24.09.2012

Henüz vakit varken

Şimdi bizi uzun bir kış bekliyor. Değişik bir kış. Yıllardır alışkanlığa dönüşmüş bir çok şeyden uzak, yeninin hayatımdaki anlami kadar da el değmemiş.
Poyraz doğduğunda birçok blogcu anne gibi ben de bir blog tutmayı düşündüm onun adına. Ama sonra o kadar negatif şeyler yaşadığımı farkettim ki, bunları günün birinde oğlumun okumasini istemedim. Kızım olaydı belki, çünkü o da günün birinde doğurur beni anlardı. Ama bir erkeğe bunları anlatmanın çok zor hatta yeriz olduğunu farkettim.
Herkes mi güzel yaşadı bu ilk günleri bir tek ben mi zor yaşadım, ya da herkes zor yaşıyor da anlatmıyor mu çok düşündüm. Doğumdan evvel hep annelerin doğum sonrası günlüklerini okumuştum. ''İki kişiydik, üç kişi olduk, mutluluğumuza mutluluk katildi,hayat şimdi başladı''

Çok mu şartladım acaba kendimi? Mutluluktan deliricem falan mi sandim? Evet 6 yillik zorunlu bekleyişten sonra en çok istediğim şey olmuştu. Evet böyle bir sevgi yoktu, daha önce kimseyi bu kadar çok sevmemiştim. Evet onun bir gülüşü için saatlerce başında bekliyordum. Ama ya ben? Açıkça söylemek gerekirse mutlu falan değildim. Herkes bu kadar kolay mı vazgeçiyor kendinden? Saç baş bir yerde, akşama kadar üzerimden çıkmayan gecelik, toplanmayan yatak, peynir ekmek kola üçlüsü, okijene en fazla yakın olabildiğim tek yer olan balkonda geçen saatler, neden ağladığını bilmediğim minik bir insan, olmayan sütüm, bitmeyen alerji, sarılık, sönmüş bir balon gibi bana bakan karnım.


Tüm bu fizikel değişimlerin yanında tutamadığım kalemim, okumayadiğim kitabım, içemediğim içkim, dinleyemediğim müziğim? Bütün bunların arasinda nasil mutlu olunur allah aşkına?

Mutlu olanların ya evde üç tane bakıcıları var, ya da evlerine gelen giden bitmiyor. Oysa ben Poyrazın uyuduğu şu dakikalarda daha kahvemi bilme içememişken toplanacak yatak, yerleştirilecek bulaşıklar, yıkanacak surat ve aç karnımı bir kenara bıraktım, sadece şu iki satırı yazabilmek için. Bitirene kadar uyanmazsa ne ala...

Tüm bunların yanında uyanır, yanına uzanırım dönüp yanaklarımı tutar ve bana kahkaha atar, evet bundan büyük mutluluk yok ama ben Zeynebi özledim! Hem de çok özledim

Üç gün olsun kaçmam lazım. Kendimi bulmaya, ben olmaya, gökyüzüne uzun uzun bakmaya, kahvemi son yudumuma kadar içmeye... Paris yanıp yıkılmadan!



HENÜZ VAKİT VARKEN GÜLÜM
Henüz vakit varken, gülüm
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri
Volter rıhtımında dayayıp seni duvara
öpmeliyim ağzından
sonra dönüp yüzümüzü Notrdam'a
çiçeğini seyretmeliyiz onun,
birden bana sarılmalısın, gülüm,
korkudan, hayretten, sevinçten
ve de sessiz sessiz ağlamalısın,
yıldızlar da çiselemeli,
incecikten bir yağmurla karışarak.

Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
şu Mayıs gecesi rıhtımdan geçmeliyiz
söğütlerin altından, gülüm,
ıslak salkım söğütlerin.

Paris'in en güzel bir çift sözünü söylemeliyim sana,
en güzel, en yalansız,
sonra da ıslıkla bir şey çalarak
gebermeliyim bahtiyarlıktan
ve insanlara inanmalıyız.

Yukarda taştan evler,
girintisiz, çıkıntısız,
birbirine bitişik
ve duvarları ayışığından
ve dimdik pencereleri ayakta uyukluyor
ve karşı yakada Luvur
aydınlanmış ışıklarla
aydınlanmış bizim için
billur sarayımız...
Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
şu Mayıs gecesi rıhtımda, depolarda
kırmızı varillere oturmalıyız.
Karşıda karanlığa giren kanal.
Bir şat geçiyor,
selamlıyalım gülüm,
geçen sarı kamaralı şatı selamlıyalım.
Belçika'ya mı yolu, Hollanda'ya mı?
Kamaranın kapısında ak önlüklü bir kadın
tatlı tatlı gülümsüyor.

Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm...
Parisliler, Parisliler,
Paris yanıp yıkılmasın...

NAZIM HİKMET

Devamı için tıklayın..

15.08.2012

Yine gulecek bi neden lazim

Okul kayitlari, forma kitap telasi, bahcede aksamlari hirka girmeye baslamalar gibi klasik bir yaz sonu telasi benimkisi. Uc koca yaz tatili ayindan sonra kislik eve dondugunuzde kapiyi actiginiz an burnunuza gelen kokudur benim icin kis kokusu. Biraz pastirma yazi biraz kuresel isinma zavazingolarindan sonra havanin sogudugu ilk gun baslar benim icin hayat. Ve iyi ihtimalle hidrellezden birkac hafta sonra dusen sari sicakla bitiverir.

Cok terledim ben bu yaz, kadin olmak heleki lohusa olmak kirk derece sicagi insana zindana cevirebiliyor. Ama az kaldi aksam serinliginden anlayabiliyorum. Once paca parca kisliga tasinma, ardindan poyrazin kuculen kiyafetlerini ayiklamaca, ona kislik alisveris yapmaca. Verilmesi gereken kilolar, tekrar barisilmasi gereken mutfak hayati, sonu belli yazilacaklar, pisirilecek keklere eslik eden ev kahveleri. Bu is yilbasi agaci hayallerine kadar uzanir. En iyi hepsini organize edecek bir defterle baslamali ise. Yapacak cok sey var.
Devamı için tıklayın..

28.07.2012

oglum


Mavis bir oglum var benim. Olmasini hep hayal ettigim gibi guleryuzlu. Basina gelen hicbirseyde mizmizlanmayan, istedigi seyi yaptirana kadar ugrasan. Bazi sabah babasinin kopyasi, bazi sabah sadece kendine benziyor. Ne baskalari gibi uslu, ne digerleri gibi mizmiz, deyim yerindeyse nevi sahsina munhasir.  Anneannenin sevkatli catisinin altindayiz. Bir yanimiz patir patir meyve doken dut agaci, diger yanimiz masmavi deniz. Gecelerimiz uykusuz gunduzlerimiz sicak. Ama herseyin bir sonu var biliyorum. Gunes kaybolacak hava serinleyecek oglum buyuyecek. Sabrediyorum. Bense derin bir pospartum icindeyim hala. Yerine oturmayan hormonlar, kokunden degisen bir hayat, cok hizli akan zaman ve bolca vakitsizlik pesimi birakmiyor. Rujunu surmeden balkona cikmayan ben aynalara bakamaz oldum. Hamilelik boyunca kapanan istahim dogumdan sonra artti. Yedikce yiyor kilo aliyorum. Icimin taaa derinlerinde yazacak cok seyim var vakit ariyorum. Yine de bu gelgit dolu hayatin ortasinda dizginleyemedigim bir ask var icimde. Daha once de yazmistim, kimseyi sevmemisim meger bugune kadar...
Devamı için tıklayın..

1.06.2012

Hoşgeldin




Nasıl olacak diye merakla beklediğim günlerin birinde, bir sabah gelmeye karar verdin. Herkes uykudayken farkettim yola çıktığını, once güzel bir duş aldım, sonra doktoru arayıp bilgi verdim. Hastane saatini kararlaştırdığımız zaman da babanı uyandırdım. O ana kadar bir sen bir ben biliyorduk kavuşacağımızı. Sonra zincir gibi birbirine bağlandı halkalar. Bir saat içinde sevdiğimiz, görmek istediğimiz herkes hastanede yanımızdaydı.

Hep diyordum ya sesini duyup sağlıklı mı diye sorduğumda tam olacak herşey bende diye. İlk çığlığını duyduğumda seninle birlikte ben de ağlamaya başladım. Sonra elimi tutan babana dönüp sağlıklı mı diye sordum. Baban evet diyince gözyaşlarım sel oldu aktı.

Sonra seni kucağıma verdiler. Bembeyaz yüzünün ortasında kıpkırmızı, kiraz kırmızısı dudaklarını bükmüştün. Altına bir öğücük kondurdum, gözlerini açıp bana baktın. O gözleri gördüğüm zaman anladım ki ben hayatta kimseyi gerçekten sevmemişim.

Benim hayatım hiçbir zaman tıkır tıkır işleyen bir saat gibi olmamıştır ya, birsürü aksilik bizi buldu bu sefer de. İnsanların hayat boyu unutmak istemeyeceği anıları, benim hayat boyu hatırlamak istemeyeceğim anılara dönüştü. Günlerce hastaneden çıkamadık. Uykusuzluktan, halsizlikten ve moralsizlikten gece yarısı hastane koridorlarında öğürürken bile o ilk anki bakışlarını bir kez daha görebilmek için ayağa kalkıp yanına geldim. Ne uyudum, ne yemek yedim. Sadece sen gözlerini bir kez daha aç da bana bak istedim.

Ama bunca şeyin arasında bile bir kez bile ağlamadan, sanki anneni daha da üzmek istemiyormuş gibi bir kez olsun sizlanmadan herşeyi atlattın ya. O zaman dedim ki benim çok cesur bir oğlum var. Adın gibisin sen. Kararlılığın ve istikrarın karşısında hiçbir yaprak, hiçbir toz duman bırakmadan esip hissettiriyorsun kendini. Poyrazsın sen. Annen gibi baban gibi boğa burcusun.


Şimdi evimizdeyiz. Aylarca senin için hazırladğım odanda mışıl mışıl uyuyorsun. Birazdan karnını doyurmak için uynacaksın. Ve ben seni doyururken kokunu içime çektiğimde, her seferinde olduğu gibi yeniden doğacağım. İyiki geldin, iyiki bizi seçtin. İyiki bu yaştan sonra aşk’ın ne demek olduğunu bize yaşatıyorsun.

Hoşgeldin.






Devamı için tıklayın..

8.05.2012

Az, çok az kaldı



Geçen gün bir arkadaşıma doğuma az kalması sebebi yüzünden kendi kendime duyduğum endişelerimden bahsettim. 7 Yıldır evliyim ben dedim. Bu 7 yılda o kadar özgür bir hayata alıştık ki biz. Ve birbirimizle paylaştığımız bu hayatı o kadar çok sevdik ki. Yine dünyaya gelsem, yine sadece bir kez yaşama şansım olsa hayatı, o zaman da aynı adamla bugüne kadar yaşadıklarımı yaşamak isterdim dedim. Şimdi de bu hayata biraz ondan biraz benden bir minik insan katıyoruz. Poyrazı çok seveceğimi, onunla çok güzel bir hayat yaşayacağımı biliyorum elbet ama insan yaşamadığı ya da tatmadığı duygular hakkında endişeye düşebiliyor bazen. Bencillik mi ediyorum acaba dedim. Kulağımda dilediğim bir müzik, kafamın estiği saatte evden çıkıp yorulana kadar yürüyüp telefonuma bile cevap vermediğim günleri yaşayamayacak olmak beni korkutuyor biraz dedim. Arkadaşım bana o kadar güzel bir cevap verdi ki. ''Ben de seninle aynı endişeleri hatta daha fazlasını yaşamıştım Zeynep, ama Emre doğduktan sonra ondan önceki hayatımın ne kadar renksiz, ne kadar boş ve amaçsız bir hayat olduğunu farkettim''



Gerçekten çok etkilendim. Sen nasıl bir anlamsın ki bana bir daha dünyaya gelsem yine yaşamak isteyeceğim hayattan daha da anlamlı şeyler yaşatacaksın dedim oğluma. Ben sana nasl bir aşk duyacağım, ve aşkı nasıl anlatacağım düşündükçe bile kalbim yerinden çıkacak gibi geliyor.

Diyorum ya neye, kime benzediğinin ne önemi var diye. Sesini duyduğum an doktora ''sağlıklı mı?'' diye soracağım. ''Evet'' cevabını aldıktan sonra uzun uzun ağlayacağım. Döktüğüm tüm gözyaşları senden önceki günahlara ait olacak, sensiz de mutlu olduğumu sanarak işlediğim günaha. Sonra seninle yepyeni bir hayata başlayacağım. Ruhuna dokunmaya çalışacak, aşkını tanımak için çaba göstereceğim.

Sen böyle bir şeyken, sen varsın diye ojesini bir haftadır tazeleyemediğinden şikayet eden anneyi neyliyim?

Üç mü beş mi kaldı kavuşmamıza? Çok az kaldı...

Devamı için tıklayın..

24.04.2012

Çamaşır Kurutma Makinesi

Fotoğraftaki kurutma odası bana ait değil, ama olsa keşke. Fakat en azından artık zamanımı yari yarıya kısaltan hem de hakkında günlerce konuşabileceğim kadar beni mutlu eden bir kurutma makinem var. Daha fazla odası olan bir evim olursa onlardan birini muhakkak çamaşır odası yapacağım, hem de bunun gibi pembe ve çiçek bahçesi gibi!

Birçok arkadaşım tavsiye etmişti bana kurutma makinesini. Ama nereye koyarim, gereksiz bir masrafmı acaba diye düşüne düşüne ertelemiştim hem neler kaybettiğimi bilmeden.  Evimiz üç odalı bizim. Biri yatak odamız, diğeri çalışma odamız, diğeri de giyinme, çamaşır kurutma ve ütü olarak kullandığımız bir oda idi. Fakat bunlardan birini Poyraz'a oda yapınca yatak odamız dışında kalan diğer odayı resmen bir ardiye odasına çevirdik desem yeridir. Büyükçe bir gardrop, irice bir şifonyer, duvardan duvara bir kütüphane ile oda tamamen doldu. Hatta o kadar doldu ki evimin ev sevdiğim yerlerinden biri olan, bütün yazılarımı yazdığım çalışma masam bile balkona çıktı.



E durum böyle olunca da çamaşır kurutma ve ütü için de aynı odayı kullanır olduk. Odanın o kadar çok işlevi vardı ki, mesela iki saat odayı toparlamasam kapıdan taşacak kadar karışıyordu. Burasi bizim evimiz, başka bir odamız yok falan diye avuttum kendimi. Çamaşırları mayıstan sonra havalar düzelince ekime kadar falan balkona asıyorum zaten dedim. Ekimden sonra da bakarım dedim. Ta ki Poyraz'ın kıyafetlerini yerleştirmek üzere yıkayana kadar. Ufacık tefecik bir sürü kıyafeti bir makinede yıkadık yıkamasına ama el kadar şeyleri yıkamak kısa programda 30 dakika, asmak ise 45 dakika falan sürdü. Bu arada tecrübesiz annenin el kadar görünen penye battaniyelerin hepsini tek makinede yıkamak istemesiyle aşırı yükleme snucu makine bozuldu ve ıslak çamaşırların hiçbirini sıkmadan bana geri verdi. Herbirini küvette elle sıkarak tam anlamı ile kurutmak da yaklaşık 3 koca günümü aldı.

Poyraz geldikten sonra daha sık çamaşır yıkayacağımı düşünerek, bu cinnet anının da cesareti ile bir anda kurutma makinesi aliverdik, ve iki saat sonra gelip kurdular.

Ben hayatımda hiçbir ev işinde böyle bir konfor yaşamadım. Bir kere bir sürü çamaşırı tek tek psikopat gibi silkeleyerek, belli yerlerinden mandalla bir yerlere tutturmaya çalışmak yok. Sonra onların minumum iki gün ortalarda durması yok. Çamaşırlığa sığmayan çarşaf battaniye gibi şeyleri kapı üstlerine sermek, habersiz bir misafirde önce onları toplamaya çalışmak yok. Ortada çamaşır kuruma askısı, mandal gibi ıvır zıvırlar yok. En ama en avantajlı tarafı da birsürü çamaşırı ütülemek yok! Evet yanlış durmadınız, kullanmayanlar için özellikle söylüyorum. Kurutma makinesi çamaşırları sanki üzerine ütü sürülmüş gibi sıcacık çıkarıyor. Bu sırada pijama, evde giyilen tisort, iç çamaşırı, çarşaf gibi şeyleri düzgünce katlayıp elinizle düzelttiğiniz an ütülenmiş gibi oluyor. Yani ütü içi bir tek gömlek ve yakalı tisortlere kalıyor, - ki bu bile bir kurutma makinesi almak için çok yeterli bir sebep.

Fiyatına gelince. Benim aldığı  makinenin beş katı fiyatına bile makine var. Biri yünlüleri de kurutuyor, biri bilmemne yoğuşturmalı, biri A sınıfı enerji şeysi. Valla üç makine çamaşır yıkayıp aynı anda kurutturuyorum, böylece enerji tasarrufunu kendim sağlıyorum. Yünlüleri her zaman her giyişimde havalandırır çok şeyrek yıkarım, onu da kurutmayıversin.

Diyeceğim şudur ki şiddetle tavsiye ediyorum. İlk kullandığınız gün benim gibi başınızı taşlara vuracaksınız. Ama zararın neresinden dönerseniz kardır!

Devamı için tıklayın..

16.04.2012

İlk


Ne çok hikaye yazıldı sen aklıma düştüğünden beri. Herşeyin yerli yerinde olmasının sanki bir zorunluluk olduğu hayatımızda, sen yine herşey gibi tam beklediğimiz, istediğimiz zamanda geldin. Şart mıydı bu kadar hazırlık, gerekli miydi bu kadar ‘’gereklilik’’ ? Kim bilebilir ki?

Önce amanszca tükettik bol olan zamanımızı. Tenimizin tenimize her an değebilme özgürlüğünü günlerce elele yasadik. Sayısız film izledik, aklımıza esti Sezen Aksu geceleri düzenledik sarhoş olduk, aklımıza esti erken yattık erken kalkıp yol aldık. Güzel konserlere gittik, ruhumuzu melodilerin özgürlüğüne saldık, rüzgar nereye, gönlümüz oraya..

Sonra olmazsa olmazlar oldu hayatımızda. 3 kaybettiysek 1 kazandık, ama huzurumuz hep 3-1 ondeydi hayata karşı, üzülmedik. Çünkü gün içinde ne olursa olsun, akşam olduğunda eve gelip omuzunda saatlerce ağlayabileceğin birinin olduğunu bilmek güçlü kıldı bizi. Yalnızca bir eş değil, herşey olduk birbirimize. Arkadaş, dost, anne, baba, ekmek, vatan… Biri azıcık silinse diğerinin ucundan tuttuk ayağa kalktık.

Havanın birden bire karardığı ve aylarca güneşin ucunu bile göstermediği bir ayrılık yaşadık. Kıymet denilen şeyin en incesini biliyorduk da, iki insan ne kadar daha kıymetli olabilir birbirine bir kez daha anladik. Sonra kavuştuk, sarıldık, günlerce ağladık. Onu da bitirip arkamıza attik.

Sonra seni beklemeye başladık. Tüm bunlar olurken, sıcakta-soğukta, yazda-kışta, iyide-kötüde, umutta- umutsuzlukta bizi ayakta tutan, bize iyi gelen tek şey vardı: Bu yüzden ismin Poyraz oldu. Gel de serin ferah rüzgarlar getir hayatımıza, nane şekeri gibi boğazımızdan tüm bedenimize iyilik ver, iyileştir, dinçleştir bizi diye..

Şimdi sadece günler kalmışken insanlar bana tek bir soru soruyorlar: ‘’Kime benzeyecek acaba?’’ Kaşın, gözün, yüzün kime benzemiş umrumda mi? Ya aynadaki tanıdık halime benzeyeceksin, ya da ömür boyu yüzünü görmek için can attığım adama. Ben ‘’Nasıl biri olacaksin’’ en çok onu merak ediyorum. En çok hangi müziği dinleyeceksin örneğin? Hangi yazarın kitapları seni en çok etkileyecek? Hangi yemeği seveceksin? Kahveni baban gibi şekersiz mi içeceksin? Bir piyano miriltilari mi dinlendirecek seni yoksa kanunun acıklı halleri mi?

Ne olursan ol, kime benzersen benze, kıymetlimsin, senelerdir beklediğimsin. Bunu bil yeter.
Devamı için tıklayın..

12.04.2012

Özlem

Çok zamandan beri yazmadığımı, hatta yemek tarifi paylaşmadığımı farkettim. Geçmişi farkedip, özleyip ''mış gibi'' yapınca aynı tadı alır mı insan? Hiçbirşey geçmiş gibi olur mu? Olmaz. Bilirsin geçmiştir bitmiştir, daha güzelini de yaşamışsındır, ama geçmiş denen meret işte o kadar tatlıdır ki, çıkmaz aklından, tadı düşmez dilinin ucundan...

Yeni tarif denemeye, hatta yemek yapmaya, fotoğrafını çekmeye, paylaşmaya, yazamaya engel koca bir göbeğim var bu dönem. İki domates doğrayıp nefes nefese oturuyorum. Oturunca yatmak istiyor bedenim, yatınca her yanım uyuşuyor kalkmak istiyorum. Her annenin bahsettiği ''en ağır'' son aya girdim. Heyecanla bekliyorum içimde büyüttüğüm küçük adamı. Bu küçük adamla ilgili çokça duygum var da, bir sonraki yazıya..

Hamilelik benim konsantrasyonumu neredeyse sıfıra indirdi. Bir fincan kahve, bir müzik ve kağıt kalemle saatler geçirebilen ben, bırakın yazmayı, bir köşe yazısını bile sonuna kadar getiremez oldum. Film izleyemiyorum mesela. En son okuduğum, hatta okuduğum demeyelim ara ara karıştırabildiğim kitap bebek bakımı ile ilgili birşeylerdi. Bu da bana Zeynep'i nasıl kaybettirdi bir bilseniz. Biri var benim içimde ama ben değil. Doğum yapıp, üç beş ay sonra toparlanıp hayatımı acilen eski düzenine benzer bir duruma getirmeliyim. Kahveme, ve sigarama kavuşabilirsem tabi.. Temmuzda Morissey, Ağustos'ta da Goran Bregovic İstanbulda olacak. Her ikisinde de gözlerimi kapatip ruhumu serbest bırakma hayallerim var, iki kadeh de şarap içebilsem daha ne isterim, kader kısmet ederse tabi..



Ekte fotoğrafını gördüğünüz şey bir dilim tiramisu. Fotoğraf demeye de bin şahit ister ya, ne eğilebiliyorum, ne çok fazla ayakta durabiliyorum ancak bu kadar oldu. Kaç zamandır canım istiyordu niyetleniyordum yapmaya, bugüne kısmetmiş. Bloglardan bir sürü tarif okudum, kendi keyfime göre derledim. Bence çok lezzetli en önemlisi de çok hafif oldu. Yediği herşeyin reflüye dönüştüğü hamilelere ısrarla tavsiye edilir.

Tiramisu

Malzemeler

2 su bardağı süt
2 yemek kaşığı un
4 yemek kaşığı toz şeker
1 paket labne peyniri

1 paket kedi dili bisküvi ( ben tam 21 tane kullandım, pakedin geri kalanı arttı)
1 shot espresso
1 shot hare kahve likörü
1/2 su bardağı sıcak su

üzerine serpmek için kakao

Hazırlanışı
1-Süt, un ve şekeri tencerede kaynayana kadar karıştırıp krema elde edin.
2-Ocağın altını kapatıp bu kremaya labne peynirini ekleyin ve iyice karıştırın.
3-Espresso, likör ve sıcak suyu karıştırın.
4-Baton kek kalıbını folyo ile kaplayın.
5-En alta bir kat krema dökün
6-Üzerine kahveye batırdığınız kedi dili bisküvilerden dizin.
7-Sonra yine krema döküp tiramisuyu bu şekilde tamamlayın.
8-Soğuyunca buzdolabına kaldırın ve 3-4 saat dinlendrin.
9-Kalıptan çıkarınca da üzerine kakao serpin.


Devamı için tıklayın..

10.02.2012

Ne söylediğin değil nasıl söylediğin önemlidir -2

Beni merak edenlere, yazdıklarıma iyiniyet ile yorum birakanlara, okumak isteyenlere kocaman bir merhaba. Bunun disindakilere, özellikle yazıklarımı antipatik bulanlara beni okumamalarini, bana ait bu alana uğramalarını şiddetle tavsiye ederim. Zira kimseyi buraya zorla getirmiyorum, hem geleyim hem okuyayim hem de şikayet edip söyleneyim deyince ortaya acinasi bir durum çıkıyor zira. Beğenmiyorsanız okumayın bu kadar basit. Hayat çok kısa, vaktinizi antipatik bulduğunuz şeylere harcamayın. Dışarısı, kar falan çok güzel gidin tadını çıkarın.

Bu söylediklerimden olumsuz eleştirileri beğenmediğim sonucunu da çıkarabilirsiniz, onu da açıklayayım. Bir önceki yazımın başlığında da olduğu gibi bana göre ''ne söylediğimiz değil nasıl söylediğimiz'' önemlidir. Konuşmayı bilmeyenler önce konuşmayı öğrensinler, sonra olumsuz eleştri yaparlar. Öteki türlü hem kekeme hem geveze durumu ortaya çıkıyor. Konuşamıyorsan susacaksın.

Haa bir de artık bana ''Adsız'' ile yorum bırakanların yorumlarını yayınlamayacağımı duyurmak isterim. Çünkü biri bana hem ''Zeynepcigim'' diye adımla hitap edip hem de yorumunun sonuna kendi adini yazma nezaketinde bulunmuyorsa o yorumu yayınlamaya gerek duymuyorum malesef. Adını sanını söyleme cesaretinde bulunmadan saygısız yorum yapanları da bilinmeyen numaradan arayip ses dinleyen sapıklara benzetiyorum. O kişilerle de aynı ortamda bulunmak istemiyorum haliyle.

Durum fotoğraftaki gibidir. İstanbul buz pisti, hamileler evde cam kuşu durumundadır. Bol kahve, kitap, film, yemek ile geçen günler sona ersin, kendimi sokaklara atayım istemekteyim. Felaket tellalı hava durumu tahmincileri ise salı günü tekrar kar gelecek demekte, çıldırasim geliyor. Sabır sabır yaaa sabır
Devamı için tıklayın..