22.02.2009

Kahve Keyfim


Son zamanlarda günün en keyif aldığım saatleri akşam yemeğinden sonra fotoğraftaki mocapress ile yaptığım kahveyi yudumladığım anlar benim için. Daha önceleri birçok yerde bu teknikle kahve içip beğenmeme rağmen makineyi almak bir türlü nasip olmamıştı. Ta ki bir arkadaşım bana bu Bialetti marka müzikli moka makinesini hediye edene kadar. Bu makineyi nasil daha doğru kullanırım diye araştırırken karşılaştığım bu enfes forum sitesi ile de çeşit çeşit kahveler yapar oldum evde. Tabi bu da emektar filtre kahve makinemin ve bakır cezvelerimi bir kenara itelememe sebep oldu. Çeşit çeşit aromada kahveler alıp en ince ayarda öğüttürüyorum, sonra gel keyfim gel. Hem taşma, patlama derdi de yok kahve olunca müzik çalmaya başlıyor! Yemeğin ardından kahvemi koyup çıkıyorum mutfaktan, hazır olduğu zaman süper melodisi ile cezbeden kokusu beni uyandırıyor zaten.

Bu sebeptendir ki bu aralar her kahve yanı tarifimi yeni makinemi düşünüp yapar oldum. Minik fransız ekmeklerim de bu konu ile nasibini alıp üzerine Bozcaada’dan getirdiğim nefis üzüm reçelimi sürmemle birden ekmek olduklarını unutup kahveme eşlik ediverdiler.


Aslında mutfakta bu ekmekleri pişirmemdeki amacım tamamiyle kendimde başarısız olduğum yanlarım ile barışmak uzlaşmaktı. Ne alaka diyebilirsiniz ama kendimde çözemediğim, üstüne gitsem de barışamadığım yanlarım var benim. Hadi millete inat yapiyorum anladım da kendime neden inat yaparım bilmem. Mesela neden her Mayıs-Haziran ayında süper sağlıklı beslenip haftada 2-3 gün spor yapip da yazı fit bir şekilde geçirmişken Ekimden sonra deli gibi yiyip 6-7 kilo alırım bilmiyorum. Hem de bir sefer iki sefer değil ki her sene! Tamam insan kışın elbet kilo alır da bir insan her seninin yarısı aynı kiloyu alıp verir mi? Çözemedim gitti...

Mesela şerbetli tatlılar. Hiçbirini beceremiyorum. Göz kararı da yapsam, gram gram ölçüp de yapsam olmuyor bir türlü. Ya pişerken tepside yayılıp dağılıyorlar, ya şerbeti döktükten sonra. Su şeker ve limonla yapilan bu şerbet neden olur da benim elim değdiğimde şerbet kıvamına gelmeden hep su kıvamında durur?

Mayalı hamur da bunlardan bir tanesi. Yaş maya kuru maya farketmiyor benim için. Okumadigim site, blog, kitap kalmadı bu konu ile ilgili. La Pain’den tanesine 10 TL verip bayıla bayıla yediğim ekşi mayalı ekmeği evde yapmak için kaç kez her gün aynı saatde kalkıp maya üretmeye çalıştım sayısını bile hatılamıyorum. Bütüm pozitif enerjimi mayaya verebilmek için şarkılar bile söyledim başında ama ya maya köpürmedi, ya da köpürdü ama ekmeğimi kabartmadı. Gel gör ki boğa burcuyum inatçıyım vazgeçmiyorum, denemeye devam diyerek gayet akademistik olarak bir mühendis edasi ile mayaya yaklaştım bu sefer.

Bu mayanın ilik bir ortamda sıvı ile birleşmesi gerekiyordu değil mi? Neye göre ılık dedik araştırdık ki elimizi yakmayaca kadar sıcaklık ılık demekmiş. Üç ayrı kasede süt hazirladım kendime. Biri ılık, biri daha ılık, biri daha sıcak. Üçünü de yaş maya ile tahta kaşık ile karıştırdım ve üç ayrı hamur yaptım. Sonuçta yine sadece biri tuttu ve bu ekmekcikleri kabarttılar, böylece ben de nerede yanlış yaptığımı öğrenmiş oldum. Darısı şerbetli tatlı ile kilolarımın başına;

Malzemeler;
1 su bardağı ılık süt
½ paket yaş maya
1 yumurta
1 çay bardağı zeytinyağ
1 yemek kaşığı toz şeker
1 tatlı kaşığı tuz
3 su bardağı un

Hazılanışı

1-Mayayı ılık süt ile kabartıp diğer malzemeler ile karıştırıp hamur elde edin.
2-Ilık bir ortamda tercihen ısıtılıp kapatılmış fırında 15-20 dakika mayalandırın.
3-Elinizi sıvı yağ ile yağlatıp cevizden biraz büyük parçalar koparıp oal şekil verin.
4-Üzerlerine tel süzgeç ile beyaz un serpip bıçak ile artı şeklinde çizikler atın.
5-Tekrar ısıtılıp kapatılmış fırında 15 dakika mayalandırın.
6-Fırından çıkarmadan ısıyı 180 sereceye getirip 20-25 dakika pişirin.

Devamı için tıklayın..

7.02.2009

Zaman

Arabamızın tamirde olduğu sabah farkettim nasil da yazılıp çizilmiş bir hayatı sadece ‘’yaşadığımızı’’. Seneler seneler evvel son sınıfta mezun olabilmek için okula gitmemin zorunlu olduğu ortaya çıkınca direktörümle görüşüp Çarşamba günleri de OFF aldiğim zamandan beri severim çarşambaları.Haftanın ne sevimsiz başı, ne değerinden fazla anlam yüklediğimiz sonudur çünkü. Sıradan herhangi br zamanın tam ortası, yorgunluğun başı dinlenmiş olmanın da son günüdür. Çünkü hayatı anlamaya çalışırken yaşadıklarınızı düşünüp, yaşamak üzere olduklarınızı tahmin etmek, şekillendirmeye çalışmak, yönlendirmeye inat etmek ya da bunun gibi bir sürü kişisel çabanın içinde kendinizi ‘’ortada’’ gibi hissedersiniz ya, sanki bugüne kadar yaşadığınız günler saydığınızda yaşayacağınız bir o kadar daha da varmış gibi, ortasındaymış gibi... Çarşamba da öyledir işte. Kimileri için sıradan çarşafa dolanan bir gün, benim içinde hereyde olduğu gibi kendimce bir anlam yükleyip kimlikleştirmeye çalıştığım herşeyde olduğu gibi bir gün.

Dedim ya arabamızın tamirde olduğu bu çarşamba sabahı ofise gitmek için duraktan taksi çağırmıştık. Taksiyi çağırıp ayakkabılarımı giyip asansörü çağırıp aşağı inip sokak kapısını açtığımda taksi beni bekleyece kadar yakındır taksi durağı. Bu sefer indiğimde yoktu ve biz taksi beklemeye başladık. Biz beklerken koca bir geminin düdüğünden kaçan martıların önce gittikçe yaklaşan seslerini, sonra da kafamızın üzerinde uçuşlarını izledim.


Devamı için tıklayın..