30.12.2010

Huzurla, Sağlıkla..

Çocukluğumuzdan beri fotoğraflardaki gibi bir yilbaşı hayali kurduk biliyorum. Biraz kartpostallardaki, biraz da filmlerdeki gibi… Kocaman buyuk bahçeli bir evimiz olsa, etraf bembeyaz kar. Öyleki kar yağmış durmuş, biz çıkıp evimizi bahçemizi süslüyoruz rengarenk ışıklarla. Akşamüzeri oluyor, içeriden çıtır çıtır sesi gelen bir şöminenin yanında ısınıyor, ardından tekrar yağmaya başlan karı camdan dışarı bakarak izliyoruz. Müziğimiz, kocaman soframız, sevdiğimiz dostlarımız yanıbaşımızda. Yeni yılın ilk şarabını bahçedeki karların üzerinde içiyor, sevinçten soğuğu bile hissedemiyor ruhumuz…

Eminim şu an kuzey Avrupada yaşayan tüm blogcuların bloglarını süslüyordur bu fotoğraflar, bir bilseler ne kadar şanslılar… Bizde de uyarı yaptı meteoroloji yılbaşında kar var diye, ama eminim yağacak kar hani eskiden anneannenim dedigi gibi yağıp giden, hiç tutmayan ‘’kedi karlarından’’ fazlası olmayacak. Tutmasa da yağar belki, evlerimizdeysek güzel camlarımızdan, dışarıdaysak da güzelim şehrin ışıkları altında seyrederiz diye hayal kuruyorum.










Yeni yıl gelirken ne çok şey yazılıp çiziliyor hakkında.. Dilekler, istekler, beklentiler, hayaller, umutlar… Benim de var elbet birsürü dileğim isteğim yeni yıldan, ama biliyorum ki bunları yeni yil değil ancak ben getirebilirim hayatima.

Tatilden döndüğümden beri çok yoğun 2 hafta geçirdim. Önce hastalık girdi İstanbulla beraber hayatima, tedavi süreçler darken sıra geldi yılbaşı hediyelerini bir bir teslim etmeye. Her sene çok keyif aliyorum kurabiye, cupcake süslemekten ama bu sene ayri bir keyif aldim sanki hic bitmesin istedim. Yarınla beraber eski yılın son gününe uyanacağız. Hepimizin bir planı var elbet yılbaşı akşamı ile birlikte, planı olmayanların ise hayalleri, yalnızlıkları… Ben geçen sene ayri olduğum sevgilimleyim bu sene, başka da birşey istemem zaten yanımda olsun ya, nasil olursa olsun. Yeni yılın ilk günü için hayal kurup plan yaptik, sonlar değil başlangıçlar daha önemli çünkü bizim hayatımızda.





Yeni yılda en çok huzur olsun, yanında sağlık. Sonra biz bu ikisi oldukça mutluluğu yaratırız zaten yoksa huzursuz ve sağlıksız mutluluk olur mu?
Tüm sevdiklerimiz yanımızda hep gülüyor olsun.
Güzel filmler çekilsin bu sene, yazın en kıpır kıpır albümler. Mesela birileri Josephine Baker’ın hiç bilmediğimi şarkıları diye bir album çıkarsın, heyecanlanalım…
Daha çok üretelim, daha az tüketelim bu yıl. Birilerini sevindirelim, hiç tanımadığımız bir çocuğu güldürelim mesela.
Hırslar, takıntılar uzak olsun bizden. Yeni dostlar girsin hayatlarımıza, eskiler hep yerlerini korusunlar.
Özleyip ulaşamayacaklarımız huzur ve ışıklar içerisinde uyusun yattıkları yerde dualarımızla. Ölüm bizden uzak, yeni hayatlar, yeni minikler gelsin günlerimize..

Kim ne bekliyorsa o olsun hayatında, gerisi kolay zaten.

İyi seneler herkese!


Devamı için tıklayın..

26.12.2010

Muhabbet Teyze

Kahve Dünyası’nda oturmuş arkadaşımı bekliyorum. Bir sade Türk Kahvesi söylemişim, bir de yanında içeceğim puromu çıkarmışım çantamdan, çakmak istemek için garsonu kolluyorum. Derken bana seneler once yine Eminönü’nde yaşadığım Pamuk Teyze hikayesini anımsatacak bir hikaye yaşıyorum, hem de yaşadığım gerçek mi değil mi bilemeden…

İki gündür belim ağrıyor, doktora gittim ki bir yığın detay, gider gitmez başlanan bir fizik tedavi, üstelik seanstan yeni çıkmışım canım da bir yanıyor ki… Bunlara konsantre olmuşken yanıma geliverdi Muhabbet Teyze. Üzerinde yere kadar kahverengi bir palto var, başında mavi çiçekli başörtüsü, elinde de kocaman siyah bir poşedi. ‘’Masa boşsa oturabilir miyim evladim’’ dedi, tabii buyrun dedim ama o buyrun demek kolay mı. Ne çok şey duyuyor, ne çok şey okuyoruz gazetelerde. Dilenciler, hırsızlar, deliler, arkadaşlarımızın başlarına gelenler. Ben otur dedim Muhabbet Teyze’ye ama belimin ağrısı falan geçti başladım Muhabbet Teyze’nin ne yapmaya çalıştığına….

Oturur oturmaz tobasından bir anahtarlık çıkardı üzerinde pembe giyisiler olan bir kız bebek anahtarlığı. ‘’Bunu sana yılbaşı hediyesi olarak vermek istiyorum’’ dedi. Art niyetliyiz ya, içimiz ruhumuz kurumuş bizim hemen ‘’satıyormuydun bunları’’ dedim ve yüzüme bir tokat gibi çarpan cevabı duydum. ‘’Satmıyorum kızım hediye ediyorum, çünkü hediye ederek sevindirdiğim bir gönülden dua kazanıyorum hem de milyon dolarların kat katı edecek kadar’’ dedi. Teşekkür ettim hediyeyi aldim. ‘’Bir arkadaşını bekliyorsun al bunu da ona hediye et, ikinizin de böyle melek gibi bebekleri olsun’’ dedi, arkadaşımın geleceğini, hele ki hamile olduğunu biliyormuşcasına…



Garsonu çağırdı sonra, çıkardı bir anahtarlık da ona uzattı, garson almak istemedi satıyor sanarak, o an düşündüm ki Muhabbet Teyze o anahtarlıkları satsa, biz de para verip satın alsak ne kaybederiz ki? Garsonlar almak istemedi, Muhabbet Teyze’yi kaldırmak istediler masadan seyyar satıcı sanarak, o an yerin dibine giriyor gibi hissettim kendimi ‘’Teyze benim misafirim’’ diyebildim kısık bir sesle…

‘’Teyzecigim sen torunlarına mı aldın bu hediyeleri’’ diyecek oldum sonra. ‘’Yok be evladim dedi, torunlarımın bana geldiği mi var, biri Ankara’da biri Pendik’te yıldan yıla bi karış suratla gelirler ona da’’dedi. Oysaki ben sabah fizik tedaviye girmeden Radikal Gazetesinde anneannesi haftalardır yoğun bakımda olan bir kadının ona yapmaya çalıştığı vedasını okuyup, birkaç ay evvel hastalığı sebebi ile ellerimizin arasında vefat eden anneannemi hatirlamış, aklımda keşkelerle dolu bir sürü cümle kurmuştum. Bu kadar tesadüf olacak iş miydi, bu güzel güneşli cuma gününde, üstelik kızkıza bir Eminönü turu yapacakken, aklımı devre dışı bırakıp gönlümü eğlendirecekken bu kadar soru işareti gerekli miydi bana, küçücük aklıma?

‘’Ben her sene alışverişe çıkıyorum yavrum’’ dedi. ‘’Hediye vermek çok büyük sevaptır, hele tanımadığın insanları sevindirmek çok daha büyük sevaptır. Ben hediyelerimi alıp, güzel insanlara hediye eder onları düşündürürüm’’ dedi. Teşekkür ettim Muhabbet Teyze’ye. Ben de ona hediye vermek istediğimden, ama yanımda ona verebilecek birşeyim olmadığından bahsettim, bir türk kahvesi ismarlamak istedim tamam dedi. Kahvesi gelene kadar sohbet ettik Muhabbet Teyze ile. Çocukları ayrı, torunları ayrı yerlerdeymis, kendi başına otururmuş Fındıkzade’de, zaman geçirmek için de böyle gelip dolaşırmış İstanbul’u bir başına. Yalnızlık dedim, sen benim en korktuğum şeydin, neden hatıratırsın kendini bana olmadık zamanlarda? Seni hatirlayip seni kabullenmeye ihtiyacim var biliyorum ama hastayım be en büyük korkum, ancak kendimle ugrasiyorum git basimdan diye bağırasim geldi birden sustum.

Arkadaşım geldi, Muhabbet Teyze kahvesini bitirdi kalktık. Kalkarken kendisine hçbirşey hediye edemediğimden dolayı mahcubiyetimi sundum. Bana ‘’Bu sigarayı içme kızım, bana vereceğin en büyük hediye budur’’ dedi. Tamam Muhabbet Teyze dedim, içmeyeceğim söz!

Kalktık yürüdük sonra sessiz sessiz. Aklımda en son ne zaman tanımadığım birini sevindirmek için birşeyler yaptığım, karşılığında koca bir boşluk?

Sahi bir ne zaman bize hediye vermek isteyen birinden korkar olduk? Ne zamandan beri iyiliği bile kötülük zannedip gardımızı alıp sonra bakıyoruz karşımızdakine?
Ne zaman birilerine iyilik yapmayı istemekten vazgeçtik?
Ne zaman bu hale geldik ne zaman?a

Çok düşündüm, hala da düşünüyorum.


Devamı için tıklayın..

22.12.2010

Parisde Gördüklerim





Paris, o kadar büyülü bir şehir ki. Her sokağında aynı bir hikaye, her penceresinde ayrı bir masal saklıyor sanki.
Ürküten, aşık eden, vedayı unutturan, günler sonar bile evde battaniye altında ‘’La via en rose’’ seyrettirebilecek kadar kendine bağlayan.

10 gün süren Avrupa tatilimizde gezdiğimiz ülkelere 3 gün de Paris için ayırdık. 3 günün asla yetmeyeceği bu güzel şehirde geç yatıp erken kalktığımız her an dışında yürüdük, yürüdük yürüdük… Daha once eşimle hiç gitmediğim için ona birsürü sokak, bir sürü detay gösterme heyecanı ile vardık şehire. Tüm havaalanlarını kapatacak, hatta bizi de dönüşte havaalanında mahsur edecek kadar kar, bugüne kadar hiç üşümediğim kadar soğuk vardı Pariste. Ama biz yılmadık yine de sokaklarda elele yürüdük, birbirimizi ısıttık. O kadar bağlandık ki bu şehre, dönüşte havaalanında kaldığımıza bile sevindik bir dakika bile olsa daha çok hissedebilmek için bu güzel şehri.

Döndüğümüzden bu yana yorulan bünyemi dinlendirmeye çalışıyorum. Yıkıyorum, asıyorum, ütülüyorum. Boşalan dolabımı yiyecekler ile doldurup yemek pişiriyorum, 10 gündür beni özleyen evimi tekrar eski ruhuna döndürmeye çalışıyorum. Sehpamda Paristen getirdiğim beyaz mekelerim bana göz kırpıyor. Kırmızı mumlarım her daim yanıyor, evde ise sadece Edith Piaf çalıyor bu aralar. Yaklaşan yılbaşından dolayı bi hayli siparişimiz var önümüzdeki hafta teslim etmemiz gereken, kurabiyeler cupcakeler. Hiç olmadığım kadar yoğunum anlayacağınız. Sizlere şimdilik biraz fotoğraf hediye edebiliyorum. Normal tempoma döner dönmez sizlere anlatacağım o kadar çok şey var ki…






















Devamı için tıklayın..

21.12.2010

Ah Paris...

Dizimize kadar kar vardı her yerde, agacların bembeyaz karlarının arasından ışıl ışıl süslerini gördü gözlerim. Soğuk, sevgilimin elini bıraktırmayacak kadardı, ne güzeldi...
Dün gelebildik. Çantamda herkese hediye, unutulmayacak anılar, şimdiden özlenecek günler ama en çok da güzel mi güzel fotoğraflarım var.
Biraz toplanıp hepsini size hediye edecegim.
Özlemişim burayı!
Devamı için tıklayın..

10.12.2010

Tatil

Nereye gidersen git kendini de yanında götürüyorsun, En sevdigin sokaklarda yahut en çekindiğin kalabalıklarda hep yanında kendin, tam aynadaki aksin. Kızdın kırıldın ya da kaçtın diyelim, hiç bilmediğin bir ülkeye, tanımadığın insanların arasına. Yürürken koşarken ya da sadece yaşarken hep yanıbaşındadır kendin.Duydugun bir müzik, tattığın bir lezzet konuştuğun gündelik cümleler, hep ama hep kendini anımsatacak sana. Sen düşünüp bulmadıkça seni kızdıran üzen şeyi her konuştuğun gözde o kızdıklarını görecek, onu yaşayacaksın. En güzel zamanlarda, en keyif aldığın anlarda bile gelip onutaracak yanıbaşına bu sahibi belli, geleceği çoktan çizilmiş tanıdık duygu.

Heryerdesin asında, kocaman büyük bir enerjisin ve binbir hüzne bürünüp de dağılmış gibi yayılmışsın koca dünyanın her bir köşesine. Annenin en sediğin kurabiyesinin kokusu, pazartesi sendromlarının içimize ilmek ilmek yerleşmesine sebep olan arı maya silgisinin fosforlu rengi, en büyük serginin en güzel yağlıboya tablonun en sofistike rengi… Ya da gözünü kapattın diyelim, kulaklarını da tıkadın say, en siyah karanlıklarda sen varsın yine yalnız sen.

Tüm bunlar aklımda, bilmediğim ülkelere, tanımadığım kalabalıklara gidiyorum. Yanımda en çok ben var. Sevdiğim görmek istediğim ya da kaçtığım herşey yanımda benimle. İçimdeki benin üzgün yanlarını iyileştirmeye, güzelliklerini ise salıvermeye gidiyorum orta yere.İstanbul ise bensiz 10 gün. Kar yağacakmış duyduğum kadarı ile, poyraz beni sever bekler de öyle eser bilirim. O yüzden içim rahat, aklım hep yanımda.

Hepinize güzel hafta sonları, ardından da güzel bir hafta olsun. Umut ve güzellik hep yanbaşınızda olsun!
Devamı için tıklayın..

9.12.2010

Geçmiş, gelecek ve 2011 dileklerim

Bir arkadaşınızın, hem de çok yakın bir arkadaşınızın, önemli bir karar aşamasında fikrinizi sorduğu, sizin söyledikleriniz üzerine size güvenip karar verdiği, sonra da hayatın plansızca getirdikleri yüzünden verdiği karardan mutsuz olduğu ve herşeyden size sorumlu tuttuğu bir durumla karşı karşıya kaldınız mı hiç? Ben kaldım. Ve unutayım mı düşüneyim mi konuşup ikna mı etmeye çalışayım yoksa yakılacak yorganın değip değmediği pirenin büyüklüğünü mü muhasebe edeyim bilemedim. Üzüldüm elbet ama üzüldüğümden de çok düşündüm. O hep aynı kapılara açılan büyülü soru olan ‘’neden’’ i günlerce sordum kendime. Önce hislerimi dinledim, sonra ruhumu… Arada aklımı soktum devreye, bazen de o hayat dediğimiz bize öğretilenlerden ibaret kuralları, kaideleri… Ama hep ama hep hep hep aynı kapıya çıkıyorum ben. Elimde bir kalem, defterlere, buzdolabının üstüne, otobüs duraklarına, elime gözüme, her ama her yere aynı şeyi yazıyorum ben ‘’Şikayet etmek harekete geçmekten daha kolaydır’’

Şimde kimse bu yazıyı okuyup da üstüne alınmasın nolur. Yaşadığım ve kelimelere dökmeye çalıştığım şey o kadar derin ki benim, kimsenin hiçbir lafı ile ‘’budur’’ dedirtebilecek kadar basit ve gündelik değil… Daha derinlerde, çok daha büyük. Hayatta gözlerimizin önünden ruhumuza geçecekleri elerken, eleğimizin deliklerini kontrol etmemizi gerektirecek kadar da ciddi ve kişisel. Oysa ben.. oysa ben en çok okumayı, ondan da çok okuduğumun üç katı kadar düşünmeyi sevmez miyim? Nerede hata yaptım darken…

Derken bir müzik açtım bu akşam… Bir de şarap… Bir de kallavi bir puro… Duman ve alkol insanı kendine getirir, sarsar, en çok da sarmalar.

Hani Sıla’nın yeni şarkısı var ya ‘’Acısa da öldürmez ‘’ İşte tam da o tatta…

3 yıl olacak bloga yazmaya başlayalı. Döndüm de okudum yıllar yıllar evvel yazdıklarımı. Neler yaşamış neler beklemiş neler bulmuşum, sanki kocaman bir aynaya bakmışım gibi…. Seneler seneler geçtikçe gözlerimin kenarında minikten başlayan çizgiler, ama içindeki maviler hep aynı, hep poyraza benzeyen lacivert…



Bundan tam 3 yıl once 2007 yi 2008 e bağlayan yılbaşında 2008 den dileklerimi yazmışım. Koca bir 3 yıl geçmiş dileklerimi sıralayalı, baktım ki ben 2011 den yine aynı şeyleri dileyeceğim. Çünkü benim ihtiyacım hep aynı, hep huzur, hep sevgi, hep sakinlik ve dinginlik. En çok da güzellik. Hepimizin tanrıya biraz daha yaklaşabilmek için peşinde koşup durduğu güzellik…

Çok erken biliyorum, belki yılın son yazısı olmalı bu, ama bu sefer erken olsun dileklerim, üzerinde daha çok düşünmek ve yenilerini eklemek üzere.

Hayat! Seni seviyorum! Bana verdiklerini seviyorum! Senden beklediklerimi seviyorum! Çünkü en çok aynadaki beni seviyorum!


Biraz zaman diliyorum yeni yıldan onu yaşayabilmek için. En azından yılbaşı kurabiyeleri yapmak için aldığım şeker hamurunu zamansızlıktan kullanamadığım için hamurdan özür dilemeyecek kadar.

Sadece hal hatırlaştığımız bir arkadaşımın beni anladığının onda biri kadar anlasın beni istiyorum yanımdakilerin.Anlamayacaklar içinse Tanrı’dan unutma yeteneği istiyorum yerine başka birşey koymaksızın.

Nihavent beni bırkmasın yanında da rakı olsun, bir de upuzun dost sofraları olsun, anlattıkça anlatayım kulak çınlatayım istiyorum.

Yapmak isteyip yapamadıklarımı, söylediklerimden pişman olduklarımı, bir de içimdeki aşkı anlatabildiğim kalemim bu sene de kırılmasın benimle olsun istiyorum.

Öğrenip de sindirdiğim herşeyin yanına bir de affetme yetisi istiyorum bu sene. Bir porsiyon öyküme konu olan herşeyi bir bir affedip çekilmek istiyorum yaralı geçmişimin yanından.

Dünyanın öbür ucunda, unutamadığım bir Avrupa şehrine, yine Noel Arefesi’nde gitmek, bu sefer eşimin ellerini tutan ellerime gri yün eldivenler giymek, bir yudum kahve içmek, dünyayı da pembe görmek istiyorum.

Bütün bir sene ne yaşarsam yaşayım fonda Vaya Con Dios’dan Je l'aime je l'aime çalsın, içim hop hop etsin, yüzüm de hep gülsün istiyorun.

En sevdiklerim yanımda olsun, hayatımdan çıkardıklarım çıktıkları yerde dursun, bir de fındıklı kurabiyeler pişirmeye devam edeyim istiyorum.

2011 hepimizin tüm dileklerini gerçekleştirsin, yerlerine de yeni dilekler koysun istiyorum.

Malzemeler


250 gr. oda ısısında tereyağ

1 yumurta

2 yemek kaşığı nişasta
3 yemek kaşığı pudra şekeri

3.5 su bardağı un

1 paket kabartma tozu

1/2 su bardağı ince çekilmiş fındık

1 kase dövülmüş fındık


Hazırlanışı


Yumurtasının sarısı ile beyazını ayırın. Sarısını tereyağ ile yoğurun. Üzerine Nişasta, un, kabartma tozu , pudra şekeri ve ince çekilmiş fındığı ekleyip iyice yoğurun. Hamru buzdolabına kaldırıp 30 dakika kadar dinlendirin. 30 dakika sonra fırın ısısını 175 dereceye gtirin. Hamurdan vezi büyüklüğünde parçalar koparıp ellerinizle yuvarlayp önce yumurta akına sonra iri çekilmiş fındığa batırın. Fırında 20 dakika pişirin.


Devamı için tıklayın..

8.12.2010

Bebek Laduree Açıldı

Merakla takip edilen ilgiyle beklenen Laduree pastanesi İstanbul Bebek’de açıldı sonunda. Gidip gelirken inşaatına, vitrinine baktığım, Paris hayelleri kurduğum Laduree Pastanesi’nin açılmasının üzerinden neredeyse 1 ay geçecek ama ben daha geçtiğimiz hafta gidebildim, görebildim.

Lacivert bir akşamüzeri yaşanıyor İstanbul’da, biz Arnavutköy’de taksiden inip minik bir yürüyüş yapmak istiyoruz. Biz yürüdükçe adımlarımızla bir batıyor güneş, hava kararıyor. O karanlığın aksine Bebek ışıl ışık, cıvıl cıvıl. Birkaç adım sonra Laduree’nin önündeyiz..Senelerdir uzaklardan takip edip aylardır da açılmasını beklediğimiz için heyecanlıyız, yüzümüzde taşıdığımız bir heyecanla açıyoruz kapıyı. Enerjimizi gözlerimizdeki pırıltı ile birleştirip o güzel küçük yeşil kapıdan içeriye uzatyoruz ki garip bir elektrik ile karşılaşıyoruz. Doğma büyüme İsviçreli bir Türk kızının yarım yamalak Türkçesi ile bize canı gönülden etmeye çalıştığı yardım ve misafirperverlik dışında geri kalan herkes dünyanın asıl sahipleri sanki, ve biz de onlara ait dünyanın garip yabancıları… O yasak bu yasak, sanki bir devlet dairesindeyiz gibi hissediyoruz kendimizi. Sanki birazdan bir taahhütname uzatıp alışverişimizi maddelere bağlayacaklar, hadi hayırlısı diyoruz.

Öncelikle fotoğraf çekmek yasak –ki hiçbir yerde bunun sebebini anlayabilmiş değilim. Eğer senin bilgi paylaşımının bu kadar yoğun oldugu bir devirde, bir internet siten var ve butun urunlerin sadece 1 tık ötede sergilenebiliyorsa, ürünlerine seven müşterilerinin fotoğraf çekmesini neden istemezsin hiç anlamam. Bu sebeple hiç fotoğraf çekemeden hevesim kırılıyor ve başıyoruz ürünleri incelemeye.





Parisdeki mağazaların aksine macaron dışındaki butik bölümü oldukça eksik, zaten mağaza çok küçük, ama yine de Laduree’a ait birçok şey bulabiliyorsunuz. Çok çeşitli çaylar, reçeller, çikolata ve mumlar ilk göze çarpanlar. Ama asıl gönlümüzde yatanlar büyüklü küçüklü kutular bizim, hemen incelemeye başlıyoruz. Güzelim Laduree kutularının arasında bir güzel kutu beğeniyoruz arkadaşımla, bir hayli büyük ama bir o kadar da şık ve zarif. Bunlara ek olarak da birer küçük kutu macaron alıp akşam yemeği öncesi ağzımızı tatlandırmak istiyoruz. Çeşitler çok çok fazla ama Laduree’nin gül yaprağı ile çok ünlü bir macaronu var ilk onu tercih ediyor diger tercihleri görevliye bırakıyoruz ki bize en güzellerinden versin diye. Tam bu esnada bir ikram bekleyip tadına bakmak istediğimizi iletiyoruz ki o da yasak. Senelerce Türkiye’de içeriye girdiğim her pastanede ne almak istersem once bir parça uzatarak ikram eden misafirperver Türk insanın aksine, ikram etmeyi bırakın, bir ikram isteğini reddeden bir zihniyet bana zerafeti ile gönlümü çalan Fransız insanına mı yoksa Türkiyede Fransızlaşmaya çalışan garip karekterlere mi bilmiyorum ama birsürü duyguya isyan ettiriyor.



Tadına da bakmak istemiyoruz, fotoğraf da çekmeyecegiz bize kutumuzu ve macaronlarımızı verin çıkalım diyoruz ki içeriden birden mağaza müdürü çıkıyor. Hanımefendi bize o beğendiğimiz büyük kutuları almak istiyorsak içlerini 4 değişik ürün ile doldurmamız gerektiğini, Parisde prosedurun böyle olduğunu ama bu mağazada 3 ürün alsak yeteceğini söylüyor. Senelerde müşteri hizmetleri alanında İnsan Kaynakları yapmış biri olarak, bir prosedürü çalışanı atlayarak müdürün iletmesenin müşteride ne tarz gerginliklere yol açtığını müşteri tarafından bildiğim ve anladığım için kırılıyor, peki diyoruz, şu 3 ürünü de alalım da gidelim bir an once buradan.

Laduree Türkiye’den hayal kırıklığı ile ayrılarak, çıkıyoruz. Biliyoruz ki heryerin, her işletmenin kuralları var, hele ki yabancı bir markanın mağazasıysanız bir gram bile şaşamazsınız o kuralardan. Ama senelerce öğrendiğim ve öğretmeye çalıştığım birşey var; insiyatif ile zerafet birleşince ‘’müşteri memnuniyeti’’ oluşuyor, buna çok üzülüyorum.

Yakın bir zamanda İstinye Park’da bir şube daha açacaklarını duydum. Hayallerimi yeni şubeye saklıyorum, ve umutla bekliyorum.

Devamı için tıklayın..

7.12.2010

Doğal Şifa: Bal Limon

Çocukluğumdan beri içerim bal limonu. Bilgiye erişim bu kadar kolay değilken büyüklerin anlatimı ile bilirdik yararlarını, şimdilerde saymakla bitiremedikleri gibi pastil üreticileri bile ürünlerinden en çok bal limonlu olanların tüketildiğinden bahsediyorlar. Ben tadını o kadar çok seviyorum ki, hani hergün yapsam içerim diyebilirim.

Beslenmemde protein, karbonhidrat ve sebze meyve dengesine çok önem verdiğim için çok da sık grip olmam aslında, en son 2,5 yıl once grip olmustum, ama bu zamanlarda solunum yollarım benimle cok uzun süren bir inatlaşmaya girerler. Hafif akıntı, bazen hapşuruk, geceleri boğaz yanması peşimi bırakmaz, ben kendimi mandalina elma roka ve bol limonlu tavuk çorbasına boğarım. Ama diyorum ya tüm bunların yanında bir mucize vardır ki, herşeyden daha iyi gelir bana.



Bir bardak suyu cezvede kaynatırken içine 2 adet limon sıkıyorum ben, sonra da 3 tatlı kaşığı kadar bal ekliyorum. Ekşi seveler daha az, tatlı sevenler daha çok ekleyebilirler tabi, çok da minimetrik bir tarifi yok bu mucizenin, ikisi bir araya geldiğinde bir formul mü çıkıyor yoksa bal ve limon ayrı aynı mı iyi geliyor bilmiyorum ama tüm şikayetlerim geçiveriyor benim. Özellikle soğutmadan, kendimi zorlayarak içebileceğim maximum sıcaklıkta içiyorum bal limonu, böylece bir sıcaklık ile ter atıp toksinlerimden de kurtuluyorum. Hele evdeysem, üzerinde bir de battaniye ile şekerleme yaparsam değmeyin keyfime.



Etrafta birçok kişinin boğaz ağrısı ve burun akıntısı şikayetinden yakındığını duyuyorum. Eğer gribal bir enfeksiyonunuz yok ise bu tariff tam da sizin ilacınız.


Devamı için tıklayın..

6.12.2010

Kırmızı hafta ve geri sayım

Herşey kırmızı sanki, bardaklar çanaklar, gecemize eşlik eden minik mumlar, evimden içeriye girmeye çalışan ve bir kolundan tutup salona almak istediğim gökkuşağının içi, en önemlisi blogumun yeni hali, ruhum ve tüm hafta.

Bol kahve, kitap ve yanına da eşlik eden cevizli çikolata parçalı kekim var yanımda bu hafta ve bu hafta tatile kalan son günleri sayma haftası, üç iki biir diye. Valizdeki eksikler, toparlanacak notlar, yedeklenecek elektronik eşyalar var zihnimde. Birkaç parça ütü, koca koca botların kazakların valizlenmesi, ve perşembe akşamı huzurla ama heyecanla ertesi gunku uçağa kadar güzel bir uyku. Tatile giderken, evden çıkarken ya da uçağa binerken giyeceğiniz şeyin hatırlanabilir ve ‘’Özel’’ olmasını isteyenlerden misiniz benim gibi? Eğer öyleyse işiniz zor tabi, ne yapar ne eder o özel kıyafeti bulup alana kadar yılmadan ararım ben, sonra da ömür boyu hatırlarım o güzel anda ne giydiğimi. Tüm valizleri içeriye verip biletlerimizi alıp, en son güvenlikten de geçip uçağı beklerken içeceğim kahvenin hayalini kurup kurup gülümsüyorum. Ama hep diyorum ya bazen tatilden daha güzeldir tatil heyecanı diye, varsın zaman hızlı hızlı geçmesin bu hafta, hayali bile o kadar heyecanlı ki, ağır ağır yaşamak istiyorum her anını.







Zihnim bunlarla doluyken dün evlerimize misafir olan kış aklımı derinden derinden çakmakta. Bazen kaloriferle ısıtıp, bazen de balkona çıkıp serinliğini yüzümde hissederek yaşadım dün kışı, kavuştuk sarıldık sonunda, o memnun ben memnun uzun br sure ayrılmamak üzere sarmalandık.Birazdan fotoğraf makinemle çıkıp güzel mi güzel kış fotoğrafları çekeceğim bugun, gerisi sizlere anlatmak zaten.

Hepimize mutlu bir hafta, kıpkırmızı bir pazartesi olsun!

Cevizli çikolata parçalı kek

Malzemeler

3 adet yumruta
1 su bardağı tozşeker
1/2 su bardağı süt
1/2 su bardağı sıvıyağ
1,5 su bardağı un
1 paket kabartma tozu
1 çay bardağı ince çekilmiş ceviz
1/2 paket ufak kırılmış bitter çikolata

Hazırlanışı
1-Yumruta ve şekeri bembeyaz olana kadar çırpın.
2-Süt ve yağ da ekleyerek çırpmaya devam edin.
3-Un ve kabartma tozunu ekleyip karıştırın. En son ceviz ve çikoaya parçalarını da ekleyin.
4-Soğuk fırın derecesini 180 dereceye getirip keki fırına verin, 50 dakika pişirin.


Devamı için tıklayın..

5.12.2010

Mutlu sıcacık bir pazar günü



Soğuk bir kış günü, bizi evimizde ısıtacak en güzel şey harika bir pazar kahvaltısına eşlik eden sıcacık çaylarımız.

Elimizde gazetemiz, rüzgarın sesine karışan bir müzik...

Sadunyalarımı kenara alacağım bugün, rüzgar ve soğuk üşütmesin onları. Orkidemi de camın önüne aldım karanlıkta kalmasın diye. Çayımı yudum yudum yudumlarken Sponge Bob izledik, pazar misafirlerimiz gidince poyrazı izlemek için sahile inecegiz.

Pazar, sen ne güzelsin,

Herkse mutlu pazarlar!
Devamı için tıklayın..

3.12.2010

Paris, Nazım Hikmet ve heyecanım

Bilgisayarımı değiştirdim, apple’a transfer oldum. Hayatınızda hersey apple ise herşey cok kolay, hatta çok çok kolay ve zevkli, ama zinciri bozan tek bir halkanız varsa eğer, bu kolay ve kaliteli dünyadan soğuyabiliyorsunuz benim gibi. Yeni laptopum Canon marka fotoğraf makinemi tanımıyor, CF kartımı da cikarip takabilecegim bir bolumu yok. Bu yüzden çektiğim fotografları aktaramıyor, blogumu da güncelleyemiyorum malesef. Minik bir kart okuyucu almak gerekiyor, namı ünlü bir sarışın olarak da 2 kez yanlış ürünü aldım eve geldim. Şimdi makinemdeki fotoğraflar bana, ben yanlış kart okuyuculara bakıyorum. Oysa çok güzel fotoğraflarım var sizlerle paylaşmak istediğim, ama sanırım birkaç gün daha buralarda olamayacağım.

O benim ne kadar anlatsam da Nazım Hikmet’den okuyunca her yazdığımı silesim gelen bir Paris şiirini bu güzel paris kurabiyeleri ile paylaşmak istiyorum sizinle, Parise gitmeme 7 gün kala… Ruhuma en iyi gelen Avrupa zamanı, yılbaşı arifesi, daha once gittiklerimden daha heyecenalı çünkü bu sefer sevgilim yanımda paylaştığım hiçbirşey eksik kalmayacak... Üstelik kar var tüm Avrupada, ben bu 20 derecelik sarı sıcakta kalın atkıların, boğazlı kazakların alışverişini yapıyorum etraftakilerin şaşkın bakışları altında kıs kıs gülerek. Yaşadığımız birçok şeyin hayalini kurmanın onu yaşamaktan daha heyecanlı olduğunu düşünmüş müydünüz? İşte ben de şimdi tam da o heyecanları yaşıyorum. Akşam erken uyumak zorunda olmayacağımız bu güzel cuma gününde içinizin bu şiirle aydınlanması dileği ile..

Henüz vakit varken, gülüm,

Paris yanıp yıkılmadan,

henüz vakit varken, gülüm,

yüreğim dalındayken henüz,

ben bir gece,
şu Mayıs gecelerinden biri

Volter Rıhtımı’nda dayayıp seni duvara
öpmeliyim ağzından 

sonra dönüp yüzümüzü Notrdam’a

çiçeğini seyretmeliyiz onun, 

birden bana sarılmalısın, gülüm,

korkudan, hayretten, sevinçten 

ve de sessiz sessiz ağlamalısın, 

yıldızlar da çiselemeli

incecikten bir yağmurla karışarak.

Nazım Hikmet


Devamı için tıklayın..

29.11.2010

Tüm Pozitif Enerjim Orkideme

Ne yapsam yüzümün gülmediği bir güzel var bizim evde : Orkide...

Kaç saksı aldım şimdiye kadar, kaçı hediye geldi. Bir türlü bakamadım, çiçeklerini döküverdiler üzgünce. Bu sefer çok heves ettim önce sayfa sayfa okudum hakkında onu daha iyi tanıyabilmek için. Soğanını, ailesini öğrendim ilkten, sonra bakım şartlarını. Gittim kendime güzel mi güzel beyaz bir orkide aldım üzerinde 9 tane çiçek olan.

Aydınlık ama direk güneş almayan bir ortam öneriyordu uzmanlar. Ne kadar narin bir çiçek olduğunu düşünürken aslinda bu okuduğumun Orkide yetiştirme yolunda sadece birkaç adım oldugunu farkettim okudukça. Toprak her zaman nemli olacak ama ıslak değil, dibinde hiçbir zaman su olmayacak, sularken köklere yaprağa ve özellikle çiçeklere hiçbir zaman su gelmeyecek.Ortamdaki hava her zaman temiz olacak ama rüzgar da almayacak. Yani haftada 2 gun 1 çay bardağı su verin değil, sanki bir kadınmış gibi öğrenin araştırın huyuna göre davranin der gibi..

Neyseki önemli bir ipucu okudum bir gün. ''Eğer çok su verirsenin yaprakları açık renk olur ve yumuşar, az su verirseniz yapraklar koyu renge döner ve sertleşir'' diyordu bir uzman. Böylece kesfettim huyunu suyunu benim güzelin. Öyle direk su dökmektense minik bir fısfıs ile haftada 2 en çok 3 kez 5 er 6 şar kez fısfıslamak şartı ile besledim kendisini. Ne köklerine su geldi ne dibine ne yaprağına çiçeğine. Tam 2 ay gül gibi yaşadık bizim evde aydınlık ama direk gün ışığı almayan büfemin tam üstünde. Dokuzuna ayrı bir isim, ayri bir hikaye yazdım, su verirken hatirladikça gülümsedim.






O bana, ben ona alışmış yaşarken, yoğun bir hafta su vermeyi unuttum güzele. Üstelik evde olmadığımız için camlar kapılar kapalı, hani beni bıraksaniz benim bile çiçeklerimi dökeceğim cinsten sarı bir sıcak yaşadı Eylül başında. İkişer üçer döktü çiçeklerini. Çok üzüldük, ama yılmadık. Bir orkide çiçeğini dökerse ne yapılmalı diye daha fazla okudum bu sefer. Orkide senenin belli zamanlarinda çiçeklerini mi döker bilmiyorum ama, herkes üçüncü boğumdan itibaren budanması konusunda hemfikirdi. Dibinden saydim ve üçüncü boğumundan budadım, aynı özenle beslemeye sulamaya devam ediyorum. Geçen gün ucunda ve soparisnda minicik eflatun goncalar olan bir Orkide gördüğümde hemen sahibine sordum. Çiçekleri döküldüğü zaman üçüncü boğumdan budadıklarını, sulama ve beslemeye aynen devam ettiklerini, ek olarak da saksıyı haftada 1 gun 10 dakikalığına temiz suya oturtup çıkardıklarını söyledi. 1,5 sene bir sopa olarak yaşamış Orkidesi, en sonunda da goncalarını vermiş.

Şimdi benim güzel de tekrar sevindirir mi beni diye meraktayım. Gidip gelip bakıyorum ucuna bir değişim var mı diye. Şimdilerde sanki minik yeni bir yaprak çıkardı çabası ile. Aklıma fotoğraflayıp sizinle paylaşmak geldi.aranızda benim gibi bir tecrübeyi mutlulukla sonuçlandıranınız var mı acaba?


Devamı için tıklayın..

28.11.2010

Yılın son ayını beklerken şekersiz incirli kek



Mart kapıdan baktırıp kazma kürek yaktırsa da en soğuğusun sen ayların biliyorum. Ilık serinleri geride bıraktıran, dolaplarımızdaki kalın kazakları çıkartansın üstelik. Sen daha gelmeden sana hazırlanmak için gecen seneki bütün atkılarımı, eldivenlerimi dolaptan çıkarır bir güzel yıkar ütülerim hem. Ama nasıl ki doğada iyiyi kötü, kötüyü iyi yapan, herşeyin onu ‘’tamlaştıran’’ bir eşi varsa eğer, seninle bereber de her yanımızı kırmızı yılbaşı süsleri sarıyor, soğuğunu unutturup içimizi ısıttırıyor biliyorum. Hem kışı ‘’kış’’ yapacak kadar soğuk, hem yalnızlığı ile içimizi soğutan sonaharı ısıtacak kadar sıcaklık getiriyorsun bize süslerinle. Soğuğun kadar sıcak, sıcağın kadar soğuksun işte, bu kadar da özelsin aslında…

Ben de sana hazırlıklarımı yaptım bugün pazar sakinliğinde. İçinden saçörgüsü geçen kazaklarımı yıkadım ütüledim. Polar battaniyelerimi kaldırıp yün battaniyemi çıkardım kanepemin hemen yanına. Beyaz bir şapkam vardı geçen sene aldığım, üzerinden aylar geçmiş aklımdan bile çıkmış, sanki askerlik arkadaşımı görmüşçesine sevindim. Mavi sarı bütün bardaklarımı bir kenara itip yerine kırmızılı yeşilli yılbaşı bardaklarıyla doldurdum mutfaktaki heryeri. Güzel mi güzel yılbaşı kurabiyeleri, cupcakeleri yaptım eşe dosta, yaptım ki bu cıvıl cıvıl ruhum onlara da bulaşsın, onlar da tadını çıkarsınlar senin ruhunun diye.






Sana yaklaşmakta olan günlerin ılık mı ılık bir sabahında en yakın arkadaşım ile yaptığım bir kahvaltıda yediğim enfes bir incirli keki denedim üstelik evde, hem de üzerini bembeyaz karlarlardan bir yılbaşı ağacı ile süsleyerek. Kahveme tat, burnuma huzur getirdi seni huzurla heyecanla beklerken.

Önümüzdeki hafta seni daha misafirperver karşılayabilmek için ağacımı ve yılbaşı süslerimi çıkaracağim 11 aydir beni bekledikleri yerden.Sevgilim bir gece erken gelse istiyorum eve, yine her sene olduğu gibi açsak bir şişe kırmızı şarabımızı, ayın 30 günü çalsa bıkmayacağım ‘’La Vie En Rose olsa salonumuzda. Yemyeşil mumlarımız, kıpkırmızı hayallerimizle ısınsak, başlasak yeni bir yılın en güzel umutlarını saymaya.

Tek bir dileğim var benim 2011 den bu sene, elbet uzun da bir öyküsü… yazacağım…

Sana 2 gün kaldı Aralık ayı, yarisini evimde, yarisini kocaaa bir tatilde gecirecegim için cok heyecanlıyım, gel artik.

İncirli Kek

Malzemeler

3 adet yumurta
1,5 çay bardağı pekmez
1 çay bardağı zeytinyağ
2,5 su bardağı çavdar unu
Kabartma tozu
2 su bardağı rendelenmiş havuç
1 su bardağı kırık çeviz
5 adet minin parçalara kesilmiş kuru incir
1 tatlı kaşığı taçın

Hazırlanışı

1-Yumurta ve pekmezi iyice çırpın.
2-Zeytinyağ da ekleyip çırpmaya devam edin.
3-Çavdar unu ve kabartma tozunu ekleyip çırpmadan karıştırın.
4-Geri kalan malzemeleri de ekleyip karıştırın.
5-Yağlanmış kek kalıbına döküp soğuk fırının ısısını 180 dereceye getirip 50 dakika pişirin.


Devamı için tıklayın..

27.11.2010

Çikolatalı Kek ve Mihrimah Camii Öyküsü




Haftalardır kitaplıkta duran bir kitap var ‘’Mehmet Coral Işıkla Yazılsın Sonsuza Adım’’. Süleymaniye’de bir hastanede doğmamdan mıdır yoksa hayatta güdülendiğimiz herşey gibi bu da sonrada öğrenmedir mi bilmem, Mimar Sinan ve Kanuni zamanı İstanbul mimarisine, havasına pek meraklıyım. Sayısız hikaye, makele kitap okudugum, belgesel izledigim, sohbetine dahil olduğum bu konu benim ilgimi çeken araştırmaların en başında gelir. Senelerce Süleymaniye’deki restaurantlarda yediğim yemekten sonra içtiğim kahvenin katık olduğu hayallerim, aldigim nefes İstanbul’un tartışmasız en huzur veren yeridir bana. Kitap da elimdeki kitap bittikten sonra okunacak sıradaydı ve başlayıp bir çırpıda bitiriverdim elbet. Bitirdiğimin gecesi arefeydi ve bildiginiz üzere başbakan bayramın 1. Günü 3 yildir restarasyonda olan Süleymaniye’yi ibadete acacak, Mihrimah sultan camiini de 13 yıl aradan sonar halka acacakti. Tüm bunlar bi araya gelince beni arefe gecesi bir heyecan sardi. Rüyamda once Mihrimah Sultanı sonra zavallı Şehzade Mehmet’I gördüm. Hal boyle olunca bayramın birinci günü tüm ziyaretleri bitirip düştük adı Güneş ve ay anlamına gelen Mihrimah Camii yollarına.






Yılın sadece birkaç gününde Üsküdar ve Edirnekapıdaki iki Mihrimah Sultan Camiinde bir camiinin arka cephesinde güneş batarlen, diğerinden ay doğmaktadir. Çokça rivayete gore Mimar Sinan’in Mihrimah Sultan’a olan gizli ve karşıkılsız aşkını ithaf ettiği bu iki güzel eserde camiinin pencere sayısının eşit olduğu dinsel kelimelerden, içindeki ferahlık ve aydınlığın aşkına karşılık gediği çinilere kadar sayısız detay ve gizem saklı. Tam da bizim gittiğimiz gece bir köşesinden parıl parıl göz kırpan ay ışığı beni ne kadar mutlu etti anlatamam. Basılmaktan bir kısmı erimiş mermere adım attığımda 500 senelik bir taşa bastığımı, camiinin açılışında buraya teşrif eden kişilerden, Mihrimah’ın yüzüne kadar nice hayeller kurdum. Tam bunları sonsuz bir huzurla yaşarken gece bekçisi kapimizi çalıverdi. Süleymaniye’de çokça yaşadığım ‘’Hanım başını örtüver’’ cümlelerinden biri ile karşılaşacagimi sanirken çok daha tuhaf ve acısını yaşadım. Camiiyi doyasiya yaşayıp fotoğraflayabilmem için bekçiyi oyalamaya çalışan eşim bekçiye once kendisini tanıttı. Bekçi 13 yildir yani restorasyon başladığı günden itibaren bu camiide çalıştığını söyledi. Eşim kendisine ‘’bu camiiyi kim yaptirdi biliyor musun?’’ sorusuna ‘’Evet biliyorum bizim patron yaptirdi’’ seklinde cevap Verdi. Bu insanı isyan ettirecek cevaba karşılık yılmayan eşim kendisine ikinci bir soru sordu ki ben kitabımı ona hediye etmek istedim ama ne care? Kendisi ‘’Mihrimah Sultan kim biliyor musun?’’ sorusuna da ‘’Yok abi bilmiyorum’’ diye cevap Verdi. Biz camiide biraz daha kalabilmek amacı ile restorasyon muduru ile gorusmek istedik ve kendisi ile hem camii hem de restorasyon konusunda cok faydali bilgiler edindik. Ama13 yil ekmeğini yedigi bir iş hakkında merak edip de iki helime okumayan, hele ki yaşadığımız toprakların altın çağına hükmetmiş bir padişahın kızına Mimar Sinan gibi bir dehanın yaptığı bir eser hakkında herhangi bir fikri olmayan yurdum insanı beni çok çok üzdü. Biliyorum ki ne kadar bilgi sahibi olur, ne kadar tanırsak o kadar sahip çıkarız özümüze. Hala gidip tek tek anlatasim var ona ama denizde bir kum tanesi, neye yarayacak çabam?







Oradan çıkıp Süleymaniyeye, sonra da Şehzadebaşı camiine gittik. Gece yarısına kadar sokaklarda fotoğraf çektim, bomboş İstanbul’un aşkını iliklerime kadar hissettim.

Size tüm bunları yazarken ne tesaduftur ki İZ TV’de Mimar Sinan’in Cihangir içi yaptirdiği eserleri anlatan bir belgesel var. Yeni demlenmiş filter kahvemi yudumluyor, çikolata parçalı kekimi yiyorum. Havada meteorolojinin uyarı yaptığı güzel bir fırtına, fonda güzel bir Ray Charles şarkısı, aklımda hep gormek istediğim Mostar…

Çikolata parçalı kek
Malzemeler
3 adet yumurta
1,5 su bardağı toz şeker
½ su bardağı erimiş tereyağ
½ su bardağı süt
1 su bardağı +2 yemek kaşığı un
2 yemek kaşığı kakao
½ paket damla çikolata
kabartma tozu

Hazırlanışı.
1-Yumurta ile şekeri çırpın. Sırayla yağ ve sütü de ekleyip çırpın.
2-Un, kabartma tozu, çikolata ve kakaoyu aynı anda ekleyerek çırpmadan karıştırın.
3-180 derece soguk fırına ekleyip çalıştırın ve 50 dakika pişirin.


Devamı için tıklayın..