ile kanepeye uzandığımda kendimi gerçekten arınmış hissediyordum. Sabahın erken saatlerini kalabalıklar ardında garip bir sakinlik bulduğum Eminönü’nde annemle türk kahvesi içerek geçirmemin de bu arınmaya etkisi olduğu apaçık ortada. Yine de altı saatten sonra kazanılan zafer de mutluluğuma mutluluk katmadı değil.
İkinci gün temiz bir uyku, sabah akşamdan kurulmuş ekmek makinesinin pişirdiği sıcacık ekmeğin maya kokusu ile uyanma, taze bir duşun ardından, demi çay, peynir, zeytin, domates ve ekmekle yaptığımız kahvaltıyı sahilde tamamladık. Tanrım anlatırken bile kendimi dinleniyor hissediyorum! Bu kadar yoğun çalışma temposuna deniz, aydınlık hava, insan ve spor ayakkabı aynı kareye girince insan altın bulmuş falan gibi çıldırırcasına seviniyor. Yürüsem mi, kahve mi içsem, yoksa bir banka uzanıp yanaklarımı pembeleştiren güneşe bende mi göz kırpsam diye düşünürken kendimizi bir telefonla Ulus Parkı’nın eşsiz manzarası ile başbaşa bulduk. Mmmm bu manzarada espresso hakikaten iyiymiş!
Derken yıllar önce gidip sessizliği ve limon ağaçlarının kokusu eşliğinde dinlendiğim ‘’Limonlu Bahçe’ye’’ bu sefer sahipleri ile birlikte gidip yemek yemek, zaten bana aitmiş gibi hissettiğim bu şirin ortamı daha da ‘’benden’’ gibi hissettirdi. Yemeğe eklenen Çanakkale’deki kiraz ağaçları, çok sevdiğim, burnumda tütecek kadar özlediğim birini andıran o huzurlu yüz, az sonra hamakta uyku ile son bulacakmış gibi ‘’anne’’ kokan bir sohbet, Tanrım tatil ne güzel birşey! Zaman geçiyor ama gün bitmiyor bu bir mucizemi derken bir bardak içki için mola. Gece oluyor gün bitiyor ama dostluk bitmiyor insan sevdiğinde. Eğer masanda ikram edecek bir bardak içkin varsa, sevdiklerin ve sohbeti sabahlara kadar sürsün istiyorsun.
Kocamla elele gecenin bir körü hanımeli kokan sokaktaki evimizde, birbirimizin omzundayız. Bu anlar sabaha kadar bitmesin istiyorum. Dalga sesi, bu kocaman adam ve içki hiç bitmesin hep yanyana olsun olur mu?
Tatil yazmakla biter mi, son gün benim günüm diyorum. Erken saatte denize tuzu kaar yakın bir menemen, tost, çay ve yine bu güzel adam... Azıcık yürüyüp bir bankta adamın kucağına uzanıyorum. Denizden geçen teknelerin sesi benimle ya kendimi ister Çeşme’de ister Cannes’da hissedemez miyim? Hayal benim değil mi?
Çok uzun zaman olmuş mutfağa girip kendimi kaybetmeyeli diyorum doğru alışverişe. Evde kalınan bir günü ‘’tatil’’ yapan tek şey börektir diyorum ve dolapta onlarla ilgilenmemi usul usul bekleyen kabakları bu enfes yaz böreğine dönüştürüyorum.Kabak kokuyor, yaz kokuyor bu börek!
Ardından bir uyku çekiyorum ki uyandığımda havanın hala aydılık olmasının verdiği tadı hiçbirşeye değişemem. Yemek yemiş, çay içmiş,üzerine akşamüstü uyku çekmişim ve uyandığımda hava hala aydınlık! İşte tatil!
Şimdiden 5 yıldır yapamadığımız yaz tatilimizin adını, tarihini ve sözünü netleştirdik bile! Yıllardır su gibi gerçekleşmesini beklediğim tatil için şimdiden gün saymaya başladım. Üç gün böyle geçerse on gün için ne kadar beklesem az!
Malzemeler;
3 adet yufka
3 adet kabak
1çay bardağı yoğurt
1 çay bardağı sıvıyağ
1 su bardağı zeytinyağ
4 adet yumurta
200 gr. Beyazpeynir
Yarım demet dereotu
Taze çekilmiş karabiber, tuz
Hazırlanışı;
1-Fırın ısınızı 180 dereceye getirip 23 cm.yuvarlak kalıbınızı yağlayın
2-Böreğin iç harcı için kabakları rendeleyip yoğurt, 2 adet yumurta, dereotu, beyazpeynir ve tuz ile iyice karıştırın.
3-İlk yufkayı kalıba serip ikinci yufkayı parça parça kopararak içine koyun.
4-Üzerine harcı ekleyin.
5-Üçüncü yufkayı serip taşan kısımları içine katlayın.
6-Süt, sıvıyağ ve 2 yumurtayı bir kapta çırpın.
7-Böreğin üzerine bir bıçak yardımı ile aralıklı delikler açın.
8-Harcı tamamen böreğe yedirip fırına verin ve üzeri kızarıncaya kadar pişirin.
Devamı için tıklayın..